Bir kez daha 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü kutluyoruz.
Bugünün anlamı ve önemi çok derin.
Zira, 1961’de ilk kez çalışan gazetecileri “fikir işçileri” olarak niteleyen, sosyal haklarını, iş güvencelerini düzenleyen 212 sayılı yasa çıkarılmıştı.
Bu yasanın çıkarılışının birinci yıldönümü olan 10 Ocak 1962’de “çalışan gazeteciler bayramı” kutlanmaya başlamıştı.
Bu basit bir yasa değildi.
Ülkeye 1961 anayasası ile hâkim olmaya başlayan ve 10 yıl sürecek olan Türkiye’nin en demokrat 10 yılının temel unsurlarından basın özgürlüğünün en önemli dayanaklarından biriydi.
Osmanlı döneminde, bir bölümü saray yönetiminin bahşişleriyle geçinen gazeteciler, Cumhuriyet döneminde daha iyi çalışma koşullarına ve düzenli ama dar gelirlere kavuşsalar da henüz yasal hükümlere bağlanmamış sosyal güvenceleri yeterli değildi.
1969-1970’de Eskişehir’de gazeteciliğe başladığım dönemde, yerel Sakarya gazetesinde başyazarlık yapan, yaşı epeyce ilerlemiş Abdülfeyyaz Arsezen adlı meslek büyüğümüz vardı; Feyyaz baba derdik.
Basın Şeref Kartı sahibi olan Feyyaz baba, 1932’de İstanbul’da gazeteciliği başlamış, daha sonra Eskişehir’e taşınarak, mesleğe yerel gazetelerde devam etmişti.
Eskişehir’e geldiğinde gazetelerde tam gün çalıştığını, ancak yazdığı haber ya da yazı başına 1(bir) lira aldığını söylerdi.
“Uğraşır didinir bir şeyler yazardık, karşılığında bir manda gözü verirlerdi!” diye anlatırdı.
Manda gözü, anlaşılacağı gibi, aralarında 1 liraya verdikleri isimdi.
Gazetecilerin resmi makamlarla sık sık papaz olup ikide bir mahkemelik duruma düşmeleri, o zaman da günlük vakalardan sayılırmış.
Ancak bu baskılı durum 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin son dönemlerinde gazetecilerin hapse atılmalarına varacak, iktidarın hoşuna gitmeyen onlarca tanınmış gazeteci tutuklanacaktı.
Ankara’da Ulucanlar cezaevinde tutuklanıp aynı koğuşa konulan gazeteciler, buraya “Hilton” adını takacaklardı.
(O zaman da ana muhalefet olan CHP’nin lideri İsmet İnönü de, tutuklanan damadı Metin Toker’i cezaevinde ziyaret etmiş, bu ziyaret günlerce konuşulmuştu.)
Daha sonra, 1961 anayasasının “basın hürdür, sansür edilemez” hükmü ile gazetecilere sosyal güvence sağlayan 212 sayılı yasanın kabulü, göreceli bir ferahlama yaratacak ve İstanbul Gazeteciler Sendikasının 10 Ocak gününü Çalışan Gazeteciler Bayramı olarak kabulünü sağlayacaktı.
Ne var ki, çalışan gazetecilerin bayramı, özellikle İstanbul’da en çok satan dokuz gazetenin kendileri de gazeteci kökenli olan patronlarını çok rahatsız etmişti.
Görünüşteki gerekçe, basın ilan kurumunun oluşturulup reklam pastasından Anadolu basınının da pay almasının mesleki sakıncalar doğuracağı iddiasıydı…
Ancak dile getirilmeyen bir başka neden, çalışan gazetecinin fikir işçisi olarak tanımlanması, böylece sendikalaşma hakkı kazanmak dahil birçok yeni hak elde etmesiydi.
Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul, Yeni Sabah gazetelerinin patronları, gelişmeleri protesto için üç gün gazete çıkarmayacaklarını açıkladılar.
Ancak, artık fikir işçisi sayılan gazetecilerden hiç beklemedikleri, sert bir karşılık aldılar.
Dokuz İstanbul gazetesinin çıkmadığı üç gün boyunca, Basın adıyla bir gazete çıkarıldı.
Patronların debelenmeleri basın ilan kurumunun kurulmasını engellemeye ve o gün için “fikir işçilerine” verilen hakların geri alınmasına yetmedi.
On yıl sonra antidemokratik “bir şeyler” oldu, 12 Mart “1971’de askerlerin muhtırasıyla kurulan faşist yönetim, idamlar, işkenceler, cinayetler dışında yalnızca gazetecilerin değil, bu ülkenin tüm yurttaşlarının kazanılmış demokratik haklarını geri almaya başladı.
İstanbul Gazeteciler Cemiyeti tarafından adı konulan fikir işçilerinin bayramının artık bayram niteliğinin kalmadığına karar verildi.
10 Ocak, 53 yıldır Çalışan Gazeteciler Günü!
1960’ların özgür basın günlerini “anma günü” de denebilir!
Fikir işçiliğinin yasal tanımını engellemek için önce gücü yetmemiş görünen gazeteci kökenli gazete patronları ise çalışanlarına hak vermeme mücadelelerinden vaz geçmediler.
1970’lerin ikinci yarısı ile 1980’ler boyunca tüm güçleri ile gazetelerde sendikalaşmanın yok edilmesi için çaba gösterdiler.
Bu arada, yavaş yavaş gazeteci kökenli patronlar da yerlerini büyük sermayenin holding patronlarına devrettiler.
Gazetelerin üst yönetiminde, çalışan gazetecilere hak ettikleri değeri vermeyen patronun isteklerini yerine getirmeyi öncelik olarak kabul eden “gazeteci görünümlü” yeni bir sınıf oluştu!
Bu yeni yönetici sınıf için patronun çıkarlarını iktidarlar nezdinde iş takibi yapmak, bu çıkarlar doğrultusunda haber yayınlamak, habercilikten, gazetecilikten daha önemliydi.
Karşılığında, her türlü haklarını kaybetmiş, bir bölümü işsiz kalmış, kalmayanları etik dışı habercilik yapmaya zorlanan, çalışan “meslektaşlarının” hayalini kuramayacağı yüksek ücretlerle lüks hayatlar yaşamayı, onurlarına tercih ettiler!