Kuleli Askerî Lisesi’nden mezuniyetimizin 50’nci yılında, 11 Mayıs 2024’te, artık olmayan (15 Temmuz faciası sonrasında kapatılan) okulumuzun yerleşkesinde buluştuk. Çocukluğumuza döndük, çocuksu samimiyetle anılarımızı tazeledik. Sımsıcak sohbetin bir anında, aramızdaki az sayıda ülkücü arkadaşlardan biri “eski komünist” diyerek bana takıldı. Ben de “Ne demek eski komünist, hâlâ komünist. Benim yüreğimde hâlâ devrim ateşi yanıyor. Sizin yüreğinizde Sinan Ateş bile yanmıyor!” diye karşılık verdim. Hep birlikte gülüştük, şakalaştık… (Kırk beş elli yıl önce böyle şakalaşma tadında bir diyalog olmazdı, olsaydı…)
Espri şaka bir yana, sahi Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş niye öldürüldü? Üstelik genel merkeze, yani MHP genel merkezine sadık bir ülkücüymüş. Genel merkezin talimatıyla gazeteci bile dövdürtmüş. Sinan Ateş’i ülküdaşları mı öldürdü? Ülküdaşları öldürmediyse, MHP genel merkezi cinayet soruşturmasından niye tedirgin oluyor?
***
Malum, cinayete ilişkin soruşturmada açılan ilk davanın duruşmaları Temmuz ayının ilk haftasında görüldü ve duruşma 30 Eylül’e ertelendi. Cinayete ilişkin ikinci dosyanın akıbeti ise belirsiz. İşte bu belirsizlik içinde, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ilk duruşmalar öncesinde, tam da CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görüştüğü gün sosyal medyada, parmağında “Allah bana yeter” yazılı bir yüzük, elinde dosyayla gizemli bir fotoğrafını paylaştı. Bahçeli’nin gizemli fotoğrafını paylaştığı gün Erdoğan, Sinan Ateş’in acılı eşi Ayşe Ateş ile de görüşmüştü.
Bahçeli’nin o paylaşımı o günlerde hem Özgür Özel ile Erdoğan arasındaki “normalleşme, yumuşama” görüşmelerine hem de Sinan Ateş dosyasına tepki olarak yorumlanmıştı. Kimileri Bahçeli’nin elinde tuttuğu dosyanın 17/25 Aralık dosyası olduğunu, böylece Erdoğan’a “Bizi bırakıp CHP’ye yanaşırsan, Sinan Ateş dosyasını kurcalarsan, 17/25 Aralık dosyasını açarım” mesajı verdiğini savunmuşlardı. Bu yorumların ardından Devlet Bahçeli’nin yüzüklü dosyalı fotoğrafı unutmaya terk edilmişti.
***
Devlet Bahçeli’nin yüzüklü dosyalı fotoğrafı unutulmuşken, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ile 19 Ağustos’taki görüşmesine ilişkin fotoğrafta ne görelim? Bahçeli’nin makam odasında 17/25 Aralık rumuzlu saat arz-ı endam eylemiş. Oysa Bahçeli, 17/25 Aralık tarihine sabitlediği fotoğrafını 15 Temmuz faciası sonrasında Erdoğan’a yamandığında makam odasından kaldırmıştı. Mücrimlerin kader ortaklığı uğruna kaldırmıştı ama, Sinan Ateş davasının ilk duruşmalarının görüldüğü günlerde, yeniden makam odasına yerleştirmiş. MHP’yi izleyen muhabirler, Bahçeli /Ali Koç görüşmesinde fark etmişler. Bu da MHP’yi izleyen muhabirlerin ayıbı!
Böyle bir paylaşımın nasıl bir mesaj içerdiği sorusu bile anlamsız aslında. Ama burası Türkiye, kader birliği etmiş mücrimlerin iktidarı ellerinde tuttukları memleket. Müttefik mücrimler, aralarında böyle haberleşiyorlar, daha doğrusu birbirlerine şantaj yapıyorlar. Kamuoyuna ise birlik beraberlik mesajı veriyorlar. Nitekim Devlet Bahçeli hemen tevil yoluyla ikrara saptı, yani dolaylı yoldan meramını açık etti. Güya demek istemiş ki, “17/25 Aralık, 15 Temmuz ihanetinin kuluçka evresidir. Ne 15 Temmuz silahlı kalkışmasını ne de 17/25 Aralık kumpasını gündemimizden çıkarmak mümkün değildir.”
Bununla da yetinmedi Bahçeli, “gazeteci” Hande Fırat yardımına geldi. Yazdığına göre, Hande Fırat “17/25 Aralık saati ne iş?” diye MHP üst yönetimine sormuş. MHP üst yönetimi de “FETÖ’nün Türkiye üzerindeki 15 Temmuz’a giden eylemlerinin başlangıç noktasına atıf” demiş. Hande de inanmış. (Bu arada Hande sadece “gazeteci” değil. Aynı zamanda tarım işletmecisi. İşletmesi için Tarım Bakanlığı’ndan 3,5 milyon lira hibe desteği almış. Hande Fırat, “Kimse benim üzerimden iktidarı vurmaya kalkmasın!” diyor. Ne hikmetse, “gazeteci” Hande MHP üst yönetimine, “17/25 Aralık skandalı nedir? O skandal patladığında Bahçeli’nin tavrı neydi? Cumhur İttifakı kurulunca Bahçeli o tavrından niye vazgeçti? Bugün neden anımsatıyor?” diye sormayı aklına getirmemiş. Hande tipi gazetecilik işte!)
İlginçtir, Cumhur İttifakı beslemesi medya mecralarında Devlet Bahçeli’nin 17/25 Aralık’ı anımsatması konusunda haber ve yoruma rastlanmıyor. Varsa yoksa CHP içindeki hizipleşmeler. Yandaş yalaka gazetecilik de böyle bir şey işte!
Hande’nin ve yandaş medyacıların gazeteci olup olmadıklarını bir kenara koyalım; güya Devlet Bahçeli, 17/25 Aralık kumpasını unutturmamak için o saati paylaşmış. “Cumhur İttifakı’nda çatlak var” diyen fitnecilerle hesaplaşacakmış, Cumhur İttifakı’nın kutlu yürüyüşü sürecekmiş…
Hani derler ya özrü kabahatinden büyük. Bahçeli’ninki de o hesap. Madem 17/25 Aralık operasyonları kumpas. Fetullahçı Çete’nin kumpasını unutturmamak için illa 17/25’i hatırlatmak şart mı? Fetullahçı kumpas çok daha önce aşikâr olmuştu. Mesela, 17/25 Aralık’tan önce, 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklama girişimiyle. Ama Devlet Bahçeli 17/25’i milat sayıyor!!!
***
Sahi 17/25 Aralık operasyonları neydi?
Bilen biliyor da bilmeyenler MHP’nin internet sitesine bakıp öğrenebilirler.
Devlet Bahçeli imzalı üç kitap duruyor MHP’nin internet sitesinde.
O kitaplarda Bahçeli diyor ki:
“Önümüzdeki 17 Aralık’tan 25 Aralık tarihine kadar geçen dokuz günlük süreyi Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Haftası ilan edip Türkiye’nin dokuz ayrı bölgesinde hırsızlığı, soygunu ve rüşveti cesaretle anlatacağız.”
“Rüşvetçilere ve hırsızlara kol kanat gerenden Cumhurbaşkanı olmaz. Villalara balya balya dolar yığandan, kamu arazilerini zimmetine geçirenlerden, evdeki parayı sıfırlarken haysiyet ve inandırıcılığını da sıfıra düşürenden Cumhurbaşkanı olmaz.”
Sözün özü, 17/25 Fetullahçı emniyet personelinin darbe girişimiydi ama hırsızlık yolsuzluk rüşvet de suçüstüydü. O günlerde Devlet Bahçeli bu düşünceyle saatini 17/25’te sabitlemişti.
Sermaye siyasetinde neler oldu da 17/25’i hırsızlık ve yolsuzlukla mücadele haftası ilan eden Devlet Bahçeli “rüşvetçi hırsız yolsuz” dedikleriyle sarmaş dolaş oldu? Ciddi bir iktidar değişiminde dosyanın kapağı aralanırsa yanıtı alınır belki. Devlet Bahçeli de “rüşvetçi hırsız yolsuz” dedikleriyle neden kader ittifakına girdiğini açıklar belki.
Sermaye sofrasının kemik yalayıcılığı, ümmetçi milliyetçi sağcı siyaset böyle bir şey. Mücrimlerin kader ittifakı yani. Birinin elinde Sinan Ateş davası, diğerinin elinde 17/25 Aralık dosyası. Birbirlerine dirsek atıyorlar. Arada olan Osman Kavala, Selçuk Kozağaçlı, Selahattin Demirtaş, Can Atalay ve bilumum demokratlara, sosyalistlere oluyor.