Son yıllarda yaşadığımız enflasyon, talep ve maliyet kaynaklı olarak meydana gelmekte, ‘fırsatçılık enflasyonu’ ile de desteklenmektedir. Dolayısıyla fırsatçı kendisine rahat hareket imkânı sağlayan yüksek enflasyon ortamını çok sever.
Dünyada örneğine az rastlanan bu seviyedeki enflasyon yönetim hatalarından kaynaklanmış olup, fırsatçı payı ise bu pastanın üzerindeki krema gibidir. Muhalefet tarafının asli konu olarak hayat pahalılığını sürekli gündemde tutması ama ikinci aşamaya ilgisiz kalması ise hiç şaşırtıcı değildir. Zira kendilerince “Tarımda çöküş” ana temasını zayıflatacak ayrıntılara girmezler. Tarlada 50 kuruş etmeyip çöp olan bazı tarımsal ürünlerin rafta fiyat rekorları kırması da bu kesim için hiç kötü niyet barındırmaz. Dolayısıyla fırsatçının, ülkedeki hatalı politikaların arkasına saklanmasına zemin hazırlarlar.
Bir başka altını çizmem gereken konu da; ‘fırsatçı’ ifadesinin asla üreticilerin, tedarikçilerin, perakendecilerin ve meslek örgütlerinin genelini yansıtmadığıdır. Ancak gıda kategorisinde bütün dünyada fiyatlar gerilerken bizde hâlâ yüksek oranlı artışların sürmesinde, bazı kötü niyetli girişimlerin payı olduğu da iyi bilinmelidir.
Zira;
• Uzun zamandır küresel anlamda fiyatlarımızı birçok ülke ile birim bazında kıyaslarken, son aylarda bunu bıraktık ve döviz bazında kıyaslamalara geçtik. Bu bakımdan marketlerimizin döviz bazında ABD’den, İngiltere’den ve hatta Macaristan’dan pahalı hale gelmesi sadece enflasyonla izah edilemez.
Kaldı ki yerli mallarımızın fiyatlarını birebir İstanbul ile ihraç edildikleri New Jersey Patersan (Sultan Market) arasında kıyaslayan bir vatandaşımızın çalışmasından faydalandık. Ve gördük ki okyanus ötesine aylarca seyahat eden ve önemli bir navlun maliyeti yüklenen ürünlerimiz ABD’de daha ucuza satılabilmektedir.
Fiyat kıyaslamaları dışında ekmek ve simit gibi maliyet artışları ile orantısız fiyat artışlarını da yan yana koyduk. Kırmızı et konusunda dünyanın en pahalı fiyat düzeyine sahip olmamıza rağmen fiyatları tırmandırma gayretlerinin hiç eksik olmadığını birçok yazımızda konu ettik. Kafe, restoran kategorisinin ve taksicilerimizin bazı hatalı girişimlerini de elbette gündemimize almıştık.
Fırsatçılar haksız kazancı 3 şekilde sağlıyorlar. Birincisinde maliyet artışından fazla fiyat artışı yaparak (greedflasyon), ikincisinde içeriği değiştirmek suretiyle kaliteyi düşürerek (skimpflasyon), üçüncüsünde ise aynı paketin içindeki miktarı azaltarak (shrinkflasyon) amaçlarına ulaşabiliyorlar.
Peki fırsatçılar enflasyonu neden seviyorlar?
• Fiyatlardaki esnemenin artması sayesinde oluşan kaotik ortamda kolay hareket imkânı bulabiliyorlar…
• Sık fiyat artışı yapmanın kendilerine haklı gerekçe yaratacağına güveniyorlar.
“Ben sattığım malı aynı fiyattan yerine koyamıyorum, bu nedenle önceden artış yapıyorum” bahanesine sığınabiliyorlar. Yani gelecekte ne kadar maliyet artışı olacağını bilmeden göz kararıyla tüketiciye salma çıkartmayı (keyfi fiyatlandırma) kendilerine hak olarak görebiliyorlar. Müşterinin, “Yine mi zam geldi?” sorusuna kısacık bir cevap yeterli oluyor; “Biz de bundan memnun değiliz ama enflasyon bizi de mecbur ediyor” diyebiliyorlar.
• Müşteri maliyet artışına göre fiyat artışı yapılıp yapılmadığını kolay kıyaslayamadığından bu pişkinlik yanlarına kâr kalabiliyor.
• “Nasıl olsa enflasyonun yükü vatandaşın omuzlarında, sorumluluk da hükümetin kucağında bulunduğundan, yük biraz fazla veya biraz eksik olsa ne fark eder, hiç olmazsa biz kendimizi kurtaralım” tarzında teselli bulabiliyorlar.
• Bu fırsatçılar, “üzüm üzüme baka baka kararır” misali artan cesaretle ve kolayca enflasyon lobisinin kendiliğinden oluşmasına zemin hazırlıyorlar. Ve emin olunuz enflasyonun tek haneye düşmesini hiç arzu etmiyorlar.
• Zira o durumda normal kâr marjı ile yetinmek zorunda kalacaklar ve ilave kâr imkanları kalmayacak. Devletin kontrol mekanizmaları daha randımanlı çalışabileceğinden fazla hareket alanı bulamayacaklar.
Sonuç olarak; enflasyonla mücadelede para cezasının önleyici tedbir olmadığı sektör içinde bilinen bir gerçektir. Maliyete eklenip fiyatları daha da şişirmekten başka işlevi yoktur. Taklit tağşiş ekipleri hayatlarının en mutlu dönemini yaşamaktadırlar. Zira en büyük korkuları olan “markaların zarar görmesi” riski ortadan kalkmıştır. Diğer cezaların ise yıllık bütçesi hazırdır zaten…
Yönetmeliklerde yer almasına ve eskiden düzenli şekilde hile yapan markalar açıklanmasına rağmen listelerin son açıklandığı tarih 1 Mart 2022’dir. Bu tercih enflasyonla mücadeleyi engellemektedir. Herhalde bu 2,5 yıllık ara konusunda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın söyleyecekleri olmalıdır.
Resmî Gazete’de yayımlanan bir karara göre; yurt dışından posta veya hızlı kargo taşımacılığı yoluyla Türkiye’de gerçek bir kişiye gelen ticari olmayan eşyalar için uygulanan 150 euro kıymet bedeli 30 Euro’ya indirildi. AB’den gelen ürünlerde yüzde 18 olan gümrük vergisi yüzde 30’a, diğer ülkelerden gelen ürünlerde yüzde 30 olan gümrük vergisi yüzde 60’a çıkartılmış oldu.
Peki bu değişiklik kimlere yaradı?
İlgili Bakan açık sözlü davranmış ve hangi çevrelerin şikayetine dayanarak bu kararı aldıklarını açıklamıştır. Böylece vatandaşın kalitesiz ürün yanında, fahiş fiyat yönünden de yeterince korunamadığı açığa çıkmıştır.
Bu kararın ardından olacaklara da bir bakalım. Örneğin ülkemizde 6000 TL olan bir ürünü yurt dışından eski vergi oranları ile 4000 TL’ye mal eden ve kendi tedbirini alan tüketici artık bu imkândan mahrum kalacaktır. Yurt içi-yurt dışı fiyatlar hemen hemen vergiyle eşitleneceğinden, fırsatçının zaten fahiş olan 6000 TL fiyatı rekabet tehlikesi geçtiği için 7500 TL’ye çıkacaktır. İşte böylece aradaki fark ‘fırsatçılık enflasyonu’ nu bir üst seviyeye taşıyacaktır.
Yukardaki durumun tek mağduru sabit gelirliler olurken ve bu hazin durum sürerken, “nasıl olsa bizi ilgilendirmiyor” diyerek kayıtsız kalanlar, çok yakında kendilerini de ilgilendirdiğini görecekler. Zira o gün geldiğinde ucuz kredi de kurtarmayacak, zira ürünü satacak müşteriyi bulmak zorlaşacaktır.