DÜNE BAKMA DURAĞI
Soğuktu ve yağmur yağıyordu. Nefesleriyle parmak uçlarını ısıtıyorlardı koca koca adamlar. “Yağmur yağsa da kıyamet kopsa da yürüyeceğiz” diyorlar, sarsılmaz bir inançla atıyorlardı adımlarını. Ankara ayak sesleriyle sarsılıyordu. Ucu bucağı görünmüyordu kortejin. Koca bir kent yürüyordu… Gemileri yakmışlardı bir kere Zonguldaklı madenciler. “Ölüm olsa sonumuz, Ankara’dır yolumuz” diyor ayak diriyorlardı dönmemek için. Ankara’ya, Çankaya’ya dikmişlerdi gözlerini.
ÇANKAYA’NIN ŞİŞMANI
12 Eylül sonrasının “Tonton”u Turgut Özal artık, “Çankaya’nın şişmanı”ydı onlar için.
1990’nın son haftasında “Zonguldak kömür havzasında işçiye verilen ücret, sattığınız kömürün bedelini karşılamıyor… Zararı 500-600 milyarı buluyorsa yarın yüzde 60 zam verdiğiniz zaman bu açık, bu zarar 1 trilyonun üstüne çıkar. Kim ödeyecek bu parayı? Devlet baba ver bakalım diyecekler. Devlet nasıl verecek? Ya vergileri arttıracak ya da para basacak…Üretim olmayan yere haddinden fazla para verirseniz enflasyonu körüklersiniz” demişti Özal. Ucuz, pahalı demeden elden çıkartılmalıydı ona göre TKİ. O böyle dedikten iki gün sonra grev kararı almıştı Genel Maden İş Sendikası. Grev önlükleri giyildikten birkaç gün sonrada lokavt ilan etmişti hükümet. Yıldırım Akbulut başındaydı hükümetin. Kış bastırmıştı…Bir aydan fazladır maaş almayan, elde avuçta ne varsa tüketen işçi zordaydı; hükümet ise işçiyle masaya oturmak yerine “İthal kömür” için Afrika’ya kadar gitmişti. İşçi dayanışmasının olduğu günlerdi 90’lar. Güney Afrika’da tam da kömür gemilere yüklenecekken liman işçileri Zonguldak’taki madencilerle dayanışma için eyleme başlamıştı. Eli boş dönmüştü gemiler Türkiye’ye. 29 yıl önce bugünlerde 3 Ocak’ta Türk-İş genel grev için şalterleri indirmişti.
100 BİN İŞÇİ YÜRÜDÜ
Ertesi gün sendika, “Ankara”ya gidiyoruz diyince dalga dalga yayılmıştı bu haber kente. Binden fazla otobüsü İstanbul’dan çıkmadan durdurmuştu hükümet. Boşuna bekliyordu işçiler otobüsleri. Sendikanın penceresinden yarı beline kadar sarkan Şemsi Denizer, “Arabalarımızı engellediler. Arabayla gidemiyoruz” dedi sakince ve ekledi: “Ama ayaklarımız var. Yürüyeceğiz…” O gün koca kent birkaç saat içinde binlerce yolcusu için hiç durmadan çalıştı. Battaniye, şemsiye, sağlam bir çift ayakkabı, yiyecek ne varsa bulup buluşturdu hızla…
Sofrasını yerin 300 metre altında gazete kağıtlarının üzerine kuran adamlar yola çıkmıştı bir kere. Sadece onlar mı? Ya kadınlar? Denizer onlara burada kalın demişti ama yanları sıra yola dökülmüştü kadınlar eşlerinin. Kucaklarında çocuklarıyla… Hazırlıksız, akşama dönecekmiş gibi çıkmıştı çoğu ellerinde yollukları, ayaklarında tokyolarıya… Devrek’e vardıklarında sayıları 100 bini bulmuştu. 5 koca gün boyunca her gün biraz daha üşüyerek, acıkarak, ayaklarındaki yaraları sara sara yürüdü işçiler. Denizer soğuktan, işçilerin kaybından korkuyordu. Sonunda, “Ankara’ya topluca yürüme imkânı yok” diyerek geri dönmelerini istedi onlardan. Kendisi de sonuçsuz görüşmeler için Ankara’nın yolunu tuttu. Görüşmeler bitmeden ilk Körfez Savaşı patlak verince apar topar grevleri erteleyiverdi hükümet. 2 aylık ertelemenin ardından ilk görüşmelerin de gerisinde bir rakamla bağıtlanıverdi toplu sözleşme…Cumhuriyet tarihinin en büyük işçi yürüyüşü Körfez Savaşı’nın gölgesinde kalmış; Büyük Madenci Yürüyüşü kazanımlara dönüşememişti. Sonraki günler “Özelleştirme Savaşında” da yenildiğini gösterecekti Zonguldak’ın…Pek çok insan Denizer’i suçladı geri dönüş kararı nedeniyle. O tarihten sonra üçe bölündü koskoca kent; Bartın ve Karabük de il ilan edildi. Tek kaybeden işçiler değildi ama; bu yürüyüşten 10 ay sonra yapılan seçimlerde ANAP, 115 sandalyeyi ancak alabilmiş, 8 yıllık iktidarına veda etmişti.
Ne diyordu işçiler: “Silkele Başkan Düşecekler…!”
Not: Fotoğraflar için Sevgili Mehmet Özer’e içten teşekkürler…