Son günlerin konusu olsa da bize ait süreç 6-7 senedir varlığını sürdürüyor. Yani biz çoktan beridir orta gelir tuzağındayız.
Basit tarifi; bir ülkede fert başına gelirin belli bir seviyeye geldikten sonra patinaj yapması ve hareketsiz kalmasıdır. Örneğin, bizdekine benzer şekilde 10-12 bin dolarlık çıtanın aşılamaması gibi…
Dünya Bankası’nın 2019 verilerine göre; kişi başına yıllık ortalama geliri 1.025 dolar ile 12.375 dolar arasındaki ülkelere orta gelirli, 12.375 doların üzerinde olanlara da yüksek gelirli ülke deniliyor.
TÜİK verilerine göre;
2007’de 9.656 $, 2008’de 10.931 $, 2009’da 8.980 $, 2010’da 10.560 $, 2011’de 11.205 $, 2012’de 11.588 $, 2013’de 12.480 , 2014’de 12.112 $, 2015’de 11.019 $, 2016’da 10.883 $, 2017’de 10.602 $, 2018’de 9.632 $, 2019’da 9.127 $ kişi başına gelir elde etmişiz.
Dolar bazında 13 sene önceki gelirin de altındayız. 2009’dan 2013’e kadar olan süreçte bir yükseliş olduğunu görmekteyiz. Bir şekilde ekonomik büyümeyi finanse etmişiz. Ancak bu büyüme bile orta gelir tuzağının aşılmasını sağlayamamış. Nitekim, en yüksek seviyeyi 12.480 dolar ile 2013 yılında gördükten sonra son 7 yılda her sene gerileyerek yüzde 27 kayba uğramışız. Dolayısıyla uzun süredir bu tuzağa takılmış olan ve üst gelir grubuna çıkamayan ülkeler arasındayız.
Bizim sorunumuz; ‘orta gelir tuzağından çıkmak için yapılacaklar’ konusunda geç kalmış olmamızdır. Oysa, orta gelir tuzağından çıkışın ‘yapısal’ politikalar eşliğinde başarılabileceği üzerinde fikir birliği olsa da bu konuda kayda değer bir gelişme olmamıştır.
Bir kere yılda ortalama yüzde 1,4 civarında nüfus artışımız vardır. Bu durumda, tasarruf yaratmak ve yatırımların önünü açmak için büyüme oranının yüzde 4’ün altına düşmemesi lazımdır. Yetmez, gelir dağılımındaki eşitsizliği de gidermek gerekir. Yani vergi sisteminde dolaysız vergilere ağırlık veren bir yapıya ihtiyaç vardır.
Bölgesel eşitsizlik bir başka kronik sorunumuzdur. En az gelişmiş illerimiz bellidir. Yatırımları bu illere kaydıracak teşvik uygulamalarının etkinliği artırılmalıdır. Bankacılık sistemi kredi havuzunu bu tarafa boşaltmalıdır. Zira batıda en verimli tarım arazileri üzerine yığılmış çarpık sanayileşme, sadece çevreye haksızlık olmuyor, çıtayı atlatacak kalkınmayı da engelliyor.
Özgürlükçü ve demokratik bir hukuk devletini oluşturmak ve dip seviyedeki ‘Tüketici Güven Endeksi’ni yükseltmek bu çalışmalara paralel yürütülmelidir.
Japonya ve Güney Kore örneğindeki gibi sanayileşme hamlesinin gereğini yerine getirmeliyiz. Tarım başta olmak üzere bütün sektörlerde verimliliği artırmak şarttır. Çalışan kişi başına katma değer artışları düşük kaldıkça, kişi başına gelir artışı da hız kesiyor. Elbette bütün bunların dayandığı alt yapı ihtiyacı da eğitim reformunu işaret ediyor.
“Hollanda nasıl başardı?” başlıklı yazımda bu sıradışı hikayeye dair başlıkları belirtmiştim. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok, hepsi orada var zaten…
Tarım, turizm ve ticaret gibi bize çok uyan kulvarlarda bu ülkeyle yapılacak benchmarking çalışmaları bize verimlilik açısından kazanımlar sağlayabilir.
Eksiğimizi bilelim; verimlilik konusu bizde ya kısmi ele alınıyor ya da dilek ve temenni kıvamında kalıyor.
Oysa, Toplam Faktör Verimliliği (TFV), büyüme içindeki emek ve sermaye ile sınırlı kalmıyor. Bunların dışındaki nedenlerin de bileşik etkisini dikkate alıyor. Ülkelerin daha yüksek TFV değerlerine sahip olması, aynı miktarda sermaye ile daha fazla üretim yapmaları ve daha yüksek gelir elde etmeleriyle gerçekleşiyor.
Peki bu nasıl mümkün olabiliyor?
- Teknolojik ilerlemeye odaklı çalışmaların büyümeye yaptığı katkı önceliği alıyor. Bugüne kadar genelde çevremizde gördüğümüz; birçok işletmenin mevcut teknolojiyi yeterli bularak yurt içi piyasaya üretim yapmalarıdır. Dışa açılanın da rekabet gücü sınırlı kalmaktadır. Dolayısıyla krizlerden etkilenme de artmaktadır. Elbette dünya ile yarışan şirketlerimiz de vardır ama sayıları artmadan ülkenin büyümesi istikrarlı ve sürdürülebilir olamaz.
- İnovasyon faaliyetlerinin yeterliliği bir başka ölçüdür. Birçok alanda değer yaratan yeniliktir. Ürün, hizmet, süreç, iş modeli, yönetim gibi alanlarda rekabet gücünü artırmak için sürekli inovasyon yapma ihtiyacı vardır. Bunun için de inovasyon bilincini oluşturacak kurumların iş birliği şarttır.
- Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge), bu devrin olmazsa olmazıdır. İnovasyon ile birlikte yürütülmelidir. Yani ikisi aynı şey değildir. Biri diğerinin tamamlayıcısıdır.
- Yetersiz vasıfta insan kaynağı, orta gelir tuzağına götüren önemli sebeplerin başında gelir. Teori ve pratiğin bir arada uygulandığı eğitim sistemi gerekiyor. TFV bunu da önemsiyor. Televizyonda, genç bir ziraat mühendisimizin, “Okulu bitirip sahaya çıkınca başka gerçeklerle karşılaştım” sözünü duyunca ‘hâlâ mı?’diye düşünmeden edemiyor insan…
- Dış ticaret hacminin verimliliğe katkısı tartışılamaz. Ancak buna hazırlayacak yukardaki alt yapı unsurlarının da yetersiz kalmaması şartıyla…
- Araştırmalar, Türkiye’nin gelişen ülkelere nazaran TFV potansiyelini yeterli ölçüde kullanmadığını gösteriyor. Verimlilik sorununun esas olarak KOBİ’lerden kaynaklandığına da işaret ediliyor.
Geçen haftaki yazım bu haftaya hazırlık niteliğindeydi. Bize lazım olan her şey Hollanda örneğinde bulunabilir. Onlar yaptılarsa biz daha da iyisini yapabiliriz. Zira bizim avantajlarımız oldukça fazladır. Sağlık sisteminde gelinen seviye, her alanda benzer başarılara ulaşma kapasitemizin olduğunu gösteriyor.
Bütün bunlara ilaveten, ülkemizin gelir grubunu değiştirebilmesi; ülke algısının iyileşmesine, risk primimizin (CDS) düşmesine, devamında da yabancı yatırımın gelmesine ve kalıcı olmasına bağlıdır.