“Teoman Erel, artık nesli tükenmekte olan, “has” gazetecilerden.
“İstanbul’da gazeteler vardır, Ankara’da ise gazeteciler” dedirten türden.
İlhami Soysal, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu gibi gazeteciler kuşağından. Mesleğe 27 Mayıs 1960 Devrimi öncesinde Akis dergisinde başlayan, daha sonra Vatan, Dünya, Yeni İstanbul, ANKA Ajansı, Milliyet, Güneş, Günaydın, Bugün ve Meydan gazetelerinde unutulmaz haberlere imzasını atan, cumhuriyetçi, halkçı, devrimci bir ağabey.
Erel’in “iyi bir gazeteci nasıl olmalı?” sorusuna verdiği cevap yalın: “İyi gazeteci, kendisininki başta olmak üzere gazeteleri iyi okuyandır.
“TOKER ŞİMDİ YAŞASAYDI…”
Metin Toker, Erel’in ölümünden sonra şöyle diyor:
“Genç Gazeteci, bu kremaya kaşık sallatılan ‘her efendinin yağdanlığı’ birkaç vitrin meslektaşını değil de İlhami’leri (İlhami Soysal), Teoman’ları kendine model seçmekte zorlanmaz mı? Zorlanır tabii, ama unutmayabilir de; İlhami’lerin,Teoman’ların yazdıkları hep ses getirmiştir, uzun vadede etki yapmıştır. Yağdanlıklar ise paraları pulları ne olursa olsun, geniş kamuoyu için itibarsızlık çukurunun en altındadırlar. Yağladıkları da öyle değil mi?” (8 Temmuz 1994 Milliyet)
Toker, 20 yıl önce “yağdanlıklar” dan söz ediyor.
İnsan merak ediyor. Acaba medyanın şimdiki halini görseydi ne derdi Toker!”
Yukarıda alıntıladığım yazı, gazeteci arkadaşım rahmetli Teoman Erel’in gazeteci oğlu Hasan Erel’e ait.
Hasan Erel, babasının mesleğini seçerek hayata atılmış başarılı bir gazeteci. Belli ki babasının mesleğini, izlemiş olduğu etik yolu isteyerek ve bilerek seçmiş.
Bu açıdan Teoman eğer hayatta olsaydı, oğlu “babasının yüz akı bir evlat” olarak anılacaktı.
Evet…
27 yıl önce genç denecek yaşta aramızdan ayrılan Teoman Erel için ne yazılsa az.
Onu tanımak için aynı, dönemde gazetecilik yapmış olmak gerek.
Gerçekten, bir dönemin siyasetini de iyi bilmek demek.
Gazeteciler arasındaki dayanışmayı yaşamış olmak demek.
Sadece “çalışmış” olmak değil, “başarılı” olmak gerek.
Meslek yaşamında kimseyi kırdığını hatırlamıyorum.
Evet muzipçe bakışları ile her an espri yapmak için fırsat yaratmayı seven biri izlenimi verirdi.
Lafı gediğine koymaktan keyif alırdı…
Günlük çalışmalarında “ciddiyet” vazgeçmediği ilkelerin başında gelirdi.
Özellikle Ankara Ajansı (ANKA) döneminde rahmetli Uğur Mumcu ile sık sık çatıştıkları, araya rahmetli Örsan Öymen’in girmesiyle işi “gırgıra” vurdukları dilden dile dolaşırdı.
Sert mizaçlı olabilirdi ama kavgacı değildi.
Daima iddialıydı.
İlkelerinin başında haber kaynağını “sağlam” seçmesi gelirdi.
Belki Ankaralı gazetecilerin hepsi için geçerli bir ilke ama Erel için bu ilke daha ön plandaydı.
Gazetecilik ona yakışıyordu.
Hem de çok…
Erken ayrılmak yakışmadı.
Hem de hiç.