Gazeteci dostum Faruk Bildirici tarafından “Maskeli Leydi” adıyla kitaplaştırılan, Prof. Tansu Çiller, acaba askerî kanadın bir projesi miydi?
Rahmetli Gazeteci arkadaşım, Hürriyet yazarı Yavuz Gökmen’in “Güzel sarışın kadın” yakıştırması yaptığı Çiller “Made in USA” damgasının altında gizlenmeye çalışan bir bilim kadını mıydı?
Yoksa, Dokuzuncu Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel açısından “aranılan kan” mıydı?”
Bu sorulara yanıt bulmak için Çiller’in ilk günlerine gitmekte yarar var sanırım.
Yani gerilere…
Özal’ın iktidara geldikten sonra, Demirel’in yasaklılığın bittiği yıllara…
Türk Siyasi hayatına “kadın”ın henüz damgasını vurmadığı yıllar.
Yani “kadının topuk sesleri” henüz duyulmuyor.
Demirel henüz yasaklı…
Yasakların kalktığı yılın başında, Demirel politikaya yeniden soyunuyor…
Eski kadrosu var ama eksik. Çoğu 1980 askeri darbesi nedeniyle siyasetten ayrılmış, ya da “tırsmış” vaziyette…
Neticede yeni isimler bulmakta zorlanıyor.
O sıralar bir gazeteci merakı ve haber toplamak amacıyla “Neler yapıyorlar acaba?” diye DYP Genel Merkezi’ne uğramayı planlıyorum.
DYP’nin Akay’daki genel merkeze gittiğimde, Süleyman Bey’i kendisini ziyarete gelenleri seçmen ve hayranlarını kabul ederken buluyorum.
Haftada bir düzenlenen “halkı kabul etme” günlerinden biri…
Ben de sıradayım.
Elini uzatırken “Hoş geldin Sezai hayırdır?” diyen Demirel’e “İşim haber toplamak” diye gülerek yanıt verince “Hele bi kenarda duruver, seninle konuşayım” dedi.
Hemen sıradan çıktım.
Anladım ki keyfi yerinde değil yani konuşma arzusunda.
Salonun bir köşesinde sandalyeye ilişiverdim.
Halkla “rutin” görüşme saati sona erdi.…
Yani “Hoşbeşlerden” sonra salon boşaldı ve Demirel “Hadi meclise gidelim seninle, yolda konuşuruz” dedi…
Makam otosu kapıda hazırdı…
Araca bindikten sonra sohbetimiz başladı…
Tabii konu siyaset…
“Bak kardeşim, askerî yönetimler yani darbeler siyasetçileri adeta biçiyor. Politikacı haklı olarak darbelerden sonra başına geleceklerden korkuyor. Yani darbe siyasetçiyi adeta doğruyor. O zaman ne oluyor?
Siyasette görev alacak insan sayısı azalıyor.”
Ben de başımla tasdik ediyorum.
Demirel devam ediyor:
“Kala kala el atmadığım alanlardan biri olarak üniversiteler kalıyor. Acaba oralardan siyasete yarayacak insan bulabilir miyim?”
Demirel’in bu sözleri aklımın bir köşesinde kalıyor.
Demirel sanırım yıllar sonra aradığı “kanı” Tansu Çiller’de buluyor.
Kim tavsiye etti, Çiller’e nasıl ulaştı?
Hakkında kimler araştırma yaptı?
Bilemem…
Ama Tansu hanımın görev yaptığı dönemin hiç de iç açıcı olduğuu söyleyemem.
Demirel en sıkıştığı dönemde Çiller’i tercih etmek zorunda kaldığını sonradan öğrendim.
Gerçekten yanlış tercih yaptığını yıllar sonra en yakın arkadaşlarından birine yakına yakına anlattığı söylenir.
İlginç bir siyasetçiydi eski başbakanlardan Tansu Çiller…
1991 Genel Seçimlerinde İstanbul milletvekili oldu.
Demirel’in kurduğu koalisyon hükumetinde (1993) önce ekonomi, daha sonra Dışişleri bakanı oldu.
Rahmetli Necmettin Erbakan başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinde başbakan yardımcısı oldu.
Çiller döneminde, PKK’nın ABD tarafından terörist örgütler listesine alınması sağlandı.
PKK ile mücadele yıllarında “çözüm” yerine adı konulmamış “iç savaşı” tercih etti Çiller.
Akıllarda yer edecek “katliamlar” dönemi yaşandı.
12 Eylül 1980 askerî darbesi ve sonrasında Kürt vatandaşlara yapılanları aratmayacak bir döneme imza attı.
Askerî yönetimin yarattığı faili meçhullerin üzerindeki “esrar perdesi”ni kaldırma yerine, nerdeyse aynı siyaseti izleyerek bölge halkı için bir çözüm üretme yolunu tercih etmedi.
Garip takıntıları ve dikkat çekici halleri de olmadı değil.
Özellikle “unutmalar” “karıştırmalar” konusundaki gafları akıllarda yer etti.
İşte Çiller döneminden “tuhaflıklar” özeti.
Misal; Randevu saatleri umurunda değildi. Her yere mutlaka en az yarım, en çok bir saat kadar geç gelirdi.
Korumalar bunu bilirlerdi…
Kendi aralarında konuşurken bu tarafıyla “fıkra”lar üretirlerdi.
Cami, ev ziyareti gibi temaslarında, ayakkabılarının başında nedense hep koruma polisi beklerdi.
Ya da bekletilirdi.
Belki de eşi Özer Bey, korumaları önceden uyarırdı, bilemeyiz.
Pahalı ayakkabılar, giysiler giydiği muhakkaktı.
Mesela ayakkabıları Prada markaydı.
Ne de olsa dünya markası.
Fiyatı servet mesabesinde…
Ya çalınırsa?
Konuşmalardan önce “unuturum” endişe ve korkusuyla, önceden notlar yazardı.
Ancak elinde not olsa da konuşurken mutlaka şaşırırdı.
En unutulmaz şaşırmalarından biri de, “Bu bacınızın önünü açın, arka verin.” şeklindeydi.
Buna “dil sürçmesi” de denilebilir açıkçası…(!)
Yine bir gün “Belde belde, köyde köyde dolaştım,” diyerek dilimizde kafiyenin tanımı zor, tarifi güç örneklerinden birini bilmeyerek bizlere sunmuştu (!)
Bir başka gezisinde ise tüm gazetecileri göstererek, yani meslektaşlarımızı işaret ederek “Bakınız kartel medyası,” diye yüksek sesle tanımlamaya çalışmıştı.
Evlere şenlikti velhasıl. Çiller döneminde bir de “para kaptırma” olayı dillere düşmüştü.
Selçuk Parsadan adlı bir genç dolandırıcıya sayın Çiller “Örtülü Ödenek”ten para kaptırmıştı.
Yani, “devletin kasasından dolandırılmak” olayının ilki Çiller sayesinde yaşandı.
Özetle; “Siyasetçi bulmakta zorlanıyorum ama arayacağım” diyen rahmetli Demirel’in, bula bula Çiller’i bulması gerçekten “traji-komik” bir tesadüf…
Sonradan çevresinden duymuştum…
Demirel, yaşarken yaptığı hatayı anlamıştı ama çok geçti…
İşte anlattığım bu Çiller şimdilerde yine siyasete soyunuyormuş.
Üstelik sayın Erdoğan’ın MHP’den sonraki ikinci “istepnesi” gibi…
İyi soyunmalar… Ne diyelim ki…