4 Ocak 1991’de Zonguldak’tan Ankara’ya başlayan Büyük Madenci Yürüyüşü, Türkiye işçi sınıfının sendikal mücadele tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Hem kazanımıyla hem kaybedişiyle derslerle doludur.
Dünya ölçeğinde bakıldığında, neo-liberalizm denen vahşi kapitalizm şaha kalkmış, duvar çökmüş, Sovyetler Birliği dağılmaktadır.
Türkiye’de ise vahşi kapitalizmin partisi, 12 Eylül faşizminin süreği Turgut Özal iktidardadır. İşçi sınıfının vahşi kapitalizme itirazı 1989 bahar eylemleriyle zirveye çıkmış, grevlere milyonlarca işçi katılmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) işyerlerindeki toplu sözleşme sürecindeki anlaşmazlık grevle kesilmiştir. Turgut Özal, işçilere taleplerin çok altında bir ücret vermek, madenleri bir an evvel özelleştirmek istiyordu.
***
ÇANKAYA’NIN ŞİŞMANI İŞÇİLERİN DÜŞMANI
Şemsi Denizer başkanlığındaki Genel Maden-İş Sendikası öncülüğünde Zonguldaklı madenciler Özal’ın politikasına 30 Kasım 1990’da greve başlayarak, Zonguldak’ta hemen her gün yürüyüş yaparak karşılık verdiler. Sanatçılardan siyasetçilere herkes Zonguldak’a gelerek greve ve yürüyüşe destek verdiler. Yürüyüş ve grevin temel sloganı “Çankaya’nın Şişmanı, İşçilerin Düşmanı” idi.
Naçizane ben de Çağdaş Gazeteciler Derneği adına Zonguldak’a giderek yürüyüş ve greve destek vermiştim. Çankaya Belediye Başkanı Doğan Taşdelen ve İnsan Hakları Derneği Başkanı Nevzat Helvacı ile birlikte gitmiştik. Sendika binası önünde 40 bin dolayındaki kalabalığa yaptığım konuşma sık sık “Çankaya’nın Şişmanı, İşçilerin Düşmanı” sloganıyla kesilmişti.
***
ZONGULDAK’TAN ANKARA’YA TARİHİ YÜRÜYÜŞ
Zonguldak’taki yürüyüş ve grevin en ileri aşamasında, 40 bin dolayında işçi, çoluk çocuk 4 Ocak 1991’de yollara düştü. İstikamet Ankara’ydı. İşçiler “Gemileri yaktık, geri dönüş yok” diyorlardı. İklim, mevsim, yol koşulları çok zorluydu ancak madenciler kararlıydı. Dondurucu soğuğa rağmen yürüyüş devam etti.
Tarihi yürüyüş Ankara’da hükümeti telaşlandırdı. Dönemin Başbakanı Yıldırım Akbulut derhal Bolu’ya gitti ve Şemsi Denizer’le görüştü ama görüşmede uzlaşma çıkmadı. Akbulut’un Denizer’le görüşmesi Özal’ı öfkelendirmişti. Öyle ya, “Nasıl olur da başbakan işçilerin ayağına gider?”
Dondurucu soğukta yürüyen madencilerin önü Mengen’de kesildi. İş makineleriyle yollar kapatıldı. Güç bela iş makinelerini aşan işçilerin karşısına bu kez jandarma dikildi; 201 madenci göz altına alındı. 40 bin madenciyi yollara döken Şemsi Denizer bu kez işçilere yürüyüşe devam edilmeyeceğini, Zonguldak’a dönüleceğini bildirdi. Tabii bu karara itiraz edenler oldu. İşçiler “Ölmek var dönmek yok!” diye slogan atarak kararlılıklarını haykırdılar. Ancak Denizer, 201 madencinin gözaltına alındığını hatırlatıyor, barikatı aşmak için çatışmanın eylemi hedefinden uzaklaştıracağını savunuyor, barikatın öte yanından bir desteğin gelmediğini vurguluyor; bu durumda Ankara’ya topluca ilerlenemeyeceğini, dondurucu soğukta daha fazla dayanılamayacağını söylüyordu.
Zonguldak’tan, Ankara’dan, İstanbul’dan, başka illerden yola çıkarılan battaniye, ilaç ve yiyecek yardımı jandarma tarafından engelleniyordu. Sonuçta, Şemsi Denizer hükümetle görüşmek için Ankara’ya giderken madenciler Zonguldak’a döndüler.
***
ÖZAL KÖRFEZ SAVAŞI BAHANESİYLE GREVİ YASAKLADI
Denizer’in Ankara’da hükümetle görüşmeleri sürerken, 16 Ocak’ta ABD, Irak’a savaş açtı. Bunu fırsat bilen Turgut Özal ve ANAP hükümeti 25 Ocak’ta Körfez Savaşı’nı bahane edip grevler için 2 aylık erteleme kararı aldı. Turgut Özal Körfez Savaşı’nda “Bir koyup üç alma” rüyası görüyordu.
Sonuçta, madenci grevi ve yürüyüşü, umulan ve tarihi önemine layık bir kazanım elde edilemeden sona erdi. Geride “Daha iyi bir planlama yapılabilir miydi? Ankara’ya varmak mümkün müydü? Türkiye işçi sınıfı madenci grevine ve yürüyüşüne yeterli desteği verdi mi? Körfez Savaşı olmasa neler olurdu?” gibi sorular kaldı.
***
WALESA ŞEMSİ’DEN JAGUAR ŞEMSİ’YE
Büyük grev ve yürüyüşün öncüsü konumundaki Şemsi Denizer, Polonya’daki Dayanışma Sendikası’nın lideri (1990’lı yıllarda Polonya Cumhurbaşkanı) Lech Walesa’ya benzetilerek “Walesa Şemsi” diye efsaneleşti. Ne ki, tarihi grev ve yürüyüşün ardından Denizer’in geçirdiği dönüşüm de Türkiye sendikacılık tarihinin ibret verici bir sayfasını oluşturdu.
Grev ve yürüyüşte Şemsi Denizer’in öncü gözükmesine karşın, işçi komitelerinin militan örgütlenmesi olmasa, Denizer ve sendika bu çapta bir grevi ve yürüyüşü örgütleyemezdi. Eylemin bitmesinin ardından işçi komitelerinin tasfiyesinde Denizer’in de katkısı olduğu iddiası hep tartışıldı. Denizer’in “Jaguar Şemsi” diye lakap takılacak derecede sendika kesesinden lüks hayata düşkünlüğü, sendika içi yolsuzluk tartışmalarına adının karışması, sendika kongrelerinde muhalif üye ve delegeleri silahlı tehditlerle susturduğu iddiaları da sendika kamuoyunda konuşulan konular arasındaydı.
Şemsi Denizer 6 Ağustos 1999’da uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü. Cinayetin arkasında “kömür mafyası”nın olduğu hep konuşuldu. Konuşmalarda adları geçenler arasında yeraltı dünyasına yakınlığıyla bilinen Trabzonspor Başkanı Mehmet Ali Yılmaz ve Sedat Peker de vardı.
Tarihi madenci yürüyüşünün yıl dönümünde, yürüyüşü örgütleyen sendikacılara, katılan işçilere, destek veren emek dostlarına selam olsun!