Oğlunun asker olmasını isteyen bir baba, çok önemli bir bilim adamı olan oğlunun ödül aldığı bir gecede, oğlu sahnede kendisine teşekkür ederken, kendi omuzlarına dokunarak apoletlerini gösterir ve oğluna şu mesajı verir: Ne olursan ol, gözüme giremeyeceksin. Ebeveynlerin çocukları üzerindeki bu benim olamadığım her şeyi sen ol, benim yapamadığım her şeyi sen yap baskısı son yıllarda kurs ve ders delisi olmuş çocuklar üretmekte. Henüz ilkokul çağındaki bir çocuk, aynı anda hem babasının piyano çalma hayalini, hem de annesinin balerin olma hayalini gerçekleştirme çabası içinde. Sosyal medyada “baakkk ben yaptım bunu!” fotoğrafları ile proje haline getirilmekte evlatlar. Bütün kutsal kitaplarda servetle yanyana anılan evlat, sosyal kabul görmenin, sosyal medyada ve dahi toplumdaki teşhirin en önemli nesnesi artık. Ve onun çıktığı yer hususunda ileri geri konuşmakta devlet büyükleri, zira bu projelerin hangi yöne kanalize olacağı pek mühim. Diploma töreninde iktidara sırtını dönenlerden olmasın maazallah. Ebeveynine hürmetli ve de onun istediği bölümü bitirmiş vatan evlatları gerek bize. Ki ellerine vurduğumuzda kolay olsun almak ekmeklerini.
Boğaziçi Üniversitesinin külliyesine girdiğinde, kızlı erkekli oturanları görüp de, “ben burada yoldan çıkarım” dediği an, o diplomayı kaybediyor işte insan. Diplomasının değil, üniversite hayatının olmaması acıtıyor canını. Bir rulet masasında kırmızı 78 milyona yatırılan minicik bir tutar katlanıyor da giriyor sonra ağabeylerin cebine. Talihimiz o külliyeye girildiğinde görülen manzaraya verilen tepki kadar anlık kararlarla değişiyor. Buna kelebek etkisi bile diyemiyoruz, zira o meşhur Yasaklar kabaresindeki gibi “minik kelebek, uçmak ne demek!”diye çıkıyor karşımıza abiler. Kadının diploması, çocuğunun doğum raporudur diye dayatılıyor o kumar masasında. Yeşil çuha üzerinde kan lekeleri. Tepemizde korkunç bir ışık, göz gözü görmüyor. Kürtaj yaptıramayan bir kadın, ertesi gün öldürüyor bebeğini, asıl o zaman katil oluyor. Olay yerine dönmüyor devlet baba. Sayelerinde evladını yitiren her anne, her geçen gün biraz daha yarım. Gündem değiştirme çabaları içinde yitip gidiyor kadınların çığlıkları. “Anne olunca anlarsın” diye diye bölünüyor kadınlar, bölüyorlar birbirlerini. Havva’nın elmasının yarısını yiyen Adem, istiyor ki yarım kalsın hep Havva. Kadınların yüzünden kovulduklarından cennetten, ancak ana olduklarında seriliyor cennet ayakları altına. Ancak o zaman tekâmül edebiliyor kadın, öyle belletiliyor. Kızlı erkekli kampüslerde yeni bir kız çocuk büyüyor oysa düşe kalka. Onu büyüten ebeveynleri omuzlarının üzerindeki apoletleri göstermek için değil, “gel omzumuza alalım seni, daha yüksekleri, daha ilerileri gör” diye gösteriyorlar omuzlarını mezun ederken. Ayın on dördü gibi tastamam, büsbütün kadınlar inletiyor meydanları her ay ölmeden kanayarak.
Sahi bizim bir diploma işimiz vardı, ne oldu o?