Rusya’da özel şirket ordusu Wagner’in Devlet Başkanı Vladimir Putin’e isyanı, Ukrayna’da Azov Taburu’nun marifetleri, CB Recep Tayyip Erdoğan’ın taraflar arasında “ağır abi”ye öykünen tripleri de olmasa, Ukrayna savaşı savaşanlar dışında kimsenin umurunda olmayacak. Öylesine sıradanlaştı, rutinleşti yani. Oysa ne canlar gidiyor, ne ocaklar sönüyor!
Yinelemeye gerek yok, “Ukrayna savaşı” diye adlandırılsa da gerçekte ABD ve Avrupalı müttefikleri ile Rusya arasında emperyalist paylaşım savaşıdır. Ukrayna’da resmî orduların yanı sıra Wagner ve Azov Taburu gibi paralı askerler de savaşıyor.
Wagner, ezici çoğunlukla, savaşmak üzere cezaevlerinden salıverilen mahkumlardan oluşuyor. Kurucusu Yevgeniy Prigojin Sovyet döneminde gasp ve hırsızlık suçundan 10 yıl hapis yatmış. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra sosisli sandviç satışıyla yola koyulmuş, okulların ve kışlaların yemek ihaleleriyle oligark olmuş; 2012’de Putin’in izniyle paralı asker ordusu Wagner’i kurmuş. Ortadoğu’da ve Afrika’da Rus ordusunun yanında savaşlara katılmış. Ukrayna’da 60 bin kadar askerinin olduğu söyleniyor.
Ukrayna’daki Azov Taburu da benzer paramiliter bir çete. Apaçık Neonazi bir çete; daha çok, ülkedeki sosyalistleri ve ayrılıkçı Rusları hedef alan terör eylemleriyle biliniyor.
Savaşın on yedinci ayında çok daha net görülüyor ki, Rus ordusu Ukrayna’da bataklığa saplanmıştır; artık sadece Ukrayna ordusu ile değil Wagner ile de savaşmaktadır. Wagner’in doğrudan Kremlin’i hedef alan isyanı şimdilik uzlaşmayla bastırılabildi. Türkiye’yi yönetenler bu olaydan gereken dersi çıkarırlar diye temenni etsem de, boşuna bir temennidir. Kimileri İstiklal Harbi yıllarındaki Çerkez Ethem isyanına benzetiyor; benzerlik nereye kadar, bilemiyorum.
CB Tayyip Erdoğan bu savaşta taraflar arasında; bir yanda NATO, ABD ve Avrupa, öbür yanda Ukrayna ve Rusya ve Türkiye… Öyle bir raks ediyor ki tutabilene aşk olsun! Fena raks etmiyor. Aslında damardan NATO’cu ama İsveç’in üyeliğine güya taş koyuyor. Esir takası anlaşması uyarınca Türkiye’de tutulması gereken Azov komutanlarını Ukrayna Başkanı Zelensky’ye teslim ediyor. Dahası Ukrayna’nın NATO’ya katılmasını öneriyor. Putin’in canını sıkacağını bile bile bu adımları atıyor. Ne demeli? Siyasette nezaket olmadığı gibi diplomaside de nezakete yer yoktur! Bakalım Putin bu adımlara nasıl karşılık verecek, göreceğiz.
***
Dediğim gibi, Rus ordusu Ukrayna’da bataklıkta debeleniyor. Ajans haberleri doğruysa Rusya lideri Putin, savaşta hizmetlerinden dolayı ödül alan askerlere Kırım, Sivastopol ve Moskova’da bedelsiz arazi verilmesine ilişkin tasarıyı imzalamış. Savaşta ölen askerlerin yakınlarına da sosyal destek verilecekmiş. Askerlere moral vermesi için profesyonel müzisyenlerden oluşan topluluklar cepheye gönderilecekmiş…
Bu arada, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) gündemindeki dosyalara göre, Rus ordusu, Ukraynalı çocukları Rusya’ya götürüp Rus ailelere evlat veriyormuş. Putin, çocukların süratle evlat edinilmesi ve Rus vatandaşlığı kazanabilmesi için gereken bürokratik süreci kısaltan özel yasalar, kararnameler çıkarmış…
Putin’in askerleri teşvik amaçlı bu kararlarını okuyunca Osmanlı askerinin nasıl ve hangi güdüyle savaştığı, padişahın özel koruma gücü Yeniçeri ordusunun nasıl kurulduğu sorusu geldi aklıma ister istemez. Sahi, Osmanlı askeri nasıl savaşıyordu?
***
Resmî ideolojiye maruz kalmış herkes bilir, Osmanlı askerinin savaşları destansıdır.
Örneğin, Mısır seferi için yola çıkan Yavuz Sultan Selim, Gebze yakınlarında mola vermiş. Etrafta üzüm bağları ve elma bahçeleri. Yeniçeri Ağasını çağırmış, emrini vermiş:
– Bütün askerlerin heybeleri aransın. Heybesinde çalıntı bir meyve veya başka bir şey çıkan askeri bana getirin!
Askerlerin heybeleri aranmış, hiçbirinde meyveye veya çalıntı bir şeye rastlanmamış. Durum bildirilince Yavuz çok sevinmiş, Allah’a şükretmiş:
– Allah’ım sana sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu verdin. Eğer askerim içinde tek bir kişi dahi, sahibinden izinsiz bir meyve koparıp yeseydi ve ben bunu haber alsaydım, Mısır seferinden vazgeçerdim.
***
Kanuni Sultan Süleyman’ın askeri de farklı değilmiş! Avusturya seferlerinin birinde ordu Avrupa’ya ilerlerken, gayr-i müslim köylerden de geçiyor. Mola verildiğinde Hristiyan bir köylü, padişahın huzuruna geliyor:
– Sultanımız! Askerlerinizden biri bağımdan üzüm koparmış ve yerine de parasını asmış! Size teşekkür ve tebrike geldim.
Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman, o askeri buldurtup seferden men ediyor. Buna hayret eden Hristiyan köylüye de şöyle diyor:
– Askerin hâli, zaferin ve nusretin ilk adımıdır. Eğer o asker, parayı üzümünü aldığı asmaya bağlamamış olsaydı, bu ordunun adı zalimler ordusu olurdu ve o askerin kellesi giderdi. O parayı asmaya bıraktığı için kellesini kurtardı, ancak sahibinden izinsiz mal aldığı için seferden men cezasına çarptırıldı…
Ülkeler işgal edilecek, köyler şehirler yağmalanacak; öldürülenlerin kadınları cariye, çocukları esir edilecek… Ama sefere gidilirken köylünün bağından izinsiz koparılan üzüm salkımının yerine parası bırakılacak… Kim inanırsa artık?
Ben öyle desem de inanan o kadar çok ki! İşte, şeriatçı faşizmin en pespaye gazetesinin “ATALARIMIZIN KÜLTÜRÜ MERSİN’DE YAŞATILDI” başlıklı haberi:
Yüzyıllar önce Osmanlı askerlerinin geçtikleri üzüm bağından yedikleri üzümün parasını bırakma kültürü Mersin’in Tarsus ilçesinde sürdü. Mersin’de pikniğe giderken yolda gördükleri bağdan salkım üzüm koparan piknikçiler, tarla sahibine poşet içerisinde para bıraktı. Tarsus ilçesinde piknik güzergahı olan Akçakocalı Mahallesi’ndeki İbrahim Torun’a ait üzüm bağından birkaç salkım üzüm alan kimliği belirsiz piknikçiler, kopardıkları üzümler için tarla sahibine poşet içinde 45 lira bıraktı. Piknikçilerin bıraktığı paranın yanında, “Amca üzümden aldık hakkını helal et. Parasını bıraktık” notu da bulundu. (Yeni Akit, 30 Haziran 2023)
***
OSMANLI BOSNA’YI NASIL FETHETTİ?
Resmî ideoloji ve medya böyle telkin etse de, gerçekten de Osmanlı mertçe mi savaşıyordu? Savaşlarda mertlik nereye kadardır? Yanıtı Osmanlı’nın ilk resmî tarihçisi Aşıkpaşazade versin:
Bölüm 139: Bu bölüm Bosna vilayetinin fetholduğunu ve padişahın o fetihte ne yaptığını açıklar. Semendire fetholduktan sonra padişah Bosna kralına adam gönderdi ve “Ya haraç ver ya da üzerine varırım” dedi.
Bu adam geldi ve Bosna kralına padişahın yazılı hükmünü verdi. Kral yazıyı okudu, ne yazıldığını görünce yanındaki kâfirlere “Bu Türk’ü tutun, öldürün” dedi. Elçiyi tuttular, bağladılar. Kralın yanındaki bir vezir, “Ne yaptın! Bosna vilayetini harap ediyorsun, kendine de yazık ediyorsun. Hele şimdi bu Türk’ü tuttun ya, bu yanlışın altından zor kalkarsın” dedi.
Sözün kısası elçiyi öldürmeye cesaret edemediler. Bir nice gün hapsettikten sonra serbest bıraktılar. Elçi geldi, gördüğü durumu söyledi. Padişah durumu öğrenince İslam gayreti kendisine galebe çaldı ve İslam askerini toplayıp gaza niyetiyle yürüdü. Bosna vilayetine girdi. Bosna kralı kaçtı. Bir sarp yerde hisar vardı, ona girip sığındı. Padişah da Yayıcsa (Yayca) adındaki hisarı kuşattı ve bekledi. Kralın bir hisara sığındığı haberi kendisine ulaşınca, Mahmud Paşa’ya “Tez yürü, kralın üzerine var ve hisarı kuşat” dedi.
Mahmud Paşa kralın bulunduğu hisara vardı ve krala “Bize bir adamını gönder, söyleyecek sözümüz var” dedi.
Kralın gönderdiği adam Mahmud Paşa’ya “Ne buyuruyorsunuz?” dedi.
Mahmud Paşa kraldan gelen adama “Senin kralın yanındaki işin ne?” diye sordu.
Bu kâfir “Ben onun babasından yadigâr bir askeriyim, ailesinin de mahremiyim” dedi.
Mahmud Paşa, “Madem sen bu kralın mahremisin, onun iyiliğini düşünüyor olman gerek. Bu gelen padişahın kim olduğunu bilir misiniz?” dedi.
Kâfir “Bu gelen Türk padişahıdır” dedi.
Paşa “Hâlâ tam anlamamışsın. Bu gelen padişah İstanbul’u, Trabzon’u, Midilli’yi, Sırbistan’ı, Mora’yı ve bunca padişahların vilayetlerini alıp kendi kullarına veren padişahtır. Şimdi aklınızı başınıza alın da nasihatımı kabul edin ki, bu dünyada rahat edebilesiniz” dedi.
Kâfir “Sen ne dersen ben onu yapayım” dedi.
Mahmud Paşa, “Benim diyeceğim şu: Kral gelsin, padişahın elini öpsün ve haraç vermeyi kabul etsin. Hisarların bazılarını padişaha versin. Padişah da o hisarlara kendi kullarını koysun da devletle kendi vilayetine dönsün. Eğer benim nasihatımı kabul ederse, hem kendisi hem kendi vilayeti hakkında iyi olur. Aksi takdirde ne olacağı bellidir” dedi.
Sözün kısası bu kâfiri Mahmud Paşa ikna etti. Kâfir, krala Paşa’nın sözünü nakletti ve paşanın bu konuda ahit verdiğini söyledi. Kral da söylenilenleri kabul etti. Kral zaten daha önce padişahla ilgili bilgi toplamıştı ve kendisi kafese girmiş kuzgun gibiydi.
Sözün kısası kral Mahmud Paşa’nın verdiği söze inandı, kâfirler de bu anlaşmaya razı oldu. Kral hisar kâfirleriyle birlikte hisardan çıktı. Gelip Mahmud Paşa’yla buluştu. Mahmud Paşa kralı teselli etmeye çok çalıştı.
Mahmud Paşa kralın önüne düşüp onu hünkâra götürdü. Mahmud Paşa’nın kralla ahitleşmesinden padişah hoşnut olmadı. Bu işe incindi. Zira padişahın istediği bu hisarları kendi eliyle fethetmek idi. Bazı hisarların kralda kalması karışıklığa yol açabilirdi. Ayrıca akıncılar da istila ve harp için gelmişlerdi.
Hünkâr “Mahmud! Bu vilayet madem bu kadar kolay alınır imiş, o zaman niçin bu akıncıları bu vilayete akına gönderdin” dedi. Padişahın Mahmud Paşa’la kırgınlığına ilk bu sebep oldu. Padişah durumu alimlere arz etti: bunların kanları ve malları helal midir? O seferde Mevlânâ Şeyh Ali Bestami adında aziz ve âlim bir kişi de bulunuyordu. “Ben Sultan Bayezid-i Bestami neslindenim” diyen o kişiye musannifek denirdi. O “Bunun gibi kâfirleri öldürmek gazadır” diye fetva verdi. Hem de krala ilk kılıcı o vurdu. Kralı öldürdüler, diğer iki kâfirin de işlerini kapıcılar odasında bitirdiler.
Bütün bu kâfirlerin hazinelerini padişaha getirdiler ve akıncılar da çok fazla ganimet elde ettiler. Öyle ki esir ve mal almamış hiçbirisi kalmadı. O vilayetteki hisarlarda ve şehirlerde buldukları hazinelerin hesabını ancak Allah bilir. Bu hisarların içine padişah kendi adamlarını koydu. İzveçay hisarında kralın küçük kardeşi bulundu.
İşbu fethin tarihi, Sultan Mehmet Gazihan eliyle hicretin sekiz yüz altmış yedisidir (M.1462-63).
***
Özetle, Osmanlı padişahı Bosna kralına elçi gönderip, “Ya haraç ver ya da üzerine varırım” diye tehdit ediyor. Ardından Veziriazam elçi olarak gidiyor; kral, teslim oluyor; teslim anlaşması yapılıyor. Bu durumda ganimet yok. Ama “istila ve harp için gelen” Osmanlı padişahı ve akıncılar buna razı olmuyorlar; teslim olan Bosna kralının başı kesiliyor, ganimete konmamış, esir ve mal almamış kimse kalmıyor… Osmanlı’nın kazandığı savaşların tamamı böyle.
Osmanlı, Rus, Fransız, Alman, İngiliz, Amerikalı, Arap vs… Tümünün savaşları böyle.
Yazının son tümcesi olarak ne diyeceğimi bilemedim.