En hassas dönemdeyiz. Maalesef virüs fırsatçılığı ile ramazan fırsatçılığı çift etki yapmıştır. Bir başka olumsuzluk da, 65 yaş üstü tüketicinin evden çıkamaması sebebiyle, tercih ettiği marketten değil, eve servisin olduğu herhangi bir yerden ve ‘fiyatı sorgulamadan’ alışveriş yapmaya mecbur kalmasıdır. Fiyat artışlarını ateşleyen 3. etki de budur.
Peki bir üründe fiyat artışı olması normal değil midir?
Elbette haklı maliyet artışının raf fiyatına yansıması kadar doğal bir şey olamaz. Ancak son günlerde keyfi fiyat artışlarını izliyoruz.
Bunu yapanlar kimler?
Fırsatçılar…
Adını koyalım; üretici mi, aracı firma mı, perakendeci mi?
Haksızlık etmemek için önce tek başlık altında toplamak daha doğru olur.
Sonra da tedarik zincirinin tüm aşamalarında gerçekleştirilecek denetimler faili ortaya çıkartır. Perakendecinin; “yapacağımız bir şey yok, üretici fiyatı artırınca, biz de mecburen fiyata yansıtıyoruz” sözü ise en anlamsız olanıdır.
Çünkü perakendeci noter değildir. Kendisine gelen her fiyat artış teklifini gerçek piyasa durumu gibi tasdik edemez. Maliyet artışının haklı olup olmadığını sorgulamak zorundadır. Ayrıca, haksız talepler karşısında boş kalan rafın sebebini hem tüketiciye hem de ilgili mercilere bildirmek görevidir. Geçmişte bunun örneklerini çok yaşadık. Eş zamanlı olarak da alternatif markalarla veya private label ürünlerle boş kalan rafların doldurulması gerekir. Ticarette her şeyin çaresi vardır. Üstelik çözüm için en güçlü olan tüketicinin vekili durumundaki perakendecidir. Ancak o da denetimden muaf değildir.
Ziraat Odaları Birliği’nin 17 Nisan 2020 tarihinde açıklanan önemli tespitleri var. Üzerinde düşünmeye değer buluyorum!
Geçen ay sonuna göre; üreticide 6 üründe fiyat artışı varken, markette 26 üründe fiyat artışı gerçekleşmiş. Üreticide 13 üründe fiyat düşüşü varken, markette 2 üründe fiyat düşüşü yaşanmış.
Geçen yıl Ramazan öncesine göre; üreticide 14 üründe, markette 26 üründe fiyat artışı olmuş. Üreticide 17 üründe, markette 13 üründe fiyat düşüşü olmuş.
Bu durum izaha muhtaç değil mi?
Fiyatlar hangi marketlerden alınmışsa ses vermeleri gerekmez mi?
Koronavirüs öncesi ve sonrasında fiyat artışlarını inceleyen BrandZone firması da önemli tespitlerde bulunmuş.
E-ticaret kanallarındaki BrandZone verilerine göre; Şubat- Nisan ayları arasında en çok fiyat artışı yüzde 19,4‘lük oranla tuvalet kâğıdında yaşanmış.
Aynı çalışmanın insert ve reklam promosyonlarında ise; bulyon fiyatı 31 TL’den 43 TL’ye yükselirken, fiyatlarda yüzde 35 oranında artış yaşanmış. Tuz fiyatları 3.5 TL’den yüzde 23‘lük artışla 4.4 TL olmuş. Liste uzayıp gidiyor.
Dikkat, bu değişimler sadece Şubat-Nisan arasında kalan 2 ayı kapsıyor. Yıllık artışların nerelere ulaşacağını bugünden tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.
Bizde bunlar yaşanırken dünyada neler olduğuna da bakalım.
Küresel gıda fiyatları, çoğunlukla COVID-19 salgınının etkilerine bağlı talep daralmaları, hükümetlerin sağlık krizine cevap vermek için yürürlüğe koydukları kısıtlamalar, ekonomik yavaşlama beklentileri ve küresel petrol fiyatlarındaki gerileme ile Mart ayında keskin bir düşüş yaşadı.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Gıda Fiyat Endeksi; Mart ayında, Şubat ayına göre yüzde 4,3 düşüş kaydetti.
FAO Şeker Fiyat Endeksi, bir önceki aya göre yüzde 19,1’lik düşüşle en büyük gerilemeyi yaşadı. FAO Bitkisel Yağ Fiyat Endeksi, bir ayda yüzde 12 düşüş kaydetti. FAO Süt Ürünleri Fiyat Endeksi, yüzde 3 geriledi. FAO Tahıl Fiyat Endeksi, Mart ayında şubat ayına göre yüzde 1,9 geriledi ve Mart 2019’daki seviyesine yakın seyretti. Daha da önemlisi uluslararası buğday fiyatları düştü. FAO Et Fiyat Endeksi yüzde 0,6 oranında düştü.
Herhalde buraya kadarıyla, yaşananlara dair durum yoruma ihtiyaç duyulmayacak kadar açıktır. Ancak zaten normal zamanda bile şaşırtan fiyatlarımız vardı. Örneğin uzun zamandan beri tereyağı fiyatı en pahalı ülkelerden biriyiz. Şaşırtan tarafı ise; en ucuz sütten üretilmiş, en pahalı tereyağını tüketiyor olmamızdır. Kilogram raf fiyatlarımız 8 euro veya 8.5 dolara denk geliyor. AB’de tereyağın toptan kilogram fiyatı ise 3-3.5 eurodur.
Daha ilginç olanı; dünyanın dolar ve döviz bazında en pahalı muzu bizim tezgâhlarımızda bulunuyor. Bunu geçtiğimiz Ekim ayında ” Muz fiyatları üzerine” başlıklı yazımda detaylı bir şekilde açıklamıştım. Daha sonra fiyatlar bir süre kayda değer şekilde düştü ama devamında tekrar eski seviyelere döndü.
Şu anda zincir marketlerde yerli muz fiyatı 12-15 TL civarında iken, ithal muz fiyatı 15-18 TL civarındadır. Gurme marketlerde ve manavlarda ise 25-30 TL’ye kadar fiyatlara rastlanmak mümkündür. Hem de yerli muz kapasitemiz yüzde 80 olduğu halde. Onun da toptan fiyatı Gazipaşa Halinde 7-8 TL’dir.
Sadece ithal muz satan AB ülkeleri ile Kuzey Amerika ülkelerinin raf fiyatları ise 1-1.2 euro ile 1- 1.3 dolar arasında bulunuyor. Yani muzu uzak ülkelerden ithal edenler, bizden ucuz fiyata satabiliyorlar.
İthal muza uygulanan yüksek gümrük vergisinin, bir yere kadar fiyata etkisini anlıyoruz da, kendi ürettiğimiz yerli muza ne demeli acaba?
Neticede; raflardaki büyük fiyat artışlarının makul bir izahı yoktur.
Yine 1.5 sene önceki gibi anormal zam talepleri kabul görmeyen bazı küresel üreticilerin ürün sevkiyatlarını yavaşlattıklarını duyuyoruz. Bu bir piyasa alışkanlığı olmuştur. Döviz artınca, dövizle ilgisi olmayan ürünler de dâhil olmak üzere bütün fiyatlar fırlıyor. Hem de döviz yüzde 10 artmışsa, fiyatlar yüzde 20 yükseliyor. Döviz düşünce de, o fiyatlar bir daha geri gelmiyor.
Şimdi dolar 7 lira olunca “döviz arttı, böyle oldu” sesleri gelmeye başladı. Oysa o zamlar Ağustos 2018’de yapılmıştı zaten. Kur hâlâ o seviyeyi görmemiştir!
Her şey ortada olmasına rağmen, sınır tanımayan anormal taleplerin veya aşırı fiyatların Ticaret Bakanlığı’nın Haksız Fiyat Artışı (HFA) uygulamasına aktarılması vatandaşlık görevidir. Her ne kadar şikâyeti pek sevmesek de…