Şubat enflasyonu yıllık olarak yüzde 15,61’e yükseldi. Bize göre herhangi bir sürpriz yoktur. 3-4 ay önceki öngörülerimiz arşivde duruyor. Enflasyonun düşüşe geçeceğine dair görüşler ise internet ortamında kolayca bulunabilir.
Beklenen enflasyon çok hassas bir konudur. Çünkü reel faiz buna göre hesaplanır. Ancak altı ay sonraki enflasyonu ne kadar düşük tahmin ederseniz o kadar yüksek reel faiz verdiğinizi ilan etmiş olursunuz. Sonra da vatandaş vade sonu geldiğinde eksi reel faiz aldığını görünce iş işten geçmiş olur.
TCMB yönetiminin değiştiği tarihe kadar uzunca bir süre reel faiz eksi idi. Yeni yönetimle birlikte politika faizinin artırılması sonucunda reel faiz artıya geçmişti. Ancak enflasyonun yükselme eğilimi ile birlikte tekrar eksi reel faize dönülmüş oldu.
Şu anda MB politika faizi yüzde 17 olup, buna göre reel faiz eksidir. Piyasada ayaküstü hesaplandığı şekilde Reel faiz = % 17- % 15,61 = % 1,39 değildir.
Bu hesap, nominal faizden % 5 stopaj kesintisinden sonra kalan net nominal faize göre yapılır. Net nominal faiz yüzde 16,15’e düşeceğinden, beklenen enflasyon da en az 1 puan fazlasıyla yüzde 16,61’e yükseleceğinden; Reel faiz = 16,15 – 16,61 = – % 0,46 çıkar. İnce hesapla (başka bir formülle) küçük bir değişiklik olabilir ama sonuç pek fazla değişmez.
Eksi reel faiz, tasarruf sahibinin satınalma gücünü zayıflatır. İşte bunun için korunma iç güdüsü ile TL’den kaçış yaşanmıştır. Dolayısıyla 18 Marttaki PPK toplantısında faiz artışı beklemekteyim.
Tüketici, bir taraftan yüksek enflasyon ve devamlı artan fiyatlardan olumsuz etkilenirken, diğer taraftan da tasarruflarının erimesi endişesini taşımaktadır.
Evet stopaj oranlarının düşürülmesi ve faiz oranlarının enflasyona göre ayarlanması olumlu bir gelişmedir ama yukarda anlattığım sebeplerden dolayı dolarizasyonun önlenmesine yetmemektedir.
Çünkü ekonomi yönetimindeki değişikliğin ardından, 675 baz puanlık faiz artışı ile birlikte dolar 7,52’den 6,95’e kadar düşmüştü. Şimdi 7,65’i geçmiştir. Evet ABD tahvil getirilerinin yeniden yükselmesi küresel piyasalarda baskı unsuru olmaya devam ediyor ama TL en sert kayıpların yaşandığı birkaç para biriminden biri oluyor. Yani sebep küresel iken, sonucu bize özel olabiliyor.
İşte önemli sorun budur. Zira beklenen enflasyonu da olumsuz etkiliyor.
Enflasyonu düşük seviyede yaşayan batı ülkelerinde ise; 2 sene boyunca değişmeyen fiyatları ve 2 sene arayla aynı alışverişi aynı fiş tutarı ile gerçekleştirenleri canlı örneklerle çok anlattık. İşte satınalma gücü budur.
TCMB’nin, geçtiğimiz günlerde bankalara gönderdiği bir yazışmada; “Bankanızdan yapılacak nakit çekilişlerinde küçük kupürlü banknot talebinin artırılması, hane halkının doğrudan nakde ulaşım kanallarından olan ATM’lerde 200 TL’lik kupürlere yer verilmemesi, bankamız politikalarına katkı sağlayacaktır” deniyor. Evet gelir seviyesine göre bu bir kolaylıktır. Ancak satınalma gücüne ve enflasyonla mücadeleye katkı yapacağını beklemek fazla iyimserlik olur.
Bir bankacı bu konuda demiş ki; “Bir ülkede kupürler ne kadar büyürse satınalma gücü o kadar düşer.” Hiç ilgisi yoktur. Paranın birim değeri aynı, fiyatlar seviyesi aynı, tüketici geliri aynı kaldıktan sonra hiçbir değişiklik olmaz.
Ama başka bir şey olur!
Göz yanılması ile tüketici motivasyonunda fark oluşabilir. Buna dayanarak da böyle bir algı yönetimi tercih edilmiş olabilir. Evet vatandaşın satınalma gücü düştü, çünkü reel geliri azaldı. Yoksa cüzdanındaki 1000 TL parası, 5 adet 200 TL’den veya 20 adet 50 TL’den oluşsa, yapacağı alışverişin miktarı değişmez, sadece cüzdanın şişkinliği değişir. Bu durumdan tüketici psikolojisinin ne kadar etkileneceğine ise tıp uzmanları karar verebilirler.
Tüketiciyi korumak adına gösterilen çabalar olumlu olsa da bu konuda yeterli bir ilerleme kaydedilemiyor. Spekülatif piyasa yapısı, stokçuluk ve oligopol yapı ile mücadele kazanılmadan enflasyon tek haneli rakamlara inemez.
Kur artışları hak ettiği ölçüde enflasyona yansısa öpüp başımıza koyalım. Daha yüksek oranda yansıdığı yetmiyormuş gibi kur düştüğünde de fiyatlar geri gelmiyor. Stoktaki ‘eski mala yeni fiyat’ sıradan bir uygulamadır ve bazı çevrelerin iştahını da en fazla kabartan budur.
Geçmiş yazılarımda da belirttiğim gibi enflasyon sadece faiz silahı ile düşürülemez. Zira MB’nin elindeki araçlar talep enflasyonuna çare olsa bile maliyet enflasyonu için daha fazlasına ihtiyaç vardır. Bunu bir milli mücadele olarak kabullenmek ve bütün engelleri en fazla katılımla aşmak zorundayız.
Bir de yapısal reformların küresel standartlar da dikkate alınarak ve daha fazla gecikmeden açıklanması gerekiyor. Güven artışıyla, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından gelecek kaynağın tarımsal üretime, sanayileşmeye ve teknolojik gelişmeye katkısı sağlanabilecektir.
Bu geciktiği için orta gelir tuzağına düşmüş bulunuyoruz.
Orta gelir tuzağı; bir ülkede kişi başına gelir düzeyinin belirli bir noktadan ileriye gidememesi, patinaj yapması demektir. Eğer biz bu durumda olsaydık bile, yine de halimize şükredebilirdik…
Oysa dolar bazında 13 yıl önceki gelirin de altına düşmüşüz.
2007 yılında kişi başı gelirimiz 9.656 dolardı, 2013 yılında 12.480 dolara çıktı. Orada kalamadık ve kademe kademe düşerek 2020 yılında 8.599 dolara kadar geriledik. Oysa 2023 hedefimiz 25.000 dolardı.
Dünyada kişi başı gelir artarken, tersini yaşamak yoksullaşmak demektir.
Perakende sektörü şimdilik bu durumdaki tüketiciye satış yapmaktadır. O ne kadar iyi tanınırsa planlar da o kadar gerçekçi hazırlanabilecektir.