YOL HİKÂYELERİ – 1
BİR HAC HİKÂYESİ
Saim TOKAÇOĞLU
90’lı yıllarda başlıyor hikâyemiz. Öncelikle belirtelim ki üzerine alınanlar, gücenenler olmasın. Zaman farklı olsa da mekân, mekân farklı olsa da hikâyeler benzerlik gösterebilir. Bu hikâyeye konu edilen şirketler, kişiler, olaylar “külliyen hayalî”dir. Yıllar geçer, insanlar değişir, “yeni girişimciler” boy gösterir gazete sayfalarında, tarih tekerrür eder ve hikâyeler yine benzerlik gösterir. Umarız bir gün insanlar yaşadıklarından, okuduklarından ders çıkarmayı öğrenir, birkaç yılda bir benzer hikâyelerin kahramanı olmaktan kurtulurlar bu topraklar üzerinde.
Hikâye bu ya, 90’ların başları yaşanmaktadır henüz. Tek kanallı TV dönemi bitmiş, özel kanallar yayına başlamış, bir özgürlük türküsüdür dillenmeye başlamıştır yöneticilerin prenslerinin dillerinde. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”in gereğini yerine getirmekte, sınırsızca “yatırım” yapmaktadırlar. İşte o sınır tanımayanlardan Bülent, ayakları yere basmasa da pembe hayaller kurmakta, hayalleri gibi uçsuz bucaksız yatırımlar yapmaktadır. Uzatır ayaklarını, ellerini başının arkasında birleştirir, gözlerini kapatır ve başlar yatırımlara. Hayalinde patron koltuğundadır Bülent. Hac turizminden turistik gezilere, sağlık turizminden şehirlerarası VIP yolcu taşımacılığına, o güne kadar hiçbir firmanın başaramadığı kalitede, hizmette kusur etmeyen dev bir şirketin patron koltuğudur oturduğu. Hacı adayı teyzeleri, amcaları şirketinin logosunu taşıyan yolcu uçaklarına, dev gibi yolcu gemilerine bindirmekte, “Güle güle gidin, güle güle dönün. Allah kabul etsin” diyerek uğurlamaktadır.
Herkes faydalanabilsin diye bilet fiyatlarını da çok düşük tutar Bülent. En iyi yaptığı iş ise şirketin tanıtımını yapmaktır. Bir ajansla anlaşır, reklam fotoğrafları çektirir, broşürler bastırır, TV reklamlarını da ihmal etmez. Gazetelerde, dergilerde “reklamınızı verin, haberinizi yapalım” dönemidir yaşanılan. Haber, reklamdan çok daha inanılır, çok daha güvenilirdir. Bülent’in şirketinin reklamları dönmeye başlar ekranlarda. Tirajı yüksek ulusal gazetelerde, dergilerde çarşaf çarşaf reklamları ve tabii şirketinin haberleri boy göstermektedir. Koskoca bir şirket olmuştur ama ortada para dönmemektedir. Yayınlanan reklamlar sayesinde dev gibi bir firma görüntüsü çıkmıştır ortaya. Bu görüntü, banka müdürlerinin Bülent’in ayağına kadar gelmesini sağlar. Koçan koçan çek defterlerinin, birçok bankadan kişisel ve kurumsal kredi kartlarının sahibidir artık. “Muhasebe müdürü” patronundan aldığı cesaretle imza günüymüşçesine imzalamaktadır vadeli çekleri. Reklam ajansının alacağı için çek, TV kanalına yayınlanan reklamlar karşılığında çek, reklam fotoğrafçısına çek, şirkete mal satan herkese çek…
Reklamlar sayesinde ilk hacı kafilesini gemiyle gönderebileceği kadar başvuru olmuştur. Mutluluktan bulutlar üzerindedir Bülent. Her şey yolundadır, kafileyi uğurlar ve yeni seferlere yoğunlaşmaya başlar. Yalnız bir terslik vardır. Gelen para, giden parayı karşılamamaktadır. Ali’nin külahı Veli’ye derken, işler sarpa sarmaktadır yavaş yavaş.
Bu arada, hacılar organizasyon bozukluğu içinde, kendi ceplerinden paralar harcayarak dinî görevlerini yerine getirmiş ve kendilerini memleketlerine kavuşturacak gemiye binmek üzere bin bir güçlükle limana gelmişlerdir. Bu kadar yorgunluk ve sıkıntının üzerine tek istedikleri kamaralarına kapağı atıp biraz olsun dinlenebilmektir. Ama o da ne? Binecekleri gemi limanda yoktur! Kendileriyle ilgilenip yardımcı olacak, ellerinden tutacak bir şirket görevlisi de bulamazlar. Ellerinde Bülent’in şirketinin biletleri, sap gibi kalmışlardır limanda.
Arapça bilenler, liman görevlileriyle iletişim kurabilenler hepsinin adına yetkililerle görüşürler. Sonuç hepsini şok eder; dolandırılmışlardır! Ne onları memleketlerine götürecek öyle bir gemi, ne de başka bir olanak yoktur! Tek çareleri, aralarında para toplayıp bir uçak kiralamak ve kurtulmaktır. Öyle de yaparlar sonunda. Topladıkları parayla uçak kiralar ve “bu da bize ders olsun” diyerek hac görevlerini yerine getirmiş olmanın huzuruyla memleketlerine dönerler. “Dolandırıldık” diye başvurmadık kapı bırakmazlar ama yapacak bir şey yoktur.
**********
YOL HİKÂYELERİ – 2
VIP YOLCULUĞUN BEDELİ
Saim TOKAÇOĞLU
Hacılar, Bülent’in yüzünden dolandırıldıkları ve döktükleri ecel terleri için ne kadar fazladan sevaba girdiler bilinmez. Bülent, başka hayallere yelken açmıştır bile. 90’lı yıllarda pek yaygın olan bir türdür, satın aldığın otobüsü yolcu taşımacılığı yapan şirketlerden birine kiralayıp para kazanmak. Özellikle de Almancı denilen işçilerimizin arasında rağbet görmektedir. Almanya’da çalışarak biriktirdikleri parayla bir otobüs alırlar, otobüs firmalarının biriyle kira sözleşmesi yaparak o şirketin otobüsü ve personeli gibi çalışırlardı. Oturmuş, aklı başında firmalarda bir sorunla da karşılaşmaz, baba-oğul kendilerine de bir iş yaratmış olurlardı. Baba şoförlük yapar, oğul muavin olur, geçinip giderlerdi.
Dedim ya, Bülent’in hayal dünyası geniş, sınır tanımıyor. Otobüslerini kiraya vermek isteyen iki Almancı bulur. İkna yeteneği çok yüksektir gerçekten. Adamları daha çok para kazanacaklarına inandırır. O yıllarda lüks denilebilecek herkesin bildiği çok az sayıda firma vardır. Bülent’in otobüsleri, Bursa’da yenilenecek ve bütün rakip firmalardan daha lüks olacaktır.
Otobüslerin sahipleriyle anlaşma sağlanınca, iş koltukların deri kaplanması, aralarının açılması ve sağ sıranın tek koltuğa indirilmesine kalmıştır. Bu işi en iyi yapan Bursa firmalarından birine gönderilir iki otobüs de. Sahipleri de çok keyif almaktadır yapılan işten. Sıradan otobüsler, içi baştan sonra yenilenip deri döşemelere kavuşup üzerlerine de Bülent’in firmasının logosu giydirilince, uzay aracı gibi olmuştur.
Ankara ve İstanbul’da gayet modern, şehirlerarası terminallere hiç benzemeyen mağaza türü alanların modernize edilmesiyle yolcuların bekleme alanları, yazıhaneler oluşturulmuştur. Şık ve özel kıyafetleriyle hostesler hizmet etmekte, şoförler bir pilot zarafetiyle görev yapmaktadır. TV reklamları, gazete ve dergi ilanlarıyla birlikte Bülent’in girişimciliğini göklere çıkaran haberler kısa sürede etkisini göstermiştir. Telefonlar çalmaya başlamış, bilet satışları patlamıştır.
Tabii kısa süre sonra görevli kızcağız “yerimiz kalmadı efendim” diyerek yanıtlamaya başlar talepleri. Nasıl yer kalsın ki? Hepi topu iki otobüsü var şirketin. Otobüslerden biri İstanbul’dan kalktığında, diğeri de Ankara’dan kalkacak. Biri Ankara’ya vardığında diğeri de İstanbul’da olacak ki aksamadan seferler yapılabilsin. Koltukların azaltıldığı da düşünülürse, yaklaşık kırk Ankara’dan İstanbul’a, bir o kadar da İstanbul’dan Ankara’ya yolcu taşınabilecek! Bu kadar bilet karşılığında binlerce dolarlık TV reklamları ödenebilir mi? Ödenemedi tabii. Alacaklılar kapıyı aşındırmaya başlayıp, iş avukatlara, icra memurlarına kadar varınca, kara görünmüştür artık! İcra memurları şirkete ait para edecek bir şey bulamadıkları için bankalar, alacaklılar elleri boş dönmektedirler. Reklamlarda boy gösteren otobüsleri haczetmeye niyetlenirler ama mülkiyeti şoförlere ait olduğu için onu da yapamazlar. Bülent, reklamların ve haberlerin yarattığı rüzgârla bir süre için de olsa tatlı bir hayal dünyasında yaşamış, sonunda batmış da olsa bedelini başkaları ödemiştir.
Ne demişler, “bir günlük beylik beyliktir!”
**********
YOL HİKÂYELERİ – 3
HACIYATMAZ MİSALİ
Saim TOKAÇOĞLU
Aradan birkaç yıl daha geçmiştir. Alışmış kudurmuştan beterdir derler, sanki bizim Bülent için söylenmiş bu söz. İkna yeteneği yüksektir demiştim ya, gerçekten inanılır gibi değil. Bülent, bu kez Atakule’nin karşısında bir mağaza tutar, gayet modern bir şekilde dayayıp döşer. Önceki deneyimlerinden ders almamış diyeceğim ama asıl ders almış olması gerekenler, ders almamış oldukları gibi yakayı yine ona kaptırırlar. Reklam ajansından TV kanallarına, gazetelere, dergilere, bankalara kadar uçan kuşa borç takarak ortadan kaybolan Bülent, yine reklamlarda, haberlerde boy göstermektedir! Yine esip gürlemekte, mangalda kül bırakmamaktadır. Öyle bir hizmet sunmaktadır ki, böylesini dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız. Üstelik bu hizmeti -gülmeyin, o kadar ciddî anlatıyor ki eminim kendisi de inanıyor- batırdığı eski şirketindeki iki otobüsle veriyor. Sistem yine aynı sistem, zaman ve mekân değişmiştir sadece. Otobüsler on yaşında, koltukları yenilenmiş de olsa on yaşında eski otobüsler. Otobüslerin sahipleri, önceki şirkette kalan alacaklarını kurtarabilmek için yine Bülent’e kaptırmışlar yakalarını.
Firmanın adı değişmiş, Bülent’in karısının ve kızının isimlerinin baş harflerinden oluşturulmuş yeni markayla düşmüşler yollara. TV reklamlarının getirdiği müşterinin niteliği de beklentisi de farklı oluyor tabii. Terminal yolcularına pek benzemiyorlar. İsmi bende kalsın, ekranlardan da tanıdığınız İstanbul-Ankara arasında sık yolculuk yapan bir profesör, başına geleni anlatırken yaşadıklarına inanamamanın şaşkınlığıyla Bülent’in genel müdürünün karşısında kahvesini yudumlarken şikâyetini dile getirmeye çalışıyordu. TV stüdyolarında, konferanslarda saygı görmeye alışmış bir akademisyen, “Düşünebiliyor musunuz hanımefendi? Peçete istedim, bana tuvalet kâğıdı verdiler” derken uğradığı hakarete hâlâ inanamıyordu.
Tam bu sırada bir şangırtı koptu. Müşterilerden biri, kapı yerine yere kadar yekpare cam vitrini ortalayıp dışarı çıkmıştı. Koca cam, ancak çizgi filmlerde görülebilecek düzgünlükte siluet şeklinde kırılmış, adam kendini kaldırımın üzerinde bulmuştu. Neyse ki önemli kesikler oluşmamış, kaza ufak tefek sıyrıklarla atlatılmıştı. Dekorasyon henüz tamamlanmamış, vitrin camlarına yapıştırılacak yazılar, resimler konmamıştı. Müşteri de vitrin camıyla kapıyı ayıramamış, açık olan kapı yerine vitrini ortalamıştı. Önce camcı, arkasından reklamcı arandı. Kırılan cam yerine takıldı, bir başkasının aynı kazaya uğramaması için cama bir şeyler yapıştırıldı ve kısa süre içinde camlara yapıştırılması gereken yazılar, firma ismi gibi eksikler tamamlandı.
Bülent’in genel müdürü kızcağız “nasıl düştüm ben bu şirkete” diye hayıflanmakta çok geç kalmıştı. O kadar çok sorunla boğuşmak, başa çıkmak zorunda kalmıştı ki, ayrılmaya fırsat bulamadı, olaylar birbirini kovaladı, şirket batana kadar da ayrılamadı.
İki tane otobüs, Ankara-İstanbul karşılıklı sefer yapacaklar ve asla bir aksaklık yaşanmayacak! Mümkün mü? Üstelik otobüslere yakıt alacak para bile yok. Gelir, Bülent’in hayallerinin bedelini ödeyebilmek bir yana, ne personelin, ne otobüslerin giderlerini harcamaktan çok uzak! Üstelik otobüslerin aynı sahipleri de olan şoförler, eski şirketten kalan hesabı bile kapatamamışlar!
Günlerden bir gün, Ankara’dan yola çıkan otobüs Kızılcahamam civarında kaybolur! Otobüsten haber alınamamaktadır. Telefonlara sarılırlar, trafik aranır, otobüsün kaza yapıp yapmadığı araştırılır, otobüsün izine rastlanamaz. Kısa süre sonra, şoförün “otobüs arızalandı” diyerek “VIP yolcuları” Ankara-İstanbul otobanında otobüsten indirdiği ortaya çıkar. Parasızlık şoförün canına tak etmiş, kendi kendine “benden bu kadar” diyerek otobüsün koltuklarını söktürmek üzere Bursa’ya doğru yola çıkmıştır. İndirdiği yolcular dağ başında otobanın kenarında Bülent’in şirketinin göndereceği yeni otobüsü beklemektedirler. Ancak şirketin gönderebileceği bir başka otobüsü yoktur! Krizi çözmek yine genel müdür hanımefendiye düşer. Hemen telefona sarılır, bir başka otobüs firmasından otobüs kiralar ve yolcuları dağ başından kurtarır.
**********
YOL HİKÂYELERİ – 4
MUAVİNİN KARISININ TAKILARI
Saim TOKAÇOĞLU
Krizsiz gün yaşanmamaktadır şirkette. Şirket VIP olunca, krizler de o kaliteye yakışır oluyor tabii. Bir kadın yolcu, erkenden gelerek şoförün arkasında cam kenarı koltuğa oturmuştur. Ancak yanına oturması gereken başka bir kadın, ısrarla cam kenarının kendisine ait olduğunu, özellikle bilet alırken yerleşim planında cam kenarını istediğini söylemekte ve önce gelen yolcunun kaldırılmasını istemektedir. Otobüsün kalkış saati geçmiştir ama bu sorun yüzünden bir türlü kalkmamaktadır. Diğer yolcular da huzursuz olmuşlar, söylenmeye başlamışlardır. Muavin pratik zekâ örneği bir hareketle sorunu anında çözer. Koltuk numaralarını söker ve birbiriyle değiştirir. “Bakın, numara sizin biletinizdeki numara. Sizin yeriniz cam kenarı değil, koridor tarafı” der ve otobüs İstanbul’a doğru yola çıkar.
İki kadın yolcunun arasındaki koltuk krizi şaşkınlıklar arasında atlatılmıştır ama Bülent’in şirketinde kriz biter mi? Çeklerle, senetlerle işi yürütmeye çalışsanız da günlük harcamalar için nakit ihtiyacı bitmez. Koltuk krizi atlatılmıştır ama bu kez otobüsün yakıtı biter. Yakıt bu! Depoyu doldurmazsanız otobüste VIP yolcu var diye düşünmez, illa ki biter! Benzin istasyonuna girmişlerdir ama ne şoförde, ne muavinde yakıt alacak para yoktur. Göçmen gemisi olsa yakıt parasını yolculardan toplarsınız ama böyle bir şirkette yakıt parası da yolculardan toplanmaz ki!
Rastlantıya bakın, yakıtlarının bittiği yer, muavinin evinin olduğu Gerede’dir. Çocuk, kan ter içinde kalmış, sorunu çözmek için ne halt edeceğini düşünürken, son çare olarak aklına bir çözüm gelir. Henüz yeni evlenmiştir. “Başka çare yok, düğünde takılan takıları bozduracağız” diye düşünür. Gerçekten de o an orada başka bir çözüm üretemez. Şoför “yakıt dolduruluyor, suyuna da bakalım, yağı filan da kontrol edelim, lastiklerin de havası…” diye saçmalayıp yolcuları oyalamaya çabalarken muavin fırlar otobüsten, eve gider. Karısına ne kadar zor durumda olduğunu anlatır, takıları alıp bir kuyumcudan bozdurur ve koşa koşa benzin istasyonuna yetişir. Yakıtın parasını ödeyip Bülent’ten alacaklarının üzerine takıların parasını da ekler. Ama olsun! Krizi çözmüş, yolcuları ortada bırakmamıştır ya ona yeter.
**********
YOL HİKÂYELERİ – 5
MÜSTEŞAR HANIM ÇILDIRIYOR
Saim TOKAÇOĞLU
Otobüs Ankara’nın mutena semti Bilkent’te bir benzin istasyonundan hareket etmektedir. Genel müdür yerinde görmek için denetimlerini aksatmamaktadır. Benzin istasyonundaki bekleme salonunu, otobüsü, personeli yerinde denetlemek ister. Benzin istasyonuna yaklaştığında gördüklerine inanamaz. Otobüs pırıl pırıl yıkanmış, yola çıkmaya hazır haldedir. Hemen yanında ise muavin ayağında bir uzun don, kalın sulama hortumuyla köpük köpük sabunlar içinde çimlerin üzerinde yıkanmaktadır. Yolcular da bekleme salonunda hayretler içinde bu eşsiz manzaraya tanıklık etmektedirler.
Şoförlerin alacaklarını alamamaları zaman zaman “arızalara” neden olmaya başlamıştır. Ankara’dan yola çıkan otobüsün şoförü “volan kayışı koptu” diyerek dörtlüleri yakar ve otobüsü kenara çeker. Devam etmeye hiç niyeti yoktur. Yolcuların arasından bir kadın çok fazla telaşlanır ve kıyameti koparır, “Ben müsteşarım. Bir toplantıya gidiyorum. Beni yetiştirmek zorundasınız!”. Şoförün umurunda bile değildir, “kayış koptu, gidemem”den başka bir şey söylememektedir. Müsteşar hanım, otobüs şirketinin genel müdürünü arar telefonla. Zaten aranacak, ulaşılacak başka bir yetkili de yoktur. Artık eli ayağı titremektedir. “Bu toplantıya yetişmek zorundayım. Beni burada bırakamazsınız” diye neredeyse tepinmektedir. Genel müdür “Hanımefendi, biletinizi ben aldırayım, sizi uçakla göndereyim. Toplantıya yetişmenizi sağlayalım. Biz karşılayalım masraflarınızı” dese de ikna edemez. Müsteşar hanımın uçak korkusu vardır, uçağa binmeyi kesinlikle kabul etmez. Genel müdür otobüsün şoförünü arar, alacakları konusunda kişisel olarak teminat verir. Bunun üzerine şoför söktüğü kayışı tekrar yerine takar ve yola devam eder. Böylece müsteşar hanım da kendisi için çok önemli olan toplantıya yetişmiş olur.
Klasikleşmiş “arızalardan” biri de yazın güneşin altında ateş topuna dönüşmüş otobüsün klimalarının bozulmasıdır. Camlar açılmaz, açılan camlardan içeri giren hava da ya yakında oturanların yüzünde patlar, işe de yaramaz. Alacağı biriken şoför, kapatır klimaları. Yolcular telefonlara sarılıp genel müdürü şikâyet yağmuruna tutar, genel müdür şoförü ikna etmeye çalışır, klimalar çalışır. Daha sonra alacaklar birikince yine aynı şeyler yaşanır.
*********
YOL HİKÂYELERİ – 6
“BİNMEK KISMET OLMADI Kİ”
Saim TOKAÇOĞLU
Günlerden bir gün, İstanbul-Ankara seferini yapan ve otobandan çıkmaması gereken koca otobüs, Gerede’nin daracık ara sokaklarında dolaşmaktadır. Şoför bir bahane de bulamamaktadır. Sonunda bir evin önünde durur. Muavin otobüsten iner, evin kapısını çalar. Uykulu gözlerle bir adam çıkar pencereye, kafasıyla “tamam” anlamında bir işaret yapar. Birkaç dakika sonra da kapıyı çekip gelir, şoförle yer değiştirirler. Olayın gizemi çabuk çözülür. Adam, otobüsün ikinci şoförüdür. Konaklama yerinde şoför değiştirmeleri gerekmektedir ama uyuyakaldığı için konaklama yerine gelemez. Bunun üzerine şoför, uyuyakalan şoförü evine kadar otobüsle gidip uyandırır ve şoför değişimi sağlanmış olur.
Gereksinimlerin sağlanamaması personelin inanılmaz çözümler üretmelerini getirir. Hosteslerden biri genel müdürüne dert yanar, “Plastik bardaklar bitti, ne yapacağımı şaşırdım. Kullanılmış plastik bardakları çöpten toplayıp çalkaladım, servis yaptım!” Genel müdür yutkunur, bir şey söyleyemez. Aferin, iyi yapmışsın diyerek kızın sırtını sıvazlayamaz. İğrenç bir durum vardır ortada. Neden yaptın diye fırçalayamaz, koskoca VIP standardında şirket, otobüsün plastik bardaklarını bile alamaz durumdadır.
Sektörde müşteri memnuniyeti çok önemlidir. Genel müdür hanımefendi, çok sık gördüğü anlaşılan bir yolcuya sorar, “Nasılsınız? Şirketimizle yaptığınız seyahatlerden memnun musunuz?”. Adamcağız, “Sürekli bilet alıyorum ama hiç binmek kısmet olmadı şimdiye kadar” der, “İlk bilet aldığımda otobüsünüz gelmedi, hepimizi Varan Turizm’le gönderdiniz. İkincisinde şoförünüz beni almayı unuttu, binemedim, İstanbul’a uçakla gönderdiniz. Üçüncüsünde otobüsünüz arıza yaptı, başka bir şirketin otobüsü geldi bizi aldı. Şimdiye kadar hiç binemedim otobüsünüze”.
Doğru söze ne denir? Adamın ısrarla bilet aldığı belli ama o maceralı yolculuklardan birinden olsun faydalanabildi mi bilmem.
Kişisel nakit ihtiyacını karşılamak için Bülent de kardeşi de pratik bir çözüm yolu bulmuşlardı. Bu yöntem şirketin borcunu arttırsa da, nasılsa ödenemeyecek rakamlara ulaşmıştı borç. Ha biraz az, ha biraz fazla! Nakit bilet satışlarının karşılığını kasadan alıp, biletleri kendi kredi kartlarından ödüyorlardı.
Şirketin batmadan önceki son günlerindendi. “Bilgisayarları söküp götürüyorlar” diye bir haber geldi. Borç ödenemez hale gelmiş, alacaklı firmalar Bülent’in şirketinin Ankara’daki tek adresinin kapısına dayanmışlar. İçeride bekleyen yolcuların oturduğu koltukları bile çekip almışlar. Yolcular ne yapacaklarını şaşırmışlar tabii.
Otobüsler mi? Bu manzarayı daha önce de yaşamış olan şoförler, otobüsleri alıp kayıplara karışmışlar.
Gelelim hikâyemizin bundan sonraki faslına… Henüz yaşanıyor, ama bir gün mutlaka yazılacak. Bülent, önceki “girişimlerinden” çıkardığı derslerle hayallerini de büyütmüş. Sektör, “önceki deneyimlerinden” yararlanabilmek için olsa gerek, yine aynı sektör. Her seferinde batmış da olsa, bilmediği sularda kulaç atmaya çalışmaktansa, bildiği işi yapmaktan hiç vazgeçmemiş Bülent.
Bülent ve VIP otobüsleri yine yollarda. Servis araçlarıyla evlerinden alınıp rahat bir yolculuk yapmayı arzulayan insanlar, duyduğumuza göre yine maceralar yaşıyorlar. “Ankara’ya kadar sırtıma bir yumruk oturdu” diye anlatıyordu bir yolcu, “Bu nasıl VIP anlamadım”.
Sonunda beklediğim oldu, bu macera “daha iyi hizmet verebilmek için” bütün faaliyetlerine son vererek bitti ama bu topraklarda bu tür girişimciler tükenmez!
Bülent’in turuncu hayalleri, son VIP macerası da geçtiğimiz aylarda bitti ve yeni maceralara yelken açtı.
Siz bildiğiniz firmalardan şaşmayın, macera yaşamayın.
BİTTİ