70’li yıllar… Bir fotoğraf yetiyor adamı eski günlere götürmeye.
Atatürk Bulvarı, 103 numaranın alt katında bir gece kulübü vardı, Beethoven. O tarihlerde Ankara’nın en gözde mekânlarından biri. İşletmecisi Sezer Bağcan’dı.
İlgi çekici bir yenilik peşindeler, fikirler uçuşuyor ortalıkta.
Kâmil Sönmez Beethoven’de sahneye çıkacak.
“Haydar Haydar”ın çok meşhur olduğu günler.
Oturdu, hikâyesini yazdı, bütün sempatikliğiyle anlattı bize de.
Kâmil Sönmez’in Haydar Haydar’ının hikâyesini fotoğraflamak da bana düştü. “Çeker misin?” dedi Sezer Bağcan, “Çekerim tabii” dedim.
Hikâyeyi diapozitif olarak çekeceğiz, Kâmil Sönmez Haydar Haydar’ı söylemeye başlarken projeksiyonla dialar müzik eşliğinde arka arkaya arkasındaki perdeye düşmeye başlayacak.
Profesyonel bir iş çıkarmak gerekiyor, olanaklar amatör düzeyde olsa da Kâmil Sönmez’in bir adı var. Kulüp de Sezer Bağcan’ın Beethoven’i, beklentiler yüksek yani.
Profesyonel bir iş yapalım diye yola çıktık ama bütçe yok denecek kadar az.
Bir anlamda fotoroman denilebilecek çalışma için önce oyuncuları seçelim dedik.
Bütçe olmayınca yakın çevreden “filanca uygun” diye başladı oyuncu seçimi. Olabilecek pek kimse de yok açıkçası.
Beethoven’in binasının apartman görevlisinin tipi “Gaddar baba” için uygun bulundu. Laf aramızda, başka aday da yoktu zaten. Diğer oyuncular, gaddar babanın kızı da apartman görevlisinin ailesinden seçildi yanlış hatırlamıyorsam.
Sıra geldi “mekân” seçimine…
“Kurtuluş Parkı’nda çekeriz” dediler, gittik hep birlikte. Zaten Beethoven’e yürüyerek 10 dakika…
Sağa baktık, sola baktık, “şurası iyi, burada çekeriz” diyerek çekim alanlarımızı da saptadık.
Çekim gününü de kararlaştırdık. O güne kadar da kılık kıyafet, aksesuar eksikleri tamamlanacaktı.
Geldik o güne…
Toplandık Beethoven’de, son hazırlıkları yaptık ama çekim için en önemli malzeme yok. Sezer attı elini cebine, koşa koşa gidip REFO’dan 2 makara diapozitif aldık, hep birlikte Kurtuluş Parkı’nın yolunu tuttuk.
Akşamüstü saatleri, ortam güzel, park yemyeşil, ışık da muhteşem…
Başladık çekimlere.
Bizim “Gaddar baba” apartman görevlisi belki hayatında fotoğraf bile çektirmemiş, oldukça zorlandı tabii.
Neyse, ite kaka, zar zor Kâmil Abi’nin istediği bütün kareleri çektik, daha doğrusu sığdırdık 2 makara filme.
Tekrar Beethoven’in yolunu tuttuk yürüyüş kolu halinde.
Sıra geldi çektiğim diaların banyo edilmesine.
Film banyosu deyip geçmeyin, o yıllarda Ankara’da diapozitif banyosu yaptırmak çok kolay değil.
Yazımı okuyan dinozorlar hatırlayacaktır, genellikle Samsun’a ya da İstanbul’a gönderiyorduk filmleri.
Ankara’da da bu işi evinde yapan arkadaşlar vardı. Ama onlar da belli sayıda diapozitif olmadan banyo hazırlayamıyorlardı.
Hepimizin emeğinin sonucu, Kâmil Sönmez’in ve Beethoven’in yeni projesinin umudu 2 makara diapozitifi çıkarıp koydum masanın üzerine.
Samsun’a mı gönderelim yoksa İstanbul’a mı derken Sezer “Ben hallederim” dedi aldı filmleri.
Nereye gönderirsek gönderelim, diaların banyo edilip Ankara’ya dönmesi yaklaşık 1 hafta demekti.
Filmler yıkanıp geldiğinde tekrar Beethoven’de buluşmak üzere dağıldık.
Dikmen’de 4 Mevsim diye bir çay bahçesi vardı. Sık giderdik, güzel çayı, gözlemesi vardı, ucuzdu da üstelik.
Bir akşamüstü arkadaşlarla 4 Mevsim’de otururken “Uyyy foto!” diye bir ses geldi arkamdan, kalktım, Kâmil Abi sarıldı boynuma.
Tanıyanlar bilir, hep güler yüzlüydü ama bu kez daha bir farklıydı kahkahası.
“Abi hayırdır, filmler mi geldi yoksa?” dedim, oturdu yanımdaki sandalyeye. “Filmler geldi da” dedi Karadeniz şivesiyle gülerek, “filmler geldi ama bozuk yıkamışlar”.
Hiç beynimden vurulmadım ama demek öyle oluyormuş, beynimden vurulmuşa döndüm. “Anlamadım?” dedim, “peki projen ne olacak?”
Neşesinde en ufak bir azalma olmadan “Proje iptal” dedi, “yeniden çekmeye zaman da yok para da”.
O anda mosmor oldum zannediyorum. O kadar emek, yeni proje filan derken her şey çöp olmuştu.
“Boş ver” dedi, “projeksiyon olmasa da söyleriz türkümüzü”.
Akşam saatlerinde gittim Beethoven’e, Sezer’le baktık filmlere. Kim yıkamıştı hatırlamıyorum, banyo belli ki bayatmış, ısıyı da ayarlayamamışlar, sonuç hüsran oldu böylece.
Güzel adamdı, keyifli bir insandı, bulunduğu ortamı neşeye boğardı. Kabahat kimin olursa olsun, “yeni proje” çöp olduğunda bile keyfi kaçmamıştı.
Yıldızlar yoldaşın olsun Kâmil Abi, bugün seni anmak varmış.