Kim ne derse desin, şu satırları yazdığım an itibariyle Türkiye cezaevlerinde 154 gazeteci var! Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın cezaevlerindeki gazetecileri “terörist, katil, soyguncu ve çocuk istismarcısı” olarak nitelemesinin ardından basın meslek örgütlerinden tepkiler yükseldi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Türkiye Gazeteciler Sendikası, DİSK Basın – İş ve Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), Erdoğan’ın açıklamalarına tepki gösterdiler. ÇGD Genel Başkanı Ahmet Abakay, “Tutuklu olan meslektaşlarımızın tümü gazetecidir ve gazetecilik yaptığı için cezaevindedir” açıklamasında bulundu.
Cezaevinde bulunan meslektaşlarımızın birçoğu hakkında henüz iddianame bile düzenlenmedi. Neyle suçlanırlarsa suçlansınlar, suçu kanıtlanana kadar herkes masum değil midir? Özgürce mektuplaşma şansları yok, ne okumalarına, ne yazmalarına izin verilmiyor. Gazeteci, yazmazsa duramaz, hayatın anlamıdır bu. Gazeteciye verilecek en büyük cezalardan biri, yazmasına engel olmaktır.
“İçerde” yazmaya izin verilmediğini, Ahmet Şık’ın küçük bir pusulayı bile ne kadar zorlukla yazabildiğini duyduğumda öğrendim. Geçen yıl kaybettiğimiz Güner Sernikli geldi aklıma. Hikâyesinin bir kısmını Vizontele Tuuba’da izlemiştiniz. Tarık Akan’ın canlandırdığı kütüphane memuruydu Güner Sernikli. Çok iyi bir satranç ustasıydı. Satrancı, cezaevinde tek başına kapatıldığı hücrede öğrenmişti. “Karanlık hücrede gözlerimi tavana dikip bir satranç tahtası hayal ettim. Sonra kale, fil, at, vezir, piyonlar. Hepsini dizdim o hayalimde canlandırdığım satranç tahtasına. Sabırla o satranç tahtasında kendi kendime öğrendim satrancı” diye anlatmıştı bana. Baskıyla, yasakla insanların yazmasına nasıl engel olunabilir ki? Eminim, o dört duvar arasında meslektaşlarımızın hepsi kafalarının içinde çoktan yazmaya başladılar cezaevi anılarını.
Güner abi, 12 Eylül döneminde Hakkâri’ye sürgün edilmişti. 7 yıl boyunca yaşadıklarını, dudaklarından hiç eksilmeyen gülümsemesiyle anlatırdı. Sürgün yıllarını geçirdiği Hakkâri’nin dağlarında avladığı rengârenk kelebeklere yaptığı çerçeveler süslerdi duvarlarını. Yıllarını kaderine lanet ederek mutsuz geçirmedi yurdun en uzak köşesinde. Yaylalarına çıktı, yöre insanının hikâyelerini kendi ağızlarından dinledi. Sürgündü ama o kadar sıcakkanlı bir insandı ki çok sevdirmişti kendini, çok dost kazanmıştı oralarda. Başından geçen kara mizah örneği olayları anlatırken gülmekten kırılırdı.
En ünlü hikâyelerinden biri, jandarmanın “casus” diye tutuklayıp getirdiği Japon turistleri kendisine sorgulatmasıydı. Casuslar Türkçe bilmiyor, oralarda İngilizce bilen tek kişi de Güner abi. Ama o da zaten sürgün gitmiş oraya, sakıncalı! Çaresiz, komutan Güner Sernikli’ye sorgulatmış Japon turistleri.
Hapis hayatı, baskılar, sürgün yılları… Bunların karşılığında öyle bir birikimi vardı ki Güner Sernikli’nin, birçoğumuzun önüne bütün olanakları serseler kolay kolay edinemeyiz.
İçerdeki arkadaşlar! Enseyi karartmayın! Ben cezaevine girmenin gazetecilik kariyerinde bir yeri olduğunu düşünenlerden değilim. Siz Güner Sernikli’yi örnek alın, umudunuzu yitirmeyin. Özgürlüğünüze kavuşacaksınız, yine yazacaksınız, yine çizeceksiniz. Ahmet’in dediği gibi dayanışma ödülleri değil, haberlerinizle ödüller alacaksınız!