Yaşanan ekonomik sıkıntılar tüketicinin kıt kaynağını daha dikkatli kullanmasını gerekli kılıyor. Bu da daha araştırmacı olmasına, alışverişi bölmesine ve tek satış noktasına sadık kalmamasına yol açıyor.
Zira yaşanarak görülüyor ki;
- Pahalı olan her ürün kaliteli değildir.
- Ucuz olan her ürün de kalitesiz değildir.
- Ancak öyle ürünler vardır ki; fiyatı hileli olduğunu açığa çıkartıyor. Örneğin bal ve natürel sızma zeytinyağın ülke genelindeki asgari üretici fiyatları bu konuda aydınlatıcı olurken, anlamsız düşük fiyat şüphe çekiyor. Elbette bu durumu aşırı yüksek fiyatla avantaja çeviren fırsatçılar da çıkıyor. Tüketici kaliteyle oynamak kadar, fiyatla oynamanın da etik dışı olduğunu ve her ikisinin de haksız kazanç oluşturduğunu anlıyor.
- İlgili Bakanlığın taklit ve tağşiş listelerinde yer alan hileli markayı (örneğin natürel sızma zeytinyağı) raflarında bulundurmaya devam eden, hatta bir de orta teşhire çıkartan perakendecilerin varlığı da biliniyor. Sık sık büyük indirime giren markayı şüpheli bulup tahlile göndermeyen, üstelik o hileli markayı ayıbı ortaya çıktıktan sonra bile raftan elemeyen satıcı, hâlâ tüketici sadakatine bel bağlıyor.
- Birçok üründe bazı insert fiyatları, rakiplerin normal raf fiyatlarından pahalı kalıyor. Hem de insert uygulaması bulunmayan zengin semt marketlerinden bile…
- Fiyatları önce şişiren, üç beş gün sonra da indirime sokan perakendeciler de tüketici tarafından biliniyor.
- Gıda dışı mağazalarda hayali ilk fiyattan büyük indirimler yapıldığını tüketici hayretle izliyor. Etikette üstü çizilmiş ilk fiyat espri konusu bile olabiliyor.
- Poşetlerin paralı olduktan sonra daha kaliteli olması beklenirdi. Ancak birçok perakendeci, sağlam poşetleri çöp torbası olarak bedelsiz dağıttığı günleri unutmuş olmalı ki, paralı poşetin kalitesini düşürmüş bulunuyor. Müşterinin farkında olmadığı düşünülebilir mi?
Dolayısıyla tüketici daha araştırmacı oldukça, fiziki perakendecilerin de daha titiz davranmaları beklenirdi. Oysa müşteri şikayetlerinden izlendiği kadarıyla genele yansıyan bunun tam tersi oluyor.
Peki bu kime yarıyor?
Daha ucuz ve kolay alışverişin adresi olan e ticaret şirketlerine…
Oturduğu yerden gereken araştırmaları yapıp kıyaslama imkânı da bulan tüketicinin bu kanala bağlanmasını sağlıyor.
Avantajları saymakla bitiremiyoruz.
- Yorulmadan alışveriş ve kısa zamanda en düşük fiyatın tespiti,
- Mağaza kalabalığının yıpratıcı etkisinin olmaması,
- Şehir trafiğinde uğraşmak yok,
- Akaryakıt veya ulaşım gideri yok,
- Kasa kuyruğu yok,
- 24 saat açık mağaza,
- Sipariş kapıya teslim,
- Satıcı için; dükkân kirası yok, personel gideri yok, işletici komisyonu yok, mağaza yatırımı yok. Bütün yoklar tasarruf olarak müşteriye yansıyor.
- Dünyada 2020 yılında 1 trilyon dolara yaklaşacağı söylenen ‘sınır ötesi e ticaret’ etki alanını iyice genişletiyor.
- Ülkemizde yıllık yüzde 42 büyüme ile 60 milyar TL’ye ulaşan e ticaret cirosunun toplam perakende pazarına oranı hâlâ yüzde 5,3 düzeyindedir. Bu da katedilecek daha çok yol olduğunu gösteriyor.
Daha az parayla daha pratik alışverişi keşfeden on-line tüketicilerin sayısı devamlı artıyor. Ve en önemlisi çevrelerine de farkı anlatmaya devam ediyorlar.
Bu durum fiziki perakendeciliği tehdit etmiyor mu?
Tüketicilerin güvenini ve masumluğunu değerlendirerek, daha fazla para harcatmaya teşvik etmek üzere geleneksel büyük indirimler ve yaratıcı teşhirler yavaş yavaş eski gücünü kaybediyor. Zira teknolojinin gelişmesi ile tüketicinin aydınlanma imkanları artıyor. Mağazaların satışta uzman olmaları, tüketicilerin satın almada ekseriyetle amatör kalmalarıyla bu zamana kadar neticeye ulaşılıyordu. Ancak artık müşteriler de uzmanlaşıyor. Sonuçta atılan oltaların boş çıkma ihtimali artıyor.
E ticaret, bütün gelir gruplarını aynı dükkâna toplayabilen tek formattır. Zira paradan tasarruf etmek üzere bu kanala yoğunlaşan orta ve alt gelir grubu ile zamandan tasarruf etmek üzere bu kanala yönelen üst gelir grubunun toplanma yeri oluyor. Satış hacmi arttıkça ulaşılacak düşük maliyetlerle rekabette sağlanan avantaj gittikçe artıyor. Satınalma işlemini kolaylaştıran teknolojik gelişmeler de en çok bu kanalın işine yarıyor.
Neticede, tüketicideki değişimi önemsemeyenler kayba uğrayacaklarını kabullenmek zorundalar.
Herkes biliyor ki; kampanyalar zarar etmek için yapılmıyor. Tüketiciye daha fazla harcatarak daha fazla kazanmak için planlanıyor.
Peki o zaman herkesin beraber kazanması mümkün mü?
Yani üreticinin, perakendecinin ve tüketicinin…
Herkes birlikte kazanmıyor ki; iyi ölçenler ve iyi plan yapanlar kazanıyor.
Bazen üretici, bazen perakendeci, çoğu zaman da tüketici kaybediyor.
Ucuz satmak için kaliteyle oynayan üretici uzun vadede kaybediyor. Perakendeci hakem rolünü kötü oynarsa kaybediyor. Örneğin üreticinin kusurunu görmezden gelerek tüketicinin hakkını koruyamıyorsa…
Bazı tüketiciler sadece ucuz fiyata odaklanıyor, bazı tüketiciler de marka bağımlılığı ile hiç sorgulamıyorlar. Yani onlar da kaybetmeye devam ediyorlar.
İndirim mağazalarına yoğunlaşma, tüketici mutabakatı gibi değerlendiriliyor ama unutmayalım ki hepsi aynı ciroyu (m2 başına satışı) yapamıyorlar. Demek ki sadece fiyat geçerli olamıyor. Örneğin Almanya’da zengin müşteri de Aldi’den alışveriş yapıyor. Neden?
Zira onlar da ucuza almak istiyorlar ama kaliteden taviz vermeden…
İndirimlerde, alışverişe meraklı birçok tüketici kolayca evini kullanmadığı ürünlerle dolduruyor. Alışveriş anında tasarruf ettiğini zannederken, çok geçmeden kenarda bekleyen eşyayı koyacak yer bulamıyor.
Bu yaşananlardan ders çıkarıldıkça da hatalar azaltılıyor.
Alışverişlerin bütün tarafları için bunu bir futbol maçına benzetebiliriz. Önce kalenizi gole kapatacaksınız. Sonra da sahada kalmayı başararak karşı kaleye gol atmaya çalışacaksınız. Ama dedik ya faul yapmadan. Malum artık VAR sistemi mevcut. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmıyor, döndürüp döndürüp seyrediyorlar ve cezayı mutlaka birilerine kesiyorlar!