Genel Yayın Yönetmenliği gibi bazı koltukların “yan etkileri” var. Herkesin değil ama oturanlardan bazılarının kulaklarını sağır ediyor. Koltuk, unutkanlığa neden olduğu gibi ar damarını da çatlatıyor. Gazeteciliğin temel ilkeleri bir kenara itiliyor. Dün yazılanlar, söylenenler hatırlanmıyor bile. Eleştiriler, küfürler, hakaretler duyulmaz oluyor. Neyin haber olup olmadığına Sağlık Bakanı ya da Başbakan karar veriyor. Ve bu ilkesizliği gösterenler, “ne yapsaydım, istifa mı etseydim” diyerek kendisini savunmaya çalışıyor. İşin kötüsü bunu yapanların, izleyiciyi/okuyucuyu salak yerine koyanların, artık yüzleri kızarmıyor! Sahibinin sesi yayıncılığı AKP’nin borazanı olarak halkı kandırmaya çalışmaya bütün utanmazlığıyla devam ediyor.
Ekran başındaki milyonlarca izleyicinin karşısında “Basında 20 onurlu gazeteci varsa…” diyerek binlerce namuslu basın emekçisi onursuzlukla suçlanabiliyor. Gazeteciliğe başlayan hiçbir arkadaşımın mesleğe adım attıklarında “onursuz” olduklarına inanmıyorum. Basında öyle bir onursuz takım vardır ve bu takım öyle etkilidir ki, kimin önünü açıp, kimin önünü keseceklerine onlar karar verirler. İstedikleri için bir güneş olur, parlatırlar, istemedikleri için bir kara delik olur yutar, yok ederler. Kendimi mesleğin içinde bulduğum 78’den beri bu böyledir. Yeri gelir, sendikaya karşı patronun safında olurlar, işyerinde sendikanın yok edilmesine sebep olurlar, yeri gelir askeri desteklerler, yeri gelir AKP yalakası olurlar. Birkaç gün önce başarınız nedeniyle sırtınızı sıvazlarken, birkaç gün sonra esen rüzgârlara kapılıp sizi kapının önüne koyarlar. Bir gün, kendileri de yıllardır çalıştıkları gazetelerinden kovulunca demokrasi havarisi kesilirler. Ama o takım asla genç gazeteciler gibi aç kalmazlar.
Basının içinde bulunduğu bu çamur deryasından da işte bu takım sorumludur. Çektiğiniz atlatma haber fotoğrafını yayınlamazlar, başka gazetede yayınlarsınız. Sonra fotoğrafınızı çöpte bulursunuz, tabii yadırgamazsınız. Haberinizi kafalarına göre kırparlar, hatta hiç yayınlamazlar, bunun adı sansür de olmaz. Siz kim olup da hesap soracaksınız ki? Ancak onların yazıları makaslanınca ya da yayınlanmayınca dünyayı ayağa kaldırırlar, “baskı var, sansür uygulanıyor” diye. Genç gazeteciler işten atılınca çocuğunun iki şişe sütünü alamazken, o takım kovuldukça palazlanır her ne hikmetse.
12 Eylül baskı günleri
12 Eylül darbesinden sonra asker toplumu hizaya getirmeye kararlıydı ya, bu kararlılığı şeklen de göstermeleri gerekiyordu. Kılık, kıyafet, saç, bıyık, etek boyu, aklınıza gelebilecek her şey en ince ayrıntısına kadar asker tarafından belirleniyordu. Tabii gazetecilerin de bu düzenlemelerden payını alması, hizaya getirilmesi gerekiyordu. Günlük kıyafetimiz uygun olmasa da, gerektiğinde takılmak üzere kravatımızı cebimizde bulunduruyorduk. Kravatsız görev yapmak mümkün değildi. Anıtkabir’deki 27 Mayıs törenine geç kaldığımda, Bakanlar ve 12 Eylül cuntasının karşısında Işık Kansu bağlamıştı kravatımı. Herkes hazır, Kenan Evren’in gelmesi bekleniyordu. Bunu şimdi yapmaya kalksanız, mutlaka protesto sayar, miting meydanında binlerce insanın önünde rezil ederler adamı.
Kravat uygulamasından Kara Kuvvetleri Komutanlığı Basımevi’nde vazgeçmek zorunda kaldılar. Matbaa işçilerinden biri, kravatın ucunu matbaa makinesinin merdanesine kaptırınca ölümden dönmüştü. Ucuz atlattı, boynu kırılmadan kurtardılar. Arkadaşları da sayesinde kravat takmaktan kurtuldular.
Öyle zorla, baskıyla kafanıza eseni Evren gibi bir diktatör bile olsanız uygulayamıyorsunuz işte. İnternet yasakları da böyle uygulanamayacak yasaklardan. Yok o görüntü yayınlanmasın, yok Yasin El Kadı var, yok Bilal’in görüntüsü, Başbakan’ın ses kaydı derken alelacele Vimeo’yu kapattılar. Kapattılar ama AKP’nin web sayfasında yayınlanan videoların Vimeo’da host edildiğini kapattıktan sonra anladılar. Kendi propaganda videoları da açılmaz olmuştu.
Uygulanamayacak yasak, otoriteyi sarsar!
Yeni düzenlemeyle TİB, herhangi bir web sitesine Türkiye’den erişimi engelleme yetkisine sahip. TİB’in bu kararına ancak mahkeme yoluyla itiraz edilebilecek. Mahkeme ne zamana gün verir, kaç ay ya da kaç yıl sürer, orası meçhul. Türkiye’den erişim kâğıt üzerinde engelleniyor ama yıllardır süregelen saçma sapan yasaklamalar sayesinde vatandaş bilgisayar canavarı kesildi. Kimi proxy kullanıyor, kimi DNS değiştiriyor, ama mutlaka bir yolu bulup yasaklı sitelere giriyor. Haber portallarının bir kısmı, isabettir ki yurtdışı firmalarda host ediliyor. Almanya’da bulunan bir haber portalı hangi yasaya göre faaliyette bulunacak? Ya Finlandiya’daysa? Basın özgürlüğü sıralamasında 154’ncü sıradaki Türkiye, Finlandiya’ya baskı mı yapacak, “benim sansür kanunumu şu haber portalına uygula” diye?
Komik olmayın! Bir taraftan okullara tablet bilgisayar dağıtıp, sonra da sansür uygulayacaksınız. Yakında görürsünüz o tablet bilgisayarlarla yasakladığınız sitelerde gençlerin nasıl cirit attığını.
Bizlere gelince, hani demiştiniz ya, “bu sanır tanımayan gazeteciler gerçekten sınır tanımıyor” diye. Bizim sınırlarımız var. Bu sınırları gazeteciliğin temel ilkeleri, meslek etiği belirliyor. Hepimiz değilse de önemli bir kısmımız bu sınırlardan başka sınır tanımıyoruz!
Siz yalakalara “Alo…” demeye devam edin!