Analar evlatlarının boynundan alır kokusunu. “Evlat kokusu, cennet kokusudur” der büyükler. Analar, cennet ayaklarının altına serilsin diye sermezler ömürlerini evlatlarının önüne, onlar yanı başlarındaki cennetin, evlatlarının varlığının mutluluğuyla yetinirler. Canından bir parça denilmez, canından öte candır evlat anaya. Baba, evdeki otoritedir, sevilmesi izne tabidir. Sevdiğini göstermez çocuklarına, maksat şımarmasınlar. Velakin bir zarar gördüğünde evladı, şahin kesilir. “Bu benim cananımdı, kimse beni yanmaktan alıkoyamaz” der.
1-2 hafta önce bir haber geçti haber ajansları. Bir uçak kazasından sağ kurtulan oğul, denizde babasının cesedine sarılarak hayatta kalmayı başarmıştı. Allah sıralı ölüm versin dedikleri bu muydu? Tam 42 gündür babalar oğullarının cesetlerine sarılarak ölüyor yalnız ve güzel ülkede. Devlet baba, evlatların cesetlerine tutunarak hayatta kalıyor. Her biri birer can yeleği. Parçalanmış cesetler üzerinde konuşmalar yapılıyor. Arkada al bayrak ve bir din adamı. Arkamız sağlam. Ne mutlu bize, öyle diyor elinde mikrofon olan adam. Tabutun önünde ağlayan baba kadrajın dışında. Devletin kadrajı görmek ve göstermek istediğini alıyor 16:9’un içine. Kuleler tıraşlanmadıkça bir şehrin, egolar tıraşlanmadıkça bir ülkenin silueti bozuluyor.
Nefesimiz kesiliyor kaç gündür, sözün bittiği değil, başladığı yerdeyiz. Önümüze konulan sandığa attığımız zarfların hesabını sormakta muktedir, evlatlarımızın canıyla imtihan etmekte bizi. Sınav kalemlerinin üzerinde “emeğiniz emanetimizdir” yazmakta. Al bayrağa sarılı tabutlar yanlarında iki valiz eşyayla dönmekte evine kamyonet kasalarında. Çocuklar bir kirli savaşta yitmekte göz göre göre. Yoksul mahallelerinde kocaman al bayraklar dalgalanmakta, evlat diye bayrağa sarılmakta analar. Hemen CV’lerine bakmakta medya, “terhisine iki gün kala şehit düşen…” Bir ömür öyle olmadık bir yerde bitiyor ki, doğacak çocuk anne karnında kalıyor, hayaller akıllarda. “400 vekil verseniz bu böyle olmazdı” diyerek zarf atılmakta seçmene, sandığa atacağı zarfta gerekli dikkati göstermesi istenmekte. Sandığın altından tabut gösterilmekte. Şehit cenazelerindeki mükemmel organizasyon nedeniyle bir belediye başkanına teşekkür edilirken, bu müthiş organizasyon yeteneğine oy istenmekte.
Suriyeli bir aktivist 32 günde 5 ülke geçip Almanya’ya vardıktan sonra kendisiyle yapılan röportajda şöyle demişti: “Dirseğimin altındaki şarapnel parçası bana yurdumu hatırlatıyor”. Mültecileştirilen bir ruh, bedenindeki acıyla anıyor yurdunu. Bir gün herkes 15 dakikalığına da olsa mülteci oluyor. Florida sahillerinde yapılan bir moda çekiminde kameralara takılan göçmenleriz hepimiz. Göçümüzün sebebi o moda çekimi ve o parsellenen sahiller. Bizi bu hayatın fonuna koyup göçmen temalı kreasyonlar yapıyor büyük abiler. Can yeleği olmadan çıkılan yolda gemi batıyor, nefes alamıyoruz. Ölü bedenimize tutunuyor devlet baba, bekası için. “Ya istikrar, ya ölüm!” diye diye bastırıyor kafamızdan, maksat “vatan” kurtulsun. Terhisimize iki gün kala vuruluyoruz bir kirli savaşta. Anamızın yaptığı yemekler sofrada kalıyor, sevdiğimizin gözü yollarda. Cennet kokusuna kan kokusu karışıyor, morgda telefonumuz çalıyor: arayan “Annem”. “Nöbettedir belki, arar birazdan” diye çarpıntısını dindirmeye çalışıyor. Aradığımız evladımıza bizi duble yollar ve 3G ulaştıramıyor. Kimse bizi yanmaktan alıkoyamıyor. Kalbimizin üstündeki evlat acısı bize yurdumuzu değil, uykusuz gecelerimizde evlatlarımıza söylediğimiz ninnileri hatırlatıyor. Uyu Memik Oğlan uyu.