Son zamanlarda konkordato ilanları yükselişe geçti. Ekonomi Gazetesi’nden Merve Yiğitcan’ın haberine göre; yılın ilk 8 ayında konkordato geçici mühlet kararı alınan dosya sayısı 982’ye yükselmiş. Son yılların aylık bazdaki en yüksek verisi de adli tatilin olduğu Ağustos ayında görülmüş (194 dosya ile). Bu hızla devam ederse yıl sonunda sayının 1400’ü aşması ile istenmeyen bir rekora ulaşılması ihtimal dahilinde gözüküyor.
Ocak 2020’de “Nakit akışı ihmale gelmez” başlıklı yazımda; hem ülkemizin değişken şartlarını dikkate alarak hem de bazı şirketlerin anlamsız rahatlığına bakarak bazı uyarılarda bulunmuştum. Bugün geldiğimiz noktada ise işletme sermayeleri sınırlı olan birçok işletmemizin aldıkları krediyi işletme sermayesi yerine kullandıklarını görüyoruz. Daha da şaşırtıcı olan, muhtemelen krediye ulaşma imkânı olmayan bazı şirketlerin de tahakkuk etmiş vergi borcunu kredi yerine kullandıklarıdır. Vergi cezası ve faiz yaptırımı yanında, bu gecikmelere neden izin verildiğini ve yasal işlem uygulanmadığını açıkçası bilmiyorum. Ancak bu yüksek maliyet nedeni de son liman olan konkordatoya yanaşılmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Bir gözden kaçan hususu daha hatırlatmak isterim. Her konkordato kararı sonucunda nakit sıkıntısına düşecek alacaklı durumdaki tedarikçilerden yüksek faizle borçlanma imkânı bulanlar bu maliyeti fiyatlara yansıtacaklar, bu da enflasyona konkordato katkısı yaparak tüketici kesimini daha da zorlayacaktır.
İşte bu hassas durum sebebiyle, İcra İflas Kanunu’nun İflas Erteleme Hükümleri 15 Mart 2018 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan, “7701 sayılı İcra ve İflas Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkında kanun” ile yürürlükten kaldırılmış ve bu değişiklikle ‘konkordato’nun kapsamı genişletilmiştir. Konkordato, bir borçlunun alacaklılarına mahkeme aracılığı ile yaptığı ödeme teklifinin, alacaklıların en az yarısı tarafından kabul edilmesi ve ayrıca mahkeme tarafından tasdik edilmesi ile devreye girer.
İflas erteleme, sürecin uzunluğundan ve denetleme zorluğundan kaldırılmıştı ama şimdi de yeni uygulamayı ‘iflas erteleme’ gibi kullanmak isteyenler ortaya çıktı. Zira bu süreç borçlu şirkete önemli bir avantaj sağlıyor. Ticaret mahkemesinin konkordato talebini kabul etmesiyle; haciz yoluyla yapılan icra takipleri ortadan kalkıyor. Borçlu bir anda bütün dertlerinden kurtulup, ‘komiser heyeti’ kontrolünde de olsa işlerini rahatça sürdürebiliyor. Komiser heyetinin vereceği raporla geçici mühlet ve nihai mühlet 2 katına kadar uzayabiliyor. Her şirket için zaman kazanmaya dönük bu nihai mühlet büyük avantajdır ve uygulamayı cazip kılan da budur. Ancak iki yıla kadar borçlarından kaçabilen bir şirketin tedarikçilerini ve çalışanlarını mağdur etmeyeceği düşünülemez.
Uygulama sürecinin en önemli aşaması konkordato ön projesini hazırlama çalışmasıdır. Sonrasında da bu ön projeye dayanarak görevli mahkemeye verilecek konkordato dilekçesinin yazılma aşamasıdır. Bu iki hazırlık gerek mali gerekse ekonomik açıdan uzmanlık gerektirmektedir. Bu hizmetin alınacağı uzmanın kalite ve dürüstlük seviyesi en az şirketin fiili durumu kadar mahkeme kararına etki edecektir.
Reel sektörün içinden, “art niyetli adımların önlenmesi” talebi sıkça seslendirilmektedir. Nedeni de; “sorunlu firmaların lehine, sorunsuz firmaların aleyhine” çok sayıda mağdur yaratılmasına izin verilmemesi içindir.
Alacaklılar listesinin hazırlanması da konkordato onayı için büyük öneme sahiptir. Buradaki amaç; hem borç miktarını görmek hem de konkordato müzakerelerinde oy kullanacak alacaklıları tespit etmektir.
Bir önemli aşama da; “konkordato alacaklılar toplantısı”dır. Bu toplantının da amacı; alacaklıları borçlunun mal varlığı hakkında bilgilendirmek ve konkordatoya onay vermelerini sağlamaktır.
Sonuç olarak; konkordato kararı alan şirketlerin borçlularına karşı korunması iyidir de, alacaklıların korunmasına dair önlemler de en az o kadar ihtiyaçtır.
Batmak üzere olan bir gemiden kurtarılacak kazazedelerin sayısı önemlidir. O anda imtiyazlı ve önceliği olan 3-5 kişi için 100 kişi nasıl riske atılamayacaksa burada da benzer bir durum söz konusudur.
Kaldı ki; konkordato fırsatçılığı da artık hem bazı yönlendiriciler hem de bazı istekliler tarafından iş hayatının gerçekleri arasına katılmış bulunmaktadır.
Çünkü, “ödeme gücü olanın da konkordatoya giderek, borcunu vadeye yayıp kâr edebildiği” bilinen bir gerçektir. “Bazı şirketlerin diğer şirketleri geçim kapısı haline getirmeleri” normal düzende bile çok rastlanan bir durumdur.
Ben bu kişileri veya işletmeleri, bir afet sonrasında dağıtılan çadır, battaniye ve yardım malzemelerini afetzede olmadıkları halde toplayıp depolayanlara benzetiyorum. Nasıl ki esas zarar görenlere ulaşması gereken maddelerin ticarete konu edilmesi ile mağdur sayısı artıyorsa; ödeme gücü olduğu halde bu uygulamayı talep eden girişimleri de benzer şekilde değerlendirmeyi isabetli buluyorum. Zira böyle girişimler arttıkça alacaklı durumdaki küçük tedarikçilerin afetzedelerden farkı kalmayacaktır.
Söylemesi zor ama bu salgın önlenemezse zincirleme iflaslar ve işten çıkartmalar artabilir. Tam bir yıl önce zombi şirketlerin ekonomiye olumsuz etkileri açısından (bankalara, iş ortaklarına, rakiplere, küçük yatırımcılara) risk yarattıklarını anlatmaya çalışmıştım. Konkordato taleplerinin artması bir adım daha ötesidir ve korkutan tarafı yıkıcı özellikteki domino etkisidir.
Dolayısıyla verilecek kararlar adil olmalı ve mali tablolar dışında dikkate alınan bir husus da bulunmamalıdır.