Elbette esas suçlu yüksek enflasyondur. Ancak bunu usulüne uygun yönetemeyenlerin reel faizi ortaya çıkartmak yerine, halkı tasarrufa çağırması da maalesef karşılık bulamayacak bir davettir. Zira bir taraftan ay sonunu getiremeyen orta ve alt gelir grupları için böyle bir ihtimalin hiç olmadığı, diğer taraftan imkânı olan vatandaşın da parasını enflasyon vergisi niyetine feda etmeyecek kadar hesabını bildiği görülmelidir. Zira, eğer piyasa faizleri beklenen enflasyonun altında seyrediyorsa, bankaya yatırılan TL’nin her dönem sonunda biraz daha eridiğini hissetmemek mümkün değildir. Ancak gayrimenkule, altına, dövize, hatta otomobile yatırılan paranın kolay kolay kaybettirmeyeceği kesindir. Yani sadece TL yastık altında tutulamaz, bir şekilde harcanır. Böyle olunca da talep yönlü enflasyon tırmanır. Eh bizde hiç eksik olmayan maliyet enflasyonuyla da birleşince amansız bir hastalık gibi bütün bünyeyi sarar.
Peki negatif reel faizin kazananı hiç yok mu?
Elbette var. En başta negatif faiz farkı kasasında kalan bankalar…
Diğer kârlı çıkanlar ise TL cinsinden kredi kullananlardır ki; mevduat sahibinin eksisi bunlara artı yazar…
Düşük faizli krediyi almadan işe başlamayan ve enflasyon farkını cebe indiren müteahhitler de son yılların en fazla kazananlarıdır. Aman yanlış anlaşılmasın; geçilmeyen yollara, köprülere, tünellere, inilmeyen havaalanlarına döviz üzerinden hesaplanarak yapılan garanti ödemeleri saymıyoruz. Onlar başka bir seviyedir.
Şimdi geliyoruz, Merkez Bankası cephesindeki gelişmelere…
Temmuz ayının son günlerinde Merkez Bankası Başkanı, yüzde 22,3 olan yıl sonu TÜFE enflasyon tahminini yüzde 160 sapmayla yüzde 58’e çıkarttı.
Elbette yeni başkan adına bu olumlu bir gelişmedir ve oldukça da gerçeğe yakın bir tahmindir. Zira her yılın başında ilan edilen yüzde 5 hedeflerden buralara geldik. Ancak bana göre bu da yetersiz kalacak ve tekrar revize edilmesi gerekecektir. Benim yıl sonu tahminim asgari yüzde 65’dir.
Kaldı ki yıl sonunda beklenen enflasyon oranı yüzde 58, politika faizi de yüzde 17,5 seviyesinde iken; mevduat faizini yüzde 40’lardan yüzde 30’lara doğru baskılamak da kolay anlaşılabilir bir şey değildir. Evet normal şartlarda politika faizi mevduat faizine yaklaşmalıdır. Ancak burada olan bu değil ki; politika faizi yavaş hareket ederken mevduat faizi gümbür gümbür inişe geçmiştir. Diyelim ki; bu yakınlaşma bir şekilde gerçekleşti, o seviyeler enflasyondan uzak kaldıktan sonra negatif reel faize çözüm bulunamayacağı gibi dolarizasyon artacak, diğer yatırım araçlarına kayma da devam edecektir.
Çok iyi biliyoruz ki; esas maç yerel seçimlerden sonra başlayacaktır. Yani Mart ayına kadar sıkı para politikasını eksiksiz uygulamak zaten mümkün değildir. Zira seçim ekonomisi ile çeliştiği için buna kolay izin verilmez. Ancak seçim sonrası rahatlayacak olan ekonomi yönetimi cari dengede daha etkili tedavi uygulayacaktır. Bu hamle de milyonlarca işsiz yaratacaktır.
Peki çalışanların buna hazırlıklı olması gerekmez mi?
Elbette kenarda üç beş kuruşu olanın her ihtimale karşı birikimini koruyacak kadar yatırım bilgisine sahip olması beklenir.
Sonuç olarak; tasarruf isteyen devlet, enflasyon oranı üzerinde faiz vermek zorundadır. Yoksa vatandaşa “tasarruf yap” demek, “bağış yap” demekle benzer anlama gelir. Yani yatırımlara yetmeyen iç tasarrufları (neticesi cari açık) icraatla değil de sözle canlandırmanın imkânı yoktur. Çünkü bu insanlar son senelerde yeteri kadar ders aldılar ve bedel ödediler. Artık kendilerini daha dikkatli hareket etmek zorunda hissediyorlar…
Merkez Bankası’nın görevi; elindeki politika faizi yerine nominal faiz üzerine odaklanmak olamaz. Elindeki aracı kullanıp, gerisini piyasanın takdirine bırakması gerekir. Tersi durumda, beklenen enflasyon yüzde 58 iken, politika faizi bu gidişle yüzde 25’de olsa fark etmez, enflasyonun çok altında kalarak negatif reel faizin devamına hizmet eder. Neticesi malum; TL dışındaki yatırım araçlarına yöneliş ile de ‘tavuk-yumurta’ ilişkisi sürer gider…
Mutlaka 2024 yılındaki yerel seçim dikkate alınıyor ki; tedavi sürecinin uzayacağı hedeflere de yansıyor. Öyle ya 1,5 yıl sonrası (2024 yıl sonu) için bile yüzde 33 enflasyon hedefi koymak bunu göstermiyor mu?
Bu durumda MB Başkanı görevde kalış süresini uzatmaya değil, ekonomiyi solunum cihazından çıkartmaya odaklanmalıdır. Böylece görev süresi kısalsa da; doğruları yapmış olmanın huzuru bir yana, meslek etiği ve gelişimine de katkısı olumlu olur. Açıkça beklentimiz bu yöndedir…
Yoksa normal şartlarda kimse faizlerin yükselmesini istemez. Ancak şartlar normal değil ki. Buna rağmen, mevcut durumun kısa ve orta vadede düzelmesi hayli zordur, uzun zamana ihtiyaç vardır. Neyse ki Merkez Bankası özelinde liyakat ve kısmi bağımsızlık ümidi filizlenmiştir. Ancak bu kadarı yetmez. Hükümetin ‘tasarruf’ önerilerine kalıcı katkı vermesi ve yapısal reformları da daha fazla gecikmeden hayata geçirmesi şarttır.
“Rasyonel politikalara dönüş” niyeti belli eder ve takdir görür ama uygulamadaki rasyonalite (gerçeğe ulaşmada akılsal ilkelere göre hareket) neticeyi şekillendirir.