9 Şubat 1978’de Ankara’nın Beşevler semtinde AİTİA öğrencisi devrimci Atilla Acartürk öldürüldü. Muhsin Yazıcıoğlu, Acartürk‘ün öldürülmesini şöyle anlatıyor (Radikal, Murat Yetkin, 4 Eylül 2005, “Ölüm emri vermedim”):
“Bize ara sıra bir yerlerden bilgiler, adresler, fotoğraflar gelirdi; işte tehlikelidir, komünisttir diye. Eminim devrimcilere de benzeri raporlar giderdi. Biz bunların nereden geldiğini bilmezdik. Mesela bir ara Beşevler’deki Akademi’de Atilla diye sol görüşlü bir öğrencinin adı hızla yayılmaya başladı camiada. Fotoğrafları geliyor, bilgileri geliyor. Sonra vuruldu o öğrenci.”
22 Nisan 1978’de ise devrimci öğrenci Aydın Efetürk öldürüldü. Sanık olarak sağ görüşlü biri ele geçirildi. Deliller aleyhineydi, görgü tanıkları vardı ve teşhis edilmişti. Sorgusunu cinayet masasından ünlü Kel Hasan (Hasan Ceyhan) yaptı. Katil zanlısı, işkence altında alınan ifadesinde cinayeti işlediğini itiraf etmek zorunda kaldı. Üstelik, işkenceyle sorguyu yapan Kel Hasan da sanık gibi MHP’liydi. Dosya tamamlanınca, Adliye’ye sevk edildi. Cinayeti çözen Kel Hasan da başarısı nedeniyle 2 maaş ikramiyeyle ödüllendirildi.
“Gereği düşünüldü”
Her şey ortadaydı, görgü tanıklarının ifadeleri, deliller, üstelik zanlının cinayeti işlediğini itiraf ettiği ifade… İdam kararı verileceği apaçık belliydi. Karar duruşması gelip çatmıştı. Karar açıklanmadan önce, öldürülen devrimci öğrenci Aydın Efetürk adına duruşmaya katılan müdahil avukat söz aldı ve “Dünya görüşümüz idam cezasına karşı olmamızı gerektiriyor. Bu nedenle sanığın idamla cezalandırılmamasını, bir alt cezanın uygulanmasını talep ediyoruz” dedi. Mahkeme heyeti, sanık, sanık avukatı ve davayı izleyen herkes şaşırmıştı. Karar açıklanacaktı. Salonda bulunan herkes adet olduğu üzere ayağa kalktı, çıt çıkmıyordu. “Gereği düşünüldü” dedi Hâkim. “Sanığın, işlediği suç sabit görüldüğünden, eylemine uyan TCK’nın … ” Gözler, kararı okumaya başlayan hâkimin elindeki kalemdeydi. Beklenen olmadı, kalem kırılmadı. Hâkim, elinden kalemi bıraktı ve cümlesini “… maddesine göre müebbet hapisle cezalandırılmasına karar verilmiştir” diye bitirdi. İnanılır gibi değildi, ama Efetürk ailesinin avukatının son sözleri belli ki etkili olmuştu. Oysa herkes kararın idam olacağından çok emindi.
“Seni komünist biliriz ama…”
Dosya kapandı, sanık cezaevine gönderildi. Aradan zaman geçti, 12 Eylül darbesinden sonra Mamak’ta Sıkıyönetim Savcılığı’nda görev yapan cinayet masası dedektiflerinden Naim Tatar‘ı nizamiyeden telefonla arayıp “Bir genç ısrarla sizi görmek istiyor” dediler. Kim olduğunu sordu, söylediler. Ama tanımıyordu kendisini görmek isteyen genci. Nizamiyeye indi, “beni görmek istemişsin” dedi. Genç anlatmaya başladı. Beşevler’de öldürülen devrimci öğrenci Aydın Efetürk‘ün katili olarak yargılanıp müebbet hapse mahkûm olan sağcının kardeşiydi. “Ağabey, biz seni komünist olarak biliriz ama dürüst olduğunu, haksızlık yapmayacağını da biliriz. Bunun için sana geldim” dedi. Naim Tatar iyice meraklanmıştı. “Ağabeyim suçsuz, cinayeti başkası işledi. Kimin öldürdüğünü biliyorum. Nerede kaldığını da, silahın yerini de biliyorum” dedi ve anlatmaya başladı. “Ağabeyim yakalandıktan sonra Ankara’ya geldim. Onun ülkücü arkadaşlarıyla bağlantı kurdum. Kabul ettirdim kendimi. Beni aralarına aldılar, güvendiler de. Sonunda asıl katilin kim olduğunu öğrendim. Beşevler’de bir evde kalıyor, aha adresi de bu. Silahı sakladığı yeri de biliyorum”. Kim olduğunu, bütün detayları, isimleri, adresleri anlatınca Naim Tatar‘ın kuşkusu kalmamıştı. Dosdoğru Askeri Savcı Albay Nurettin Soyer‘in odasına çıktı. Nurettin Albay, Naim Tatar’ın anlattıklarından ikna oldu ve ne yapabileceklerini düşündüler. Dosyayı yeniden açabilmek için çare aramaya başladılar. Çare, Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun‘a durumu anlatmaktı. Recep Ergun‘un izin vermesiyle aynı gece Dürüst Oktay ekibiyle Beşevler’deki adrese baskın yapıp çocuğun adını verdiği ülkücüyü kıskıvrak yakaladı. İnanılır gibi değildi ama katil olarak yakalanıp yargılanan gence ikiz kardeşi kadar benziyordu. Cinayette kullandığı tabancayı da sakladığı yerde ele geçirdiler. Balistik incelemede, Aydın Efetürk‘ü öldüren kurşunların bu silahtan çıktığı da kesin olarak saptandı. Her şey ortaya çıkmış, müebbede mahkûm olup içeri atılan gencin suçsuz olduğu anlaşılmıştı. Tahliye edildikten sonra Naim Tatar‘ı ziyaret edip, “Ağabey, sana çok şey borçluyum. Senin için kurban keseceğim” dedi. Naim Tatar, “Saçmalama, suçsuz yere yatan sensin. Asıl bu devlet borçlu sana. Üstelik senin sorgunu yapan da senin gibi MHP’li. Ya müebbet değil de idam kararı çıksaydı mahkemeden?” dedi.
Ya karar idam olsaydı?
Öldürülen öğrenci Aydın Efetürk devrimci, hiçbir suçu olmadığı halde benzerlik nedeniyle yakalanıp idam istemiyle yargılanıp müebbede mahkûm olan genç MHP’li, o MHP’li gence işkence yaparak cinayeti işlediğini itiraf (!) ettirip üstüne iki maaş ikramiye alan polis de MHP’li. Sonunda kapanmış olan dosyanın yeniden açılmasını sağlayarak adaletin yerini bulmasını sağlayan Naim Tatar, Dürüst Oktay ve o ekipteki herkes birilerine göre komünist! Kendisi gibi MHP’li birine işkenceyle cinayeti üstlendirip iki maaş ikramiyeye konan polisten o ikramiye geri alındı mı bilmiyorum.
Naim Tatar‘ın dediği gibi, mahkemenin kararı ya müebbet değil de idam olsaydı?