İktidar kalemşor-silahşorlarını tartışmaya gerek yok. Onların tek derdi AKP, hatta ondan da önce RTE hükümranlığına halel gelmesin…
Ama moda (belki de demode?) deyimle “bizim mahalle”den yükselen “ille de olağanüstü hal, ille de uzun süreli genel sokağa çıkma yasağı…” haykırışlarına başka bir açıdan daha bakmak gerekmez mi? Ya bu yasaklar salgından sonra da devam ederse?..
Sekiz milyarlık dünyanın ne kadarı “birazcık eli yüzü düzgün” demokrat? Geniş anlamda 800 milyonluk Avrupa’nın ancak dar anlamda geleneksel ülkeleri itibariyle 420 milyonu; Amerika’nın 320 milyonu… Diyelim 1 buçuk milyar… Kaldı 6,5 milyar.
“Birazcık”, çünkü (Özlem Yüzak çok güzel özetlemiş. 17.4, Cumhuriyet) bu Amerika’nın Adalet Bakanlığı Mart sonunda, korona felaketinin tam ortasında, insanları patır patır ölürken, Kongre’den acil hallerde yargılama yapmadan tutukluluk süresinin uzatılması için yetki istemiş! Vaktiyle biz “küçük Amerika” olacaktık, oluyorduk; galiba onlar “büyük Türkiye” oluyor! Macaristan’ın “tek adamı” Orban, İsrail’in Netanyahu’su korona bahanesiyle parlamentodan ülkelerini “süresiz olarak” kararnamelerle yönetme yani tek adamlık yetkisi almışlar. Hindistan’ın Mondi’si tıpkı bizim Süleyman Soylu gibi, başlayacağı saatten 4 saat önce ilan etmiş sokağa çıkma yasağını; Yüzak’ın tabiriyle “insanlık trajedisine” sebep olmuş; yetmemiş ülkesindeki Müslümanlara karşı ayrımcılığı da korona fırsatıyla körüklemeye başlamış.
17 Nisan sabahı Sağlık Bakanlığından bir mesaj geldi. Bir cep telefonu numarası veriliyor, beni davet ettiği belirtilip “kayıt linkiniz: https://hayatevesigar.saglik.gov.tr” diye de bir internet adresi eklenmiş. Numara oğlumun numarası… Ben o adrese girip, oradaki bir programı indirirsem korona bulunan bir bölgeye yaklaştığımda Bakanlık hazretleri beni uyaracakmış!
“Bu hükümet beni çok mu seviyor yoksa korona bahanesiyle beni adım adım takip mi edecek” diye düşünmez mi insan. Yüzak’ın verdiği bilgiye gör, meğer bu da başka birçok ülkede yaygınlaşan bir uygulama imiş.
“Bu kadarı fazla kuşkuculuk” denecekse, muhalif medyaya ve basına açıkça “virüs” denmesine, son infaz yasası ucubesine ne denir?
Yaşamak en önemli haktır; insan hayatı her şeyden önemlidir; doğru. Ama yaşamak, evlilik ve demokrasi parasız olmaz! Her dönemde ve dünyanın pek çok yerinde iktidar sahipleri parasız kalınca bir, yönetemez olunca iki, hırçınlaşır, sertleşir. Türkiye dahil ülkelerin çoğunluğunda korona yokken de zaten tek adamlar vardı. Macaristan’ından İsrail’ine siyasiler koronayı bahane edip neden hemen tek adam yetkilerine, yasaklara sığınıyor? Çünkü insanlara barış içinde “otur evinde” diyebilmek için ekmeklerini, sıcak çorbalarını sağlamak, ev kiralarını, elektrik, su, ısınma masraflarını ödeyebilmek gerekir. Oysa dünyanın 6 buçuk milyarlık bölümünde iktidar sahipleri har vurup harman savurduğu için veya iyi yönetemediği için, ülkesini dışarıya, emperyalizme çok bağladığı için para yok!
Oysa bu korona belasının Haziran’da biraz duralasa bile Eylül-Ekim’de gene saldırıya geçeceği söyleniyor. İnsanları bu kadar uzun süre, hem de aç aç evde oturtamazsınız. Zaten belki birçoğu kirayı ödeyemediği için sokağa atılacak.
Türkiye’de işçi çıkarma üç ay süreyle yasaklandı. İşveren sadece ücretsiz izne çıkarabilecek. Ücreti ise devlet ödeyecek. Ama günde yaklaşık 40, ayda 1200 lira… Bunun “asayiş berkemal” demeye yeteceğini sanmak safdillik olur. Millet “yetti gari” derse gelsin yasak ve şiddet.
Başta Uluslararası Çalışma Örgütü ILO olmak üzere pek çok kurumsal ve bireysel uzman durmadan başka bir endişeyi haykırıyor: Ya bu kısıtlamalar salgından sonra da devam ederse?..
Yani hürriyet çok mu önemsiz? Dünyanın 6 buçuk milyarını yöneten adamlara, kadınlara bu kadar nasıl güvenilir.
Söz konusu uzmanlar, ILO diyor ki: 1) Hükümetler kesenin ağzını açacak. 2) Korona mücadelesi mutlaka uluslararası işbirliği ve dayanışma ile yürüyecek. Yani zengin ülkeler sadece kendi halkı için değil, yoksul ülkelerin insanları için de keseyi açacak. 3) Korona ile mücadele, emek haklarına ve özgürlüklere zarar vermeden yürütülecek.
Özgürlükçülüğü, demokrasiciliği kimselere bırakmayan “bizim mahallenin” yaşama hakkı için de olsa, hükümetçe alınması gereken önlemlere değinmeden “sokağa çıkma” yasağı bayraktarlığı yapmasını anlamam zor.
Yasakçılığa zaten son derece teşne bir iktidarı böyle adeta yasağa kışkırtmak onlara mı düşmeli? Söz gümüşse sükut altındır. Kimse dile getirmese de, gerek görürse “tek adamları” zaten kimse tutamaz. Onlara düşen “kampanya açtın, toplayabildiğin para ortada. Ekonominin aksamasını istemiyorsan parayı nereden bulacaksan sen bul. Sana bir sürü yol, yöntem söyleniyor; inat etme uygula. Çalışması gereken medeni bir şekilde çalışsın; evinde oturacak olan da paşa paşa otursun. Ama paşa paşa…” demek değil midir?
Ya da… “Sağlık ve eğitim dahi devletin görevi yani kamu hizmeti olmayacaksa size ne gerek var? Önünde sonunda öğrenecek, hatırlayacaksınız bunu ve sağlığı da eğitimi de kuzu gibi yeniden kamulaştıracaksınız. Hepiniz, Netanyahu da, Orban da, Trump da, Jonson da…” demek değil midir?
Bunu, bunları söylemeden kuru kuru “yasak da yasak” diyip durmak akıl alır şey değil. Hele CHP ve onun belediye reisleri…
Niye hiç aklınıza gelmiyor bu yasakların kalıcı hale gelebileceği? 15 Temmuz’dan sonra üç aylığına ilan edilen olağanüstü hal kaç aç ay sürdü, nelere mal oldu ne çabuk unuttunuz?!!!
Bari susun da molla sansınlar!