Ekonominin gerçekleri ile bağdaşmayan tartışmalar bir toplumu düze çıkartmaz. İşte işimizin ‘en zor’ olan kısmı budur.
Üretim, hayvancılık ve tarım eski günleri aratırken, enflasyon rekor üstüne rekor kırarken, dış borç alıp başını gitmişken, cari açık kronik sorunumuz olmuşken, her anlamda dışa bağımlı hale gelip sıcak para girişine bel bağlanmışken; faizleri düşüreceğiz öyle mi?
Oysa enflasyonu düşürmeden, değil faizi düşürmek, bunu seslendirmek bile dolar kurunu zıplatır.
Geçmişte yaşadığımız o istikrarlı günler ABD’nin düşük faiz politikası ve bunun yarattığı küresel piyasalardaki dolar bolluğundandı. Bunun böyle devam etmeyeceğini geçen senenin ortalarından beri yazıyoruz.
FED yılbaşından bu yana faizi ateşlediği için dolar aranır hale gelmiştir. Aksi bir tesadüf; daha önce ekonomi direksiyonunu bırakan Ali Babacan’dan sonra Mehmet Şimşek de kenara çekilmiştir. Hem yol bozuktur, hem de tecrübeli kaptanlar artık yoklar. Küresel yolcular bu otobüse güvendikleri kaptanların yokluğunda kolay binmezler. İşte bir zorluk da buradadır.
Kur ve faizi; kendimizi savunmasız bırakmazsak yabancı güçler artıramaz.
Kuru, ödenecek dış borçlar sebebiyle ortaya çıkan döviz talebi artırır.
O zaman dikkatli borçlanmalıyız!
Faizi, artan enflasyon karşısında ortaya çıkan reel faiz ihtiyacı artırır.
O zaman enflasyonla mücadele etmeliyiz.
Hem kuru, hem de faizi; yanlış söylemlerle kaçırdığımız portföy yatırımlarının, finansmanda yarattığı kayıplar artırır.
O zaman söylemlerin yerine, devamlı geciken yapısal reformlara öncelik vermeliyiz.
Yabancı, dövizi getirirken kendisini güvende hissediyorsa, geri götürürken de güvende hissetmediği için bu kararı aldığını varsaymalıyız. Dolayısıyla birinci kısmı kabul ediyorsak, ikinci kısmı da kabullenip çare üretmeliyiz.
Basın özgürlüğü, siyasi özgürlük, yargı bağımsızlığı, akademik özgürlük, bireysel hak ve özgürlükler eksikse ekonomi düze çıkamaz. Zira yatırımcı gözünde en çok erozyona uğrayan değerler bunlardır.
Tam 2 sene önce Daron Acemoğlu dedi ki; “Trump zamanında Amerika’da faizlerin artması bekleniyor, paranın çekilmesi hızlanacak. Dolar bu yüzden fırlıyor, Türkiye borç almada zorlanıyor. Bunlar yaşanmadan kendimize çeki düzen verelim.”
Peki Acemoğlu başarılı bir falcı mı?
Hayır, başarılı bir ekonomisttir. Bu sese kulak verseydik iyi olmaz mıydı?
Merkez Bankası’na devamlı olarak, “faizler düşsün” çağrısı yapıldı.
Mümkün olamayacağı çok belliydi. Ve sonrasında daha da olumsuz tablo ile karşılaştık. Türkiye Hazinesi Temmuz ayında 2 yıllık tahvil ihracına yüzde 20 faiz ödedi. Yani son 10 yılın en yüksek maliyetli borçlanması gerçekleşti.
Sonuçta; enflasyonu dış güçler mi artırdı?
Aşırı tüketimle ve borçlanmayla fitili ateşlenen büyümenin sebebi kendimiz değil miyiz?
Bunun doğal sonucu oluşan yüksek cari açık için dışarıdan suçlu aranabilir mi?
Borç aldığımız finans çevreleri bize bu borcu zorla mı vermekteler?
Dış kaynağa bağımlı olmaktan kurtulmak için ne yapıyoruz?
Tasarrufu teşvik mi ediyoruz?
Tarımda planlama mı yapıyoruz?
Tarım arazilerini koruyabiliyor muyuz?
Faizlerin yükselmesinin ana sebebinin kurların ve enflasyonun yükselmesi olduğunu neden görmezden geliyoruz?
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) raporunda; yurt dışına giden yatırımın, yurt dışından gelen yatırımdan daha hızlı artış gösterdiği belirtildi.
Rapora göre; Mayıs 2018 itibarıyla, yabancıların yurtiçine yönelik doğrudan yatırımı yaklaşık 9,5 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Türkiye’den giden doğrudan yatırımlar ise 2002 yılından itibaren yükselerek Mayıs 2018 itibariyle 3 milyar dolar seviyesine ulaştı.
Böylece yurt dışına giden (ODI) ve yurt içine gelen (FDI) doğrudan yatırımların ‘ODI / FDI’ oranı Mayıs 2018’de yüzde 31,3 seviyesinde gerçekleşti. Bu oran Nisan ayında yüzde 27,8 idi.
‘ODI / FDI’ oranındaki yükseliş; yerleşiklerin yurt dışına yönelişinin, yabancıların yurtiçine yönelişinden daha hızlı arttığını gösteriyor. Bu da Türkiye’nin yatırım ortamına ilişkin bir gösterge olarak ele alınıyor.
Elbette bu tablo durup dururken oluşmuyor. İş gücü maliyetleri, hukuki düzenlemeler, vergi yükleri, ekonomik istikrar gibi pek çok unsur yatırım kararlarını etkiliyor.
Daha da önemlisi derecelendirme kuruluşlarının ülkelere ve o ülkedeki finansal kuruluşlara verdiği notlarda yurt dışındaki yatırımcıların bir ülkeye yapacakları yatırımlara ait kararlarını etkiliyor.
Burada objektif olmayan yapay bir durum var mı?
Yok ama biz hep dışarıdan bir suçlu arıyoruz.
Sebebi, özeleştiri eksiğidir.
Doğrularda buluşamıyoruz.
Sebebi, benchmarking (kıyaslama) eksiğidir.
Yatırımları çekemiyoruz.
Sebebi, o çevrelerle empati eksiğimizdir.
Daha ne olsun?