Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından gıda güvencesi, “İnsanların güvenilir, sürdürülebilir uygun fiyatta, kaliteli, sağlıklı beslenme alışkanlığını geliştirecek besinleri satın alma ve tüketme hakkına sahip olma” şeklinde tanımlanmaktadır.
Yani bu tarife göre gıda güvencesi, gıda güvenliği kavramını da içine almaktadır. Arzu edilen ve kayıt altına alınan bu olmasına rağmen uygulamada böyle olmadığına dair sayısız örnek bulunmaktadır.
Şu anda dünyada gıda güvencesinin önceliği vardır. Bunu gıda güvenliği ile desteklemenin ve kaliteden taviz vermemenin arz sorunu yaratma ihtimali fazladır. İşte bu sebeple özellikle gelişmekte olan ülkelerde standartların ve denetimlerin gevşetilmesi bu düşünceden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla bana göre bu fiili durumun tüketiciye mesajı şöyle oluyor:
Gıda güvencesi: Önce karın doyurmak için bulduğunla yetineceksin.
Gıda güvenliği: Sonra imkanların geliştikçe sağlıklı beslenmeyi düşüneceksin.
Elbette böyle bir görüş kolay kabul görmeyebilir ve itirazlar gelebilir. Çünkü; WHO kuralına göre insanların sadece karnını doyurabilmesine yetecek kadar gelire sahip olması gıda güvencesi sağlamaz. Ancak dengeli ve sağlıklı beslenmenin önünü açacak şekilde yoksulluk ve açlık sınırının aşılması, gıda güvencesi ile gıda güvenliğini birlikte ulaşılan hedefler haline getirebilir…
Uygulamada bunu sağlamak ve yukardaki algıyı değiştirmek dünyanın birçok bölgesinde bugün için kolay değildir. Kaldı ki; ülkemizde diğer gelişmekte olan ülkelerden farklı olarak yaşadığımız yüksek enflasyon, asgari ücretli ve emeklilerden oluşan tüketici grubunu hayli yıpratıyor. Gıdaya erişimleri her geçen gün zorlaştığından ilk aşamada gıda güvencesi tehlikeye girmiş oluyor. Et, süt, yağ, bakliyat, şeker gibi temel gıdalar lüks tüketim malı haline geliyor. İkinci aşamada ise gıda güvenliği riski oluşuyor. Daha ucuz olduğu için merdiven altı üretim artıyor, ne koşulda üretildiği belli olmayan ürünler satış imkânı buluyor ve sağlık riski oluşturuyor. Et ve süt ürünleri, sıvı yağlar, baharat, enerji içecekleri ve arıcılık ürünleri taklit ve tağşişin rekor kırdığı kategoriler olarak öne çıkıyor ve bu girişimlerle mücadele yetersiz kalıyor.
Ülkemizde tarım alanları amaç dışı kullanım sebebiyle büyük risk altındadır. Sanayileşmek adına tarım arazilerinin kullanılması en yanlış tercihlerin başında gelmektedir. Oysa ülkemizde ot bitmeyen araziler boş dururken bu sınırlı kaynağı korumak o kadar da zor olmamalıdır.
Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu (TGDF) gıda güvencesinin 4 ilkesini şöyle sıralamaktadır:
• Sağlanabilirlik: Bölgesel, küresel ve ülke çapında herkese yetecek gıdanın sağlanması,
• Yeterlik ve erişebilirlik: İhtiyacı olan herkesin yeterli gıdaya adil olarak erişebilmesi,
• Kabul edilebilirlik: Gıdanın sağlıklı, temiz ve güvenilir olması,
• Sürdürülebilirlik: Gıda üretimlerinin gelecek nesillerin de ihtiyaçlarının karşılanmasını engellemeyecek şekilde sağlanması.
Yukardaki 4 ilkeden sadece 1 tanesi gıda güvenliği ile ilgilidir. O da “sağlıklı, temiz ve güvenilir” olması gerektiğini dilek ve temenni kıvamında kayıt altında tutmaktadır. Çünkü ülkemizde çarşıda, pazarda; rafları ve tezgâhları dolduran birçok gıda ürününün sağlık riski yarattığını biliyoruz ama aksi ispat edilmedikçe güvenilir olduğunu kabul ediyoruz. Ancak sosyal medyada ürün şikayetlerinden ve eleştirel değerlendirmelerden geçilmiyor.
İhraç ettiğimiz gıda ürünlerimizin ise daha titiz bir hazırlık döneminden geçmesi gerekirken, bir kısmının gittikleri ülkelerin kalite denetiminden geçer not alamayıp iade edildiğini üzülerek dış kaynaklardan öğreniyoruz.
Sonuç olarak; ülkemizde gıda güvenliği açısından mevzuatta önemli gelişmeler sağlanmasına rağmen uygulamada sorunlar olduğu bir gerçektir. Üstelik gıda fiyatlarındaki aşırı artışlar tüketicilerin satın alma gücünü azaltarak kaliteden taviz vermelerini sağlamaktadır. Bu şekilde de gıda güvencesi, diğer ayağı olan gıda güvenliğinden ayrışmakta ve bu da sağlık sorunlarına yol açacak riskleri artırmaktadır.
Gıda güvenliği açısından büyük sorun; piyasada oldukça fazla rastlanan taklit ve tağşişli ürün için para cezalarının caydırıcı olamamasıdır. En büyük ceza olan ifşa mekanizması ise iki senedir devre dışı kalmıştır.
Şimdi bu gerçeklerin ve uygulama imkanlarının sınırları içinde tanımları sadeleştirelim…
Gıda güvencesi; gıdaya ekonomik fiyatlarla ve fiziken kolay erişilmesi,
Gıda güvenliği ise; erişilen gıdanın tarladan, bahçeden veya fabrikadan sofraya kadar sağlığa uygunluğunun garanti edilmesidir.
Böylece ayrışmanın nasıl ve ne şartlar altında gerçekleştiği çok açık olduğundan; bundan fazlası için kendimizi kandırmayalım!
Eğer enflasyonla mücadele kazanılsaydı gıda güvencesi diye bir sorunumuz olmazdı. Eğer taklit ve tağşiş ile mücadele gerçekten arzu edilseydi ve sahtekârlar teşhir edilseydi gıda güvenliği problemimiz de bu kadar büyümezdi.
Gerek fahiş fiyatla gerekse taklit ve tağşişle mücadele için yeni getirilecek yüksek para cezaları çözüm olamaz. Aksine maliyete ekleneceğinden satış fiyatlarını artırarak tüketicin omuzundaki enflasyon yükünü daha da ağırlaştırır.
Tek çözüm hilekarların teşhir edilmesidir. Bunun neden ihmale uğradığı da anlaşılır gibi değildir.