İsimlerinin önünde akademik unvanlar bulunan bazı konuşmacılar televizyonda ‘hissedilen enflasyon’ üzerinden tartışmayı açıyorlar. Zannedersiniz ki hava durumunu anlatıyorlar ve termometrenin ölçtüğü gerçek sıcaklık ile hissedileni ayırıyorlar. Ve böylece gerçeği aramaya da ihtiyaç bırakmıyorlar!
Yani güya enflasyonu hiç hissetmeyenle, derinden hissedeni aynı torbaya koyunca; bunu da dünyanın kuralı olarak sununca her şey normalleşiyor.
Oysa ülke enflasyonuna ulaşmak; önce sepet içindeki ürün cinslerinin doğru seçimine ve ağırlıklarının gerçeğe yakın olmasına bağlıdır. Ve sonuç almak da, doğru fiyatı bulmaya ve en sonunda da bilgisayar programı destekli matematik işleme kalır. Eğer bunlara dikkat edilirse; o hesabı ister TÜİK, ister İTO, isterse ENAG yapsın, birbirine yakın sonuçlara ulaşılması gerekir.
Buraya kadarı bir ülke ortalaması içindir. Ancak bu aşamadan sonra gelir gruplarına göre değişen harcama ağırlıkları, her gelir grubunun enflasyonunu ve hatta her kişinin enflasyonunu farklı kılar. Yani hissedilen diye bir şey yoktur, hepsi gerçek yaşananlardır.
Televizyon ekranındaki muhterem hızını alamıyor ve anlatıyor; “Batıda da enflasyonu yüzde 2 olan ülkenin vatandaşı, enflasyonu yüzde 10 hissettiğini söylüyor.” Böyle bir şeyin olabilmesi matematiğe aykırıdır. O ülkelerde onu söyleyen tüketiciye, “bir sene içinde hangi mal ve hizmetlerin fiyatları arttı?” diye sorarlar ve cevabı belli olduğu için de anında açığa düşürürler. Zira bütün o ülkelerde bir sene boyunca fiyatı değişmeyen ürünler büyük çoğunluktadır.
Zaman zaman “İki ülkede iki alışveriş” yazı dizisinde bunları aktarıyorum.
Elbette o ülkelerde de her tüketicinin ağırlıkla kullandığı ürünlere göre enflasyonu farklıdır. Ama en fazla 1-1.5 puan sapma gösterir. Yani ortalaması yüzde 20 olan ülkenin tüketicisi, yüzde 30’u, yüzde 35’i yaşayabileceği gibi; ortalaması yüzde 2 olan ülkenin tüketicisi de yüzde 3’ü veya yüzde 3.5’i yaşayabilir. En fazla bu kadar…
Ancak esas sorun; hangi ülkede hesaplanırsa hesaplansın, o ortalamanın da ne kadar gerçeğe yakın çıktığıdır. Yani resmi ve gerçek enflasyon arasındaki fark önemlidir. TÜİK bu önemli çalışmayı nasıl yaptığını bütün ayrıntıları ile açıklıyor. Sırf eleştirmek için ‘tamamen yanlıştır’ demek yerine, o ayrıntıları inceleyerek fikir üretmek daha uygundur. Çünkü bizler siyasetçi değiliz.
TÜİK Ekim 2021 sepetinde beni en fazla şaşırtan şey kira gideri (1243 TL) ve geçen sene aynı döneme göre (1104 TL) gerçekleşen artış oranıdır (% 12.6).
Bu TÜFE yıllık değişim oranı, ülke genelini ifade ettiği için önce ‘İstanbul neden bu kadar ayrı düşmüş’ diye düşündüm. Sonra da merakla Türkiye genelini araştırdım.
Emlak siteleri verilerine ve OECD raporlarına dayanarak hazırlanan Eylül 21 bülteninden aktarıyorum (Kaynak: verikaynağı.com).
• 2021 yılında ortalama bir ev kirası İstanbul’da 3.749 TL, İzmir’de 2.510 TL ve Ankara’da 1.933 TL olmuş.
• Son bir yılda 3 büyük şehrin kira artış oranları; İstanbul % 50.7, Ankara % 31.8, İzmir % 30.9…
• Türkiye’nin en büyük ilk 10 şehri arasında son bir yılda kira artışı % 30’un altında kalan bir il bulunmuyor.
• Son bir yılda kira artışının % 50’den yüksek gerçekleştiği iller; Mersin(% 63.6), Diyarbakır (% 54.5), Kayseri (% 54.3), İstanbul (% 50.7), Tekirdağ (% 50).
• Son bir yılda kira artışının en düşük gerçekleştiği 5 il; Aydın (% 22.2), Mardin (% 21.4), Ordu (%21), Eskişehir (% 14.3), Van (% 10.5).
• Neticede, TÜİK sepetindeki kira artış oranına yakın sadece 2 ilimiz bulunmaktadır. 79 ilimizin kira artış oranları ise % 21 ile % 63 arasındadır.
Bu konuda yorum yapmak yerine, kurumdan aydınlatıcı bilgi gelmesini daha çok isterim.
• Eskiden TÜİK sepetinde yer alan pinpon topu ve epilasyon cihazı gibi şaka konularımız vardı. Şimdiki sepet ise ortalama tüketici ihtiyaçlarına göredir.
• Ama bu sefer de TÜİK sepetindeki alınan fiyatlarda yukarda da belirttiğim kira örneğindeki gibi anlaşılamayan önemli farklar vardır. Şimdi de ikinci örnek olarak, süt ürünleri kategorisine ait Ekim 2021 sepetinden aşağıdaki resme dikkatinizi çekerim.
• Burada da esas sorun 32.83 TL’ye beyaz peynir bulamamak değil, yıllık fiyat artışının % 6.62 oluşudur. Süt fiyatı % 37 artarken, tamamen sütten imal edilen bir ürünün bu kadar az artması anlaşılır bir şey değildir. Nitekim diğer süt ürünlerinde bu kadar büyük bir farka rastlanmadığı listede çok açık görülüyor.
• Beyaz peynir fiyatından çıkan sonuç; bu ürünün en iyi şartlarda kültürlü beyaz peynir olduğudur. Süte kalsiyum, maya ve kültür ilave edilerek yapılır. Dolayısıyla içindeki süt oranı çok düşüktür ve fazla oranda besleyici değere sahip değildir. Bekletilmeye gelmez, çabuk tat ve gramaj kaybına uğrar. 20-30 gün içinde tüketilmezse bozulur.
Klasik beyaz peynirde ise en az 7 litre inek sütünden 1 kg ürün elde edildiği gibi olgunlaştırmak için de en az 4-6 ay arasında bekletme ihtiyacı vardır. Esas beyaz peynir budur ve koyun, keçi sütünden mamul peynirlerle birlikte satış hacmi kültürlü peynirin en az 4 katıdır. Yani enflasyon sepetinde yer almayı hak eden beyaz peynirin kültürlü peynir olamayacağı kanaatindeyim.
Yerimiz sınırlı olduğu için bu örnekleri artıramıyorum ama zaman zaman enflasyon sepetinden bazı mal ve hizmetler için görüş bildirmeye devam ederiz.
Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, “Gelişen Piyasalar Görünümü” başlıklı son raporunda; gelişen piyasalarda enflasyonist baskıların en çok Latin Amerika ülkelerinde ve Türkiye’de belirgin olduğunu, enflasyonun Endonezya ve Çin’de sabitlendiğini, Hindistan’da ise düşmeye başladığını açıkladı.
Bazı yazarların bize özel eskimiş sorunlarımızı “küresel ekonomideki enflasyon tehdidi” ne bağlama çabaları şaka gibidir. Zira hem 1-2 puanlık artışlar bizimle kıyaslanamaz hem de aynı sahneleri biz 4-5 yıldır yaşıyoruz zaten. Yani dünya güllük gülistanlık olsa bizim enflasyonumuz yüzde 5’e mi inecek?
Sonuç olarak; doların fiyatını durduramadığınız sürece enflasyonu durduramazsınız. Eğer enflasyonun düşeceğini söylüyorsanız, doları nasıl frenleyeceğinizi de anlatmak zorundasınız. Yoksa bütün bu konuşulanlar ‘büyüklere masal’ yerine geçer.