Seviye bu!
Ama Erdoğan da Arınç da haklı!
Bu ülkede kötü giden her şeyin sorumlusu basın!
İşsizlik tavan yapmamış, hırsızlık yok, soygun yok, devlet kademeleri tarikatların, cemaatlerin hakimiyetine geçmemiş, Tekel işçileri ölümüne direnişte değil, memleket güllük gülistan!
İstihdam mı? Bildiğin gibi değil. İş var, işçi bulunmuyor. Hatta yakında yabancı işçi getirmek zorunda bile kalabiliriz.
Babalar gibi satılmamış Cumhuriyet’le özdeşleşmiş, kâr eden kuruluşlar!
Fişleme filan da yok, hepsi iftira. “Kanı bozuklar” çamur atıyor.
Erdoğan’ın eleştirdiği hangi basın?
Evet, her şeyin sorumlusu basın!
“Tuu size” diye tüküreceksin, olmadı “Yuh” çekeceksin, o da mı yetmedi, “Çüşş!” diyeceksin.
Yine anlamazlarsa, patronlarına, “onların eline kalem verenlere” şikâyet edeceksin. “Kusura bakma, bu dükkânda sana yer yok” demelerini öğütleyeceksin.
Gerginliğin sorumlusu kim?
Yargıyı siyasallaştıranların hiç suçu yok, düzmece suikast senaryolarıyla ülkeyi gerenler sütten çıkma ak kaşık! Cemaatlere dokunan savcılara baskı yapacaksın, içeri atacaksın, ortam gerilmeyecek, bunları yazdığımız için gerilimden bizler sorumlu olacağız!
Partinin ve bürokratlarının adının karıştığı soygun haberlerine yayın yasağı getireceksin, ortam gerilmeyecek, yazdığımız için bizler sorumlu olacağız gerilimden. Karanlığın içindeki Türkiye’de hırsızlar önlerini görebilmek için Deniz Feneri kullanacaklar ortam gerilmeyecek, haberini yapınca ortam gerilecek.
Satın alamadıkları gazete, TV kaldı mı? Çok az, herhalde bir elin parmaklarını geçmez. O zaman bu tehdit kime? Yandaş medyanın “masası” olduğu için gözden çıkaramadığı köşe yazarları mı? Keşke yandaş basının dışında köşe yazan arkadaşların borsayı bu kadar etkileyebilecek güçleri olsaydı! Erdoğan, “Köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. ‘Ne yapayım hâkim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Kusura bakma, bu dükkânda sana yer yok’ diyeceksin” diye sesleniyor medya patronlarına ve ekliyor, “Herkes vitrinine layık olanı koyar.” Arkasından muhtemelen “bu yazsın, şunu sepetle” listeleri de gelecektir.
Erdoğan’ın alenen basını tehdit ettiği konuşmasını NTV’nin Yazı İşleri programında sıcağı sıcağına “Bütün milletvekillerini kendisi seçmiş biri olarak ‘Senin bu partide yerin yok’ da diyebilir” sözleriyle yorumladı Ruşen Çakır. Katılmamak ne mümkün!
Demokratik bir ülkede ne bir gazete patronunun, ne de Başbakan bile olsa bir siyasetçinin haddine, gazetecinin eline kalem vermek!
Basın özgürlüğü mü?
Erdoğan ABD ziyaretinde “Türkiye’de basın ABD’den daha özgür” dediğinde cezaevlerinde yatan gazeteciler vardı, bugün de var. 40’a yakın gazeteci hapiste. Türkiye’de basın daha özgür olduğuna göre, ABD’de bu sayının çok daha fazla olması gerekmiyor mu? Benim bildiği kadarıyla hiç yok!
Basından sorumlu mu, basından sorunlu mu?
Basından sorumlu Devlet Bakanı’nın küçümsemek amacıyla “Adını bile duymadım” dediği ve “beni ziyaret etmediniz” diyerek suçladığı Çağdaş Gazeteciler Derneği, 30 küsur yıllık bir meslek örgütü. 12 Eylül öncesinden bugünlere uzanan mücadelelerle dolu bir geçmişi var bu basın meslek örgütünün. Mustafa Ekmekçi’den, Mahmut Tali Öngören’e mesleğimizin yüz akı gazeteciler yöneticilik yaptı bu dernekte. 12 Eylül Türkiye’sinde bile kimseden icazet almayan ÇGD, AKP’den icazet almak için mi ziyaret edecekti Arınç’ı?
“12 Eylül Adaleti” gibi
Cezaevlerinde bulunanların % 60 kadarı henüz hükümlü değil, yargılanmaları devam ediyor. Hani “suçu kesinleşene kadar suçsuz” sayılanlardan. Bunların bir kısmı Aylin Duruoğlu misali hâkim karşısına çıkmayı bekliyorlar aylardır. Hâkim yüzü gördüklerinde salıverilecekler, yattıkları da yanlarına “kâr” kalacak! Bir kısmı da ceza alsalar bile içerde yattıkları süre cezalarına sayılacak, yine tahliye olacaklar. Yüzde 40 kadarı da yargı süreci tamamlanıp ceza almış olanlar.
Böyle bir ortamda adaletten söz etmek mümkün mü? “Türkiye normalleşiyor. Bugün olanlar, demokrasinin ayak sesleri” sözleri, Amerika’nın “Irak’a özgürlük getirdik” yalanından çok farklı değil!
Eğer öyleyse, istemez, biz almayalım o demokrasiyi!
Büyük mizah ustası Müjdat Gezen’in aktardığı bir anekdotla koyalım noktayı.
İsviçre’yi ziyaret eden bakanımıza birini tanıştırmışlar ve “İsviçre Deniz Bakanı” demişler. Bizimki şaşırmış, demiş şaşkınlıkla. “Olsun, sizde de Adalet Bakanı var.”
Sevgili Müjdat Gezen, nice 50 yıllara.
Dilek bu ya, adaletin de olduğu nice yıllara…