DÜNE BAKMA DURAĞI
Güzel ve unutulmuş bir yüz Melek Kobra. Öyküsü belki de sadece birkaç satıra sığacaktı. Fotoğraf arşivleri yapan araştırmacı Cengiz Kahraman günün birinde üç eski defter ve onlarca fotoğraf bulmasa ve Gökhan Akçura da onları kitaplaştırmasaydı eğer.
Oysa o kadar erken yaşlarda sahne, sinema hatta dublajla tanışmıştı ki Melek Kobra, onun parlak bir yıldız olup asla unutulmaması işten bile değildi. Muhlis Sabahattin Ezgi’nin kızı, Keriman Halis Ece’nin kuzeni ve…
Ve Ferdi Tayfur’un eşiydi Melek Kobra. İşte bu son “ve” onun hayatının dönüm noktasıydı. Melek zaten babasının operet topluluğunda oyuncuydu. Sinema ile tanışıklığı da yine babası Muhlis Sabahattin sayesindeydi. Yıl 1932’ydi. Muhlis Sabahattin Ezgi, Muhsin Ertuğrul’un yönettiği filmlerin müziklerini yapmaya başlayınca Melek de bu filmlerde rol almaya başladı.
İlk filmi 1933 tarihli “Söz Bir Allah Bir”di. Filmi, Muhsin Ertuğrul yönetmiş, müziklerini babası yapmış, senaryoyu ise Nâzım Hikmet yazmıştı. Sadece reji ekibi değil oyuncular da devasaydı. Hazım Körmükçü, Vasfi Rıza, Cahide Sonku…
BÜYÜK AŞK VE TRAJEDİ
Melek Kobra eşi Ferdi Tayfur’la, “Milyon Avcıları” adlı filmin çekimi sırasında tanıştı. İşte o “ve” de böylece buldu onu. Ferdi Tayfur, yetenekli, iyi eğitimli, yakışıklı ama ne yazık ki uyuşturucu bağımlısıydı. Denen o ki, Melek de bir süre sonra alıştı uyuşturucuya. Alıştıkça da yitip gitti o göz alıcı ışığı…
Çok sürmedi Ferdi Tayfur ile evliliği ama içindeki aşk ateşi de öyle kolayca sönmedi Ayrılık sonrası yine sahnelere döndü ama hastaydı artık. Derken bir gün Kral Lear sahnelenirken kan kusuverdi…
Tedaviler, uğraşlar sonuç vermedi bir türlü. 1939’da gencecik yitip gitti dünyadan. Giderken de ardında günlüklerini bıraktı. Diyordu ki günlüğündeki son sayfada: “Buradakiler canımı çok yaktılar. Belki oradakiler daha insaflı çıkar. Hani ya nerede? Neredesin? İnsaniyetin adil davulu. Biraz da benim kapımda çalsana. Sesini biraz da ben duyayım. Ama dur, senden intikamımı iyi alacağım. Öldükten sonra da benimle uğraşamazsın ya. Orada maddiyet yok hakikat var. Kalp yok ruh var. Orada ben hâkimim. Biz… biz ölüler… Etsiz kemikler. Orada da benimle uğraşmayacaksın ya. Sen dünya denen o iğneli fıçıda yaşamaya mahkûmsun. O iğneli fıçıda ki benim kilolarla kanımı emdiler. Haydi Allah’a ısmarladık, görüşürüz.”