Geçen yazıda dostlar meclisinde siyaset ve yalanı konuştuğumuzu anlatmıştım. Recep Tayyip Erdoğan da sohbetimize (gıyaben) katılmış ve “Bir insan, utanmadan, sıkılmadan, arlanmadan, yüzü kızarmadan, arka arkaya bu kadar yalanı nasıl söyleyebilir?” diye sormuştu.
Erdoğan’ın sorusundan ilhamla, biz de mitoman bir siyasetçinin bazı yalanlarını sıralayıp, “Platon, Étienne de La Boétie ve Hannah Arendt bugünlerin Türkiye’sini ve siyasetçilerini gördüler de mi yazdılar eserlerini?” diye sormuştuk ama bir yanıt alamamıştık. Yani Erdoğan’ın söylev ve demeçleri içinde bu sorunun yanıtı yok. Ne yapalım? Canı sağ olsun! Erdoğan’dan alamadığımız yanıtı kendimiz bulmaya çalışalım.
***
DEVLETİ YÖNETENLER YALAN SÖYLEMELİ Mİ?
Yalan malum, doğru olmadığı bilindiği halde söylenen sözdür; daha geniş anlamıyla hakikatin gizlenmesi ya da çarpıtılmasıdır; sahte bir hakikat inşasıdır.
Gündelik hayatta neden çok sık yalan söylendiği, doğru söyleyenin dokuz köyden niçin kovulduğu, siyasetçilerin neden yalan söyledikleri sorusu yeni değil; kökeni antik uygarlıklara değin uzanıyor. Antik Yunan filozofu Platon, felsefenin giriş kapısı değerindeki başyapıtı Politeia’yı doğru/yalan çelişkisi üzerine yazmış adeta.
Platon’un asıl amacı, hakikatin sırrına ermiş filozofların yöneteceği, herkesin mutluluğunu sağlayacak bir devlet ütopyası inşa etmek. Ütopyasını tasarlarken sadece ideal devlete değil, siyaset ve ahlak felsefesi, metafizik, eğitim, psikoloji, mitoloji, sosyoloji, kültür tarihi, edebiyat, coğrafya vs konularına da değinmiş. Biz ideal devlet tasarımıyla ilgilenelim.
Platon Politeia’nın hemen başlarında doğruluk ve adalet kavramlarını tartıştırır. “Aklı başında bir arkadaştan silah alsak, bu arkadaş çıldırsa, emanetini geri istese, vermek doğru mudur? Geri verene doğru adam denilebilir mi? Bir çılgına, gerçeği olduğu gibi söyleyene doğru adam denemez…” diyerek gündelik yaşamda “gerekli” yalanın kapısını tıklatır. (331 c)
Ardından “Acaba yalan bazı hallerde zararsız olur mu? Kim ne zaman yalan söyler de kötü bir şey yapmış sayılmaz? Düşmanlarımıza yalan söylersek ya da dost bildiklerimizin çılgınlıkla, bunaklıkla bir şey yapmalarına engel olmak için yalana bir ilaç, bir çare diye başvurursak, yararlı olmaz mı?” diyerek “gerekli” yalanın kapısını aralar. (382 d)
Sonra da “gerekli” yalanı siyaset sahnesine taşır; devleti yönetenlerin “gerekli” durumlarda yalan söylemelerini öğütler. (459 d)
***
PLATON’UN İDEAL DEVLETİ
Platon’a göre, devlet ve toplum üç katmandan oluşur: Üreticiler (işçiler, çiftçiler, zanaatçılar), bekçiler (askerler), yöneticiler (filozoflar).
(Anlaşılacağı üzere, bu hiyerarşide nüfusun çoğunluğunu oluşturan kölelere yer yoktur. O tarihte Atina’nın nüfusu 400 bin kadardır; bunun 250 bin kadarı köledir.)
Yurttaşlar bu hiyerarşiye ve işbölümüne uygun eğitime tabi tutulmalıdır. Doğruluktan şaşmayan, çabuk öğrenen, öğrendiğini belleğinde tutan, ölçülü hareket eden filozof yaradılışlı yöneticiler felsefe, bilim ve müzikle eğitilmelidirler. Yurdu korumakla görevli bekçiler ise azgın, çevik ve güçlü olmalı; müzik ve idman ile eğitilmelidirler. Yönetenler ve bekçiler özel mülk edinemezler, kendilerine ait evleri olmaz, kadınlar ve çocuklar ortaktır; baba oğlunu, oğlu babasını bilmez. “Mutluluklarına kendileri kıymış olurlar. Devlet ellerinde olduğu halde ondan hiçbir nimet elde edemezler. Başka devletlerin başındakiler gibi toprakları, güzel evleri olmaz. Bu evleri gereğince döşeyemezler. Tanrılara kendi elleriyle kurban kesemezler, kimseyi konuk edemezler. Altını, gümüşü, mutlu sayılan kişilerin kullandıklarını kullanamazlar. Şehirde oturan ama onu korumaktan başka hiçbir iş görmeyen ücretli erlerdir. Üstelik aldıkları ücret de sadece geçimlerini sağlar, boğaz tokluğuna çalışırlar. Canları gezmek istese, kadınlara para yedirmek isteseler, mutlu insanlar gibi dilediğini satın almaya kalksalar, olmaz diyeceğiz. (…) Bu durumda pekâlâ mutlu olabilirler. Biz devletimizi bütün topluma birden mutluluk sağlasın diye kuruyoruz. Yoksa bir sınıf ötekilerden daha mutlu olsun diye değil.” (419 a, 420 ac)
Platon’a göre ideal devletin kurulabilmesi için ya filozoflar devleti yönetmeli ya da devleti yönetenler gerçekten filozof olmalıdırlar. Aksi halde herkesin mutlu olacağı devlet kurulamaz. Bilgi dostu filozofların yöneteceği devletin başlıca değerleri, bilgelik, yiğitlik, ölçülülük ve doğruluk (adalet) olacaktır. (427 e, 433 c)
Bekçiler barışta el üstünde tutulmalı ve en iyi şekilde beslenmelidirler. “Onların köpekler gibi hep uyanık olmaları, iyi görmeleri, iyi işitmeleri, seferde değişik yiyecek içeceğe, güneş çarpmalarına, karakışa, fırtınalara dayanmaları gerekir.” (404 b)
Bekçiler, yurdu ve devleti koruma uğruna girecekleri savaşta öldüklerinde ise: “Savaşta yiğitçe ölenlere gelince, ilk iş olarak altın yaradılışlı diyeceğiz onlara. Sonra da güzel mezarlar yaptıracağız bu uğurlu varlıklara. Hayatlarında büyük bir değer gösterip ölenleri böyle kutlayacağız.” (468 e, 469 ab)
(Ara not: “Peygamber’e komşu oldular, şehitler tepesi boş kalmamalı” söyleminin, şehit, kedoşim, martyr avuntularının Platonik ifadesi yani. Anatole France’a göre ise, “Vatan uğruna ölündüğü sanılır, sanayiciler uğruna ölünür!”)
Platonik devlette üreticilerin yükümlülüğüne gelince. Herkes konumuna razı olmalı, kendi işini yapmalı, başkasının işini de üstlenmemelidir. Çünkü adalet, toplumsal ve bireysel refah ve mutluluk bu hiyerarşiye uygun işbölümüyle sağlanabilir. “Bir devlet için yıkıcı olan, bu üç sınıfın birbirinin işine karışması, görevlerini değiştirmesidir. Buna haklı olarak en büyük suç diyebiliriz.” (434 c) “Bizim kuracağımız devlette kunduracı kunduracıdır, kunduracılıktan başka bir de kaptanlık yapamaz. Çiftçi çiftçidir, çiftçilikten başka bir de yargıçlık etmez. Asker askerdir, askerlik ederken bir de alım satımla uğraşmaz.” (397 e)
***
KUTSAL/SOYLU YALAN
Peki, üreticiler-bekçiler-yöneticiler şeklindeki eşitsiz hiyerarşi ideal devlette gönül rızasıyla kabul edilecek midir? Üreticiler ve bekçiler kendilerine biçilen konuma razı olacaklar mıdır? Bunun için Platon kutsal/soylu yalan söylenmesini önerir. Önerdiği yalan, eski bir Fenike masalıdır: “Devletin yurttaşları toprak altında yetiştiler. Toprak hepsini emzirip büyüten anadır. Ona saldıran olursa korumak herkesin boynuna borçtur. Yurttaşlar aynı toprağın çocuklarıdır, kardeştir. Ama Tanrı önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar bunun için baş tacıdırlar. Bekçi olarak yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçiler ve öbür işçilerin mayasına ise demir ve tunç katmıştır. Arada hamur birliği olduğuna göre doğacak çocuklar ebeveynlerine benzeyeceklerdir. (…) Mayasında demir ve tunç katışık olanların önderlik edeceği gün şehrin yok olacağını Tanrı buyurmuştur.” (414 e, 415 abc)
Yanlış anlaşılmasın, her durumda yalanı salık veren bir düşünür değil Platon. İdeal devletin temeline yerleştirdiği kurucu yalanı mubah saymakla birlikte Platon, yönetici filozoflar dışındaki yurttaşların yalan söylemelerini kesin bir dille yasaklar, Tanrısal ahlakın inkârı sayar. Platon, hakikati saptırdıkları gerekçesiyle sanat ve edebiyatta abartıya bile karşı çıkar. Platon’a göre “Masalların topu yalandır.” (391 c) “Hiç kimse gerçek üzerinde aldanmayı, yanılmayı ya da bilgisiz kalmayı, içinde bu yalanı saklamayı istemez. Bundan kötü bir şey olamaz insan için.” (382 b)
Platon Tanrıların yalandan nefret ettiklerini söyler (382 a) ve ekler: “Gerçekten ayrılma yetkisi (yani yalan söyleme yetkisi–RY) yalnız devleti yönetenlerde olmalıdır. Devletin yararına, düşmanlarına ya da yurttaşlarına yalan söyleyebilirler. Bunların dışında kimse böyle bir yola başvuramaz. Yönetilenin yönetene yalan söylemesi, hastanın hekime, öğrencinin hekime yalan söylemesi kadar büyük bir suçtur. (…) Yalan devlet gemisini batıracak bir fırtınadır.” (389 cd)
Özetle, Platon yalanı hakikatin yerine geçirmeye karşı çıkar; sadece ve sadece (mağara benzetmesinde ayrıntısıyla irdelediği üzere), hakikatin sırrını yeterince kavrayamamış yığınları devlet çatısı altında bir arada mutlu etmek için hakikatin sırrına ermiş filozof yöneticilerin gerektiğinde yalan söylemelerini salık verir. Tam karşılığı olmasa da Ortadoğu ve Türkiye siyasetindeki karşılığı ilm-i siyaset denilebilir.
***
İdeal devlet tasarımına ilişkin Platonik düşünceler çok daha fazla ve ayrıntılı. Siyasette ve devlet yönetiminde yalanla ilgili olarak bu kadarı yeter sanırım.
Sadede gelecek olursak.
Antik Yunan filozofu devlet yönetimine ilişkin yalanın soylu/kutsal olmasını önermişken,
Günümüz Türkiye’sinde mitoman siyasetçinin yalanlarını nereye koymalı?
Soylu/kutsal yalan mı yoksa süfli/soysuz yalan mı?
Mitoman siyasetçi nasıl oluyor da pervasızca yalan söyleyebiliyor? “Ay’a kadar dört şeritli yol yapacağım desek, seçmenimiz inanır” itirafı mitoman siyasetçinin nasıl pervasızca yalan söyleyebildiği sorusunun yanıtı yerine geçer mi?
Mitoman siyasetçi, “Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir” (maide/sofra 42) ayetinin gereğini yerine getiriyor olabilir mi?
Siyasette ve gündelik hayatta doğru söyleyen dokuz köyden niçin kovuluyor?
Siyaset ve yalan üzerine onca kafa yormuş Hannah Arendt’in bu sorulara bir yanıtı var mıdır?