Ankaralı gazeteci olup yolu Bekir Coşkun’la kesişmemiş olan yoktur. Hepimizin öyle ya da böyle mutlaka bir anısı vardır Bekir Abiyle. Bu anılar, eminim derlenecek, belki bir kitap haline getirilecek bir gün.
18 Ekim akşamı acı haber internete düştüğünden beri sosyal medyada ortak arkadaşlarımızdan, meslek büyüklerimizden, genç meslektaşlarımızın kaleminden o kadar çok yorum, anı okudum ki, yüzlerce diyebilirim. İnsan 50 yıldan fazla gazetecilik yaşamında tek bir kişiyi bile nasıl kırmaz; bunun tek örneği belki de Bekir Coşkun’dur.
Hani çekirdekten yetişme deriz ya, Bekir Coşkun çekirdekten yetişmiş bir gazetecidir işte. Mesleğe 1970 öncesi bir Ankara ajansında başlamış. Foto muhabirliği, polis adliye muhabirliği yapmış. Hamurunda gazetecilik var, başka işe bulaşmamış. Ben tanıdığımda Rüzgârlı’da, Günaydın gazetesinin Ankara temsilcisiydi. Sanıyorum kendisi de aynı yollardan geçmiş, aynı sıkıntıları yaşamış olduğundan genç meslektaşlarına, zor durumda olana mutlaka yardım etmeye çalışırdı.
12 Eylül’ün bütün hiddetiyle ülkenin üzerine çöktüğü, işkencede insanların öldürüldüğü, insan haklarının yok edildiği, Türkiye’nin inim inim inlediği günlerdi.
12 Eylül gecesi, hepimizin kaderi değişmişti. Cumhuriyet gazetesi Hasan Cemal’in bir sabah toplantısında “Artık daha liberal bir politika izlemeliyiz” komutuyla dümeni sağa kıracaktı. Oktay Kurtböke’nin istifasından sonra, Hasan Cemal Genel Yayın Müdürü, Yalçın Doğan Ankara Temsilcisi olacaktı.
“Faşist” yoktu artık Cumhuriyet’in sayfalarında, hepsi “Ülkücü” olmuşlardı… Cumhuriyet’te devrimcilerin ölüm ilanları bile yayınlanamıyordu artık. Gazetede belli kişilere karşı bir yıldırma politikası uygulanmaya başladı. Bütün kanunlar gibi iş kanunu da uygulanamıyordu. İşveren bir tek anarşik olaylara karışmış ya da yasadışı örgüt üyesi olanları işten çıkarabiliyordu.
“Her şey bir günde (mi) değişti”
12 Eylül’ün üzerinden 5-6 ay kadar geçmişti. Aralarında benim de olduğum 33 kişi işten çıkarıldık. Nasıl olduğunun detayına tekrar girmeyeyim, hiç kimse itiraz edemedi. Ayrıntısıyla okumak isterseniz “Her şey bir günde (mi) değişti” başlıklı yazımdan okuyabilirsiniz.
Özetle; işimiz bitmişti, bizi boş bir süt şişesi gibi Cumhuriyet’in kapısının önüne bırakıvermişlerdi. Bir taraftan Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nda okuyorum, ama gazetede işlerin yoğunluğundan boşlamıştım okulu, atılmak üzereydim. Atılırsam, yaşım da ilerlemiş olduğu için er olarak 20 ay askerlik beni bekliyor. Diğer taraftan eşim 6 aylık hamile, kızımız Deniz’i bekliyoruz. Ev kirasını ödemek bir yana, karnımızı doyuracak durumda bile değiliz. O günleri hatırladıkça hâlâ ter basıyor.
Cumhuriyet’te bizim işten atılmamızdan rahatsız olan, bizi seven birkaç kişi vardı tabii. Önce rahmetli Betül Uncular elimden tutmaya çalıştı. Anadolu Ajansı’ndan arkadaşlarıyla konuşmuş. “Foto muhabiri alacağız, gelsin başvursun” demişler. İsim verdi, gittim görüştüm ama olmadı. Çünkü alacakları foto muhabirinin “askerliğini yapmış” olması gerekiyordu.
Haberim yok, sonra rahmetli Sofu Tuğrul Hürriyet’i aramış, Sezai Bayar’la konuşmuş. “Git, Sezai seni bekliyor. Sonra da gel anlat neler konuştuğunuzu” dedi. Bir umut, fırladım gittim. Buldum Sezai Abiyi, Sofu Baba zaten beni anlatmış, kendimi tekrar anlatmama gerek kalmadı. Sezai Abi, “Ya, ben seni almayı çok isterim ama dur bakalım, Muharrem Sarıkaya’yı yeni aldık. Ben haber veririm.” dedi. Hürriyet gazetesi de olmadı.
Bekir Coşkun Günaydın temsilcisidir
Bekir Coşkun Günaydın’ın Ankara Temsilcisi o zamanlar. Erbil Tuşalp aramış, yine gittim Rüzgârlı’ya. Bekir Abiyle o gün tanıştım. Ama o zaten tanıyormuş, Cumhuriyet’in haberlerini takip ettiği için. Kadro imkânı filan yoktu. “Gel dedi dışarıdan çalış bize. Özel haber yap, röportajlar yap, telif ödemeye çalışalım”. Bir süre devam ettim bu şekilde. Günaydın’da tek muhatabım Bekir Coşkun. Hazırlıyorum haberimi, fotoğraflarımı basıyorum, zarfı hazırlayıp gidiyorum Bekir Abiye. Röportaj yapıyorum, fotoğraflarını basıp koyuyorum bir zarfa, yine gidiyorum Bekir Abiye. Cebinde gazeteci kimliğin olmadan, serbest muhabir olarak çalışmak o kadar zor ki. Bir taraftan para yok, film masrafı, fotoğraf kartı, banyosu, hepsi para. Bir yandan Bekir Abi de sıkıntılı bu durumdan, bana para ödeyemiyor. Ne de olsa aynı yollardan geçmiş, aynı sıkıntıları yaşamış. Çok uğraştığını biliyorum, ama olmadı. Onun aşamadığı bir politikası vardı Günaydın’ın. Stajyerleri bile 6 ay çalıştırır, sonra çıkartıp yerine yenisini alırlardı. Çünkü 6 aydan sonra çalıştırmaya devam ederlerse kadroya almak zorundaydılar.
Yıllar sonra ziyarete gittiğimde Hürriyet’te karşılaştık ilk kez. Ayaküstü o günleri andık, doğal olarak “şimdi ne yapıyorsun” muhabbeti oldu aramızda.
Yıldızlar yoldaşın olsun Bekir Abi. Zor günümde elimden tutmak için gösterdiğin çabayı hiç unutmadım, unutmayacağım. Sen, gazetelerin temsilcilerinin, haber müdürlerinin, istihbarat şeflerinin, hatta sahiplerinin “gazeteci” olması gerektiğinin kanıtıydın benim için.
Yıldızlar yoldaşın olsun.