Fakir çalarsa hırsızlık, zengin çalarsa yolsuzluk diye anılıyor. Marka olmuş ne hırsızlıklar gördük! “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” demişiz. İki dilim baklava çaldığı için bir çocuğa yedi buçuk yıl hapis cezasını uygun bulmuşuz. Küçük hırsızlar hapishanede, büyük hırsızlar saraylarda yaşarmış.
En büyük hırsızlık bir gencin geleceğini çalmaktır. Ülkemizde devlete memur almak için KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı) yapılıyor. Nedense son yıllarda yakınmalar göklere çıktı. Önceleri FETO örgütü kendine yakın olanlara soru çaldığı saptanmıştı. Hak etmeyenler sınav kazandı. Şimdi de genel sınavda en yüksek puan alanlar, kendilerinden değilse sözlüde eleniyor.
Spartalılar hırsızlığı değil, yakalanmayı cezalandırırmış. Biz ise, önce hırsızı tanımaya çalışıyoruz; kimin nesidir, kimlere yakındır ona bakıyoruz.
En büyük hırsızlıklar, kapalı, hesap vermeyen yönetimlerde yapılıyor. Nasıl olsa gören yok, deniyor. Görevim gereği tanıdığım illerden Artvin’de, özellikle de Yusufeli ilçesinde 1970’lerin başında gece dükkânları kapama gereği duyulmazdı. Çünkü yörede hırsız bulunmazdı. Gözlerimle görmüştüm; kapıyı çeken evine giderdi. Orada “çalmak” diye bir sözcük yoktu.
Bizde sıkça haberlerine tanık olduğumuz kimi akademisyenlerin başkasından aynen alarak kitap yazdıklarını biliyoruz. Osmanlı’da da dillere destan çalma öyküleri vardır. En yaygın anlatılanlardan biri de Osmanlı saray şairi Şeyh Galip’e (1757-1799) ait olanıdır. Şeyh Galip’in Mevlâna’nın Mesnevi’sinden aşırma yaptığı anlaşılır. Durum herkesçe duyulur. Bunun üzerine Şeyh Galip Hüsn ü Aşk adlı bir kitap yazar. Bu kitapta kendini şu beyitle savunur:
“Esrarını Mesnevi’den aldım
Çaldımsa veli malı çaldım”
Kimileri bunun bir hırsızlık olmayacağını ileri sürer. “Veli malı”nın “devlet malı”, “kamu malı” diye anılmasını isterler. Kamu malını almak hırsızlık sayılmazmış onlara göre! Üstteki birilerinin her şeyi yapma hakkı var. Alttaki, aynısını bir yapsın da gününü görsün! Kimi, “gök kubbede hoş bir seda” bırakıyor. Kimilerinden de kirli anılar kalıyor.