Tarih 3 Eylül 2006, olay yeri İstanbul’un Fatih İlçesi Çarşamba semtinde İsmailağa Camii. Semt, şeriatçıların kurtarılmış bölgelerinden biri. Emekli imam Bayram Ali Öztürk, 2000 kişinin gözlerinin önünde Mustafa Erdal tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Cinayeti işleyen Mustafa Erdal da yine bu 2000 kişinin gözlerinin önünde, 20 kadar kişi tarafından linç edildi. 2000 kişi seyrediyor, polis görgü tanığı bulmakta zorlanıyor. Ya korkuyorlar ya da katil Mustafa Erdal’ı döve döve öldürenleri destekliyor, haklı buluyorlar. Olay, İBDA-C’nin gövde gösterisine dönüşüyor. Ortaya çıkan cep telefonuyla çekilmiş görüntüler, aralarında korkmayanlar ve desteklemeyenlerin de olduğunu gösteriyor. Linç failleri yakalanarak yargı karşısına çıkarılmalı ve hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdırlar. Türkiye Cumhuriyeti şeriat devleti değildir. Faillerin cezalandırılmaları, bu açıdan çok önemli.
Onlar yasa tanımaz
29 Nisan 2006 tarihli Milliyet Gazetesi’nin manşeti, “Millî Görüş Anayasa Tanımaz”. Bu sözler, Almanya İç İstihbarat Şefi, Anayasayı Koruma Dairesi’nin başkanı Heinz Fromm’a ait. Fromm, Mehmet Aktan’ın “Radikal İslam”la ilgili sorularını yanıtlamış ve Millî Görüşçülerin hareket temelinin Kuran olduğunu, Anayasa’yı kabul etmediklerini belirterek, “Suç işlememiş bile olsalar onları takip ediyoruz.” diye devam etmiş. Fromm’un ekibiyle birlikte hazırladığı rapora göre onlar, dini kurallara göre yaşamak isteyen, orada bir anayasa olduğunu, devletin gücünün halkın hakimiyetine ve siyasi seçime dayandığını kabul etmeyen bir organizasyon.
İsmailağa Camii’nde olanlar, Heinz Fromm’u haklı çıkarıyor. Almanya, yıllarca göz yumdu örgütlenmelerine, izlemekle yetindiler sadece. Devlet içinde devlet oldular, Türk mahallelerinde “Şeriat Devleti” kurdular. Gurbetçilerin dini duygularını istismar ederek topladıkları paraları, Türkiye’de örgütlenme çalışmalarında kullandılar. Sonunda nasıl bir kara belayla karşı karşıya olduklarını anladılar.
Yeşil sokaklar, kırmızı sokaklar…
Önce sokakları, kaldırımları “yeşil medeniyettir” diyerek yeşile boyamaya çalıştılar. Arkasından içkili yerleri “kırmızı sokaklar”a toplamaya çalıştılar. Hâkim oldukları eğitim kurumlarının bazılarında, resmî kurumlarda klozetler kaldırıldı, yerine hela taşları konuldu, pisuarlar sökülerek yerlerine yalaklar yapıldı. Klozetlerin yerine konulan hela taşları, kıbleye önü ya da arkası bakmaması gerektiği için, projelerde tadilat yapılarak doğuya ya da batıya bakacak şekilde yerleştirildi. Mimar arkadaşlar bunu bilmiyor olabilirler, çünkü aldıkları eğitimde ne yazık ki din dersi yok. AKP’nin siyasi ömrü yeterse, Mimarlık fakültelerine zorunlu din eğitimi getirilebilir. Hatta, meslek derslerine geçmeden önce bir yıl hazırlık sınıfı konulup sağlam bir din eğitimi verilmesi bile düşünülebilir.
Laikliği anlayamayanlar
Bacasız sanayi denilen Turizm bu ülke için o kadar önemli ki, kendi yandaşlarından bile tepki aldıkları yerler oldu “kırmızı sokak” uygulamasına. Laikliğin ne olduğunu kavrayamayan, anlamak istemeyen bu zihniyete sormak gerek; içkili yerleri kırmızı sokaklarda toplamak istediğinize göre, ibadet yerlerini de yeşil sokaklarda mı toplayalım? Böyle bir öneride bulunmak hoş karşılanabilir mi? “Yeşil”e Recep Tayip Erdoğan’ın karşı çıkacağını hiç sanmıyorum. Belediye Başkanı olduğu günlerde, İstanbul kaldırımlarını yeşile boyatmak istemiş, kendisini eleştirenlere de “yeşil medeniyettir” diyerek medeniyet dersi vermeye kalkışmıştı.
Şeyhler, müritler ülkesi Türkiye
Mustafa Kemal, “Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar ülkesi olamaz” demişti. Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti bugün şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar ülkesi olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Türkiye nereye?
Bu soru anlamını yitirdi artık. Yolculuğun nereye olduğu ayan beyan ortada. Karanlığa, cehalete, çağdışılığa doğru yol alıyoruz. Vekaleten atamalarla din adamları yönetiyor kamu kurumlarını, “asaleten” yönetecekleri günlerin özlemiyle. Karanlığa doğru hızla yol alıyoruz, freni boşalmış, kontrolden çıkmış biçimde. Kapkara bir kartopuydu, kapkara bir çığ oldu üzerimize geliyor karanlık bütün haşmetiyle. Belki zor durdurmak ama olanaksız değil. Yarın çok geç olacak. “Türkiye İran olmayacak” sloganlarıyla meydanlara inmezsek, teslim olmadığımızı göstermezsek, ne yazık ki Türkiye İran olacak!