Bu konuya girip girmemek konusunda bir müddet kararsız kaldım. Sonra yandaşlık uğruna her gün papağan gibi benzer şeyleri söyleyenlerden farkımız kalmayacağını düşündüm. Sessiz kalmanın onaylamak anlamına geldiğini gördüm ve yazdım.
Şişli’yi yönetemeyen bir partinin, koca ülkeyi kolay yönetemeyeceği bir gerçektir.
Belediyeyi babadan oğula miras olarak devretmek isteyen zihniyete engel olamayan bir siyasi yapının, diğer bütün söylediklerinin de uçup gitmesi kaçınılmazdır.
Halka hizmet için rekabetin hikâye olduğu, kişisel geleceği garanti edecek rekabetin daha öne çıktığı bu olayda çok net görülüyor.
Taraflardan ilki; sadece soyadı ile önce ülkenin en büyük holdingine kapak atıp, daha sonra yine bu tarihi ismin gazı ile siyasetin içinde yer bulan, seçmenin tanımadığı bir kişidir.
Taraflardan ikincisi ise; babasının tavsiyesi ile önce bir spor kulübüne yönetim kurulu üyesi yapılan, babasının terk ettiği belediyeye ise emanetçi olarak bırakılmış bir gençtir.
Yani soyadları olmasa bu yerlere gelmeleri kolay olmayan iki kişi, kendilerinden istenen icraatı bırakmışlar, birbirlerini ekarte edecek mücadele içine girmişlerdir.
Belediyede tehditlerin, darpların kol gezdiği, korumasız gezmenin zor olduğu basına yansımıştır. Diğer partilerle değil, kendi aralarında anket düzenleterek gelecek seçimlerde kimin daha şanslı olduğunu ölçmeye çalışmışlardır. Kısacası, takım oyunu gitmiş, yerine ferdi oyun devreye girmiştir. Böyle bir takımdan başarı çıkar mı?
Şişli halkı hizmet görmek için bekleye dursun, söylentiler içinde mafya var, ölümle tehdit var, zor kullanarak istifa mektubu almak var, sonra partinin diğer milletvekilleri nezaretinde bu mektubun yakılma işlemi var. Bu duyduklarımızın yanında ‘Dallas dizisi’nin senaryosu hafif kalmıyor mu?
İşin içinde sadece iki kişi olsa buna da şükür denebilirdi. Oysa, birisinin velisi, diğerinin zevcesi de devamlı işin içinde kalmış, görüş bildirmişlerdir.
Sonra da beklenen olmuş, taraflardan birisi şimdilik mücadeleden çekilmiştir.
Peki iki başlı yönetim olamayacağına göre şimdiye kadar buna kimin el koyması gerekiyordu? Partinin bir numarası değil mi?
Evet uzunca bir müddet seyrettikten sonra geliyor, okul müdürü tavrıyla iki öğrencisini barıştırıyor. Diğer öğrencilere haksızlık yapmayalım, hangi öğrenci “ben bu istifa mektubunu neden imzalıyorum, suçum ne, sen bu gücü nerden alıyorsun?” diye muhatabına sormadan saf saf hemen imzayı basar?
Hangi parti lideri (birisi hariç) imzayı atanı da attıranı da hâlâ partide tutar?
Şimdi diyebiliriz ki; neyse geç olsun, güç olmasın, herkes bu saatten sonra işine baksın. Sizce böyle olabilir mi?
Kesinlikle hayır. Artık bu belediyede CHP’nin sözü geçmez. Çok net görülüyor ki; Belediye Meclisi ayrılan kişinin ve ailesinin etki alanı içindedir.
Şimdi bir an bu olayın Belediye Meclisinde değil de TBMM de gerçekleştiğini düşünelim. CHP hükümet olsun ve parti içinde kendisini güçlü hisseden bir kişi milletvekillerinin yarısını bir gecede götürsün, ortada hükümet kalır mı?
Liderlik başka bir şeydir ve bu herkesin harcı değildir. Ne bu tarz hırslara ve kaprislere engel olamayan kişiden, ne de aynı dava uğruna çalışıyor gibi yapıp, kendi ikbali uğruna partidaşına tezgâh kurandan lider olur.
Hele yolsuzluklarla mücadele ettiğini söyleyen bir lider önce kendi yolunu düzeltmezse en yakınları bile o yolda mahsur kalır.