Erdoğan yine bir cümleyle gündemi değiştirmeyi başardı. Günlerdir manşetlerden inmiyor dersanelerin kapatılması haberi. TV’lerde tartışma programlarının konusu da bu. Babamın eğitimci olması nedeniyle Ankara’da ilk dersanelerin kuruluşuna tanıklık ettim. Bu iş kolu nasıl ortaya çıktı, hatırlamak gerekiyor.
60’lı yılların sonunda liseden mezun olabilmek için bir “olgunluk sınavı” vardı. Bu sınav, öğrencinin o güne kadar sorumlu olduğu derslerden, konulardan sorularla yapılıyordu. Test filan da değildi, soru cevap şeklinde, öğrencilerin alışık olduğu türden bir sınavdı.
Lise mezunu bir öğrenci, üniversitelerin kontenjanına göre bir okuldan diğerine, hatta başka okullardaki üniversitelere giderek başvuruda bulunurdu. Lise mezunlarıyla üniversitelerin kontenjanları arasında böyle uçurumlar yoktu. Maddi olanağı olan, okumak isteyen kimse pek açıkta kalmazdı. Üniversite kontenjanlarının lise mezunlarının sayısının çok geride kalmasıyla, üniversiteye girişin sınavla olması kaçınılmaz oldu. ODTÜ gibi daha iyi eğitim veren üniversiteler ayrı sınav yapmaya başladılar. Bu süreç, bütün üniversitelerin ortak sınavla öğrenci almasına kadar devam etti. Sürece paralel olarak özel dersaneler de ortaya çıkmıştı.
Özel dersanelere ihtiyaç duyulmasının en önemli nedeni, klasik eğitim kurumlarının sistemiyle üniversite giriş sınavının birbirinden çok farklı olmasıydı. İlkokuldan başlayıp liseyi bitirene kadar klasik sınav sistemine alışmış olan öğrenciler, bir anda “test” denilen şeyle karşı karşıya kalıyorlar ve doğal olarak bocalıyorlardı. Liseyi başarıyla, dereceyle bitirenler bile bu sınavlarda başarısız olabiliyorlardı. Dersaneler, klasik liseyi bitiren öğrencileri bu farklı sınava hazırlamak için ortaya çıkmışlardı. Amaç eğitim, öğretim filan değil, testle yapılan üniversite sınavına öğrencileri adapte etmekti. Dersane sektörünün çok tanınmış, adı çok konuşulan öğretmenlerinden biri şunu söylemişti, “Ben çocuklara matematiği öğretmiyorum. Üniversiteye girebilmeleri için işin puştluğunu öğretiyorum.” Durum en iyi anlatan cümle buydu. Öğrencilerinin bu kadar başarılı olmalarının, hepsinin mutlaka üniversiteyi kazanmasının sırrını ise şu şekilde yanıtladı, “Talep çok fazla. Seçiyorum, kazanamayacak öğrenciyi almıyorum. Bu kadar basit”.
Yıllardır kendimizi kandırıyoruz. Yıllar önce 2-3 kolej varken, bugün kolejlerin arasından kolej seçmeye çalışıyor insanlar. Önceleri, hangi özel okulun daha iyi eğitim verdiğinin ölçüsü, mezunlarının üniversiteyi kazanma oranıydı. Hangi kolej daha çok öğrenci soktuysa üniversiteye, gücü yeten oraya sokmaya çalışırdı çocuğunu. Lise mezunlarının sayısı arttıkça, üniversiteye girmek de bir o kadar zorlaştı. Puanlar yükseldi, çıta yükseldikçe yükseldi. İyi okullardan mezun olmak da yetmemeye başladı. Ve böylece üniversite sınavına hazırlık dersaneleri çıktı ortaya. Ve başladılar gencecik çocuklara “işin puştluğunu” öğretmeye.
Eğitim sistemimiz baştan sona zaten fiyasko. Pırıl pırıl beyinler neye yetenekleri olduğu hiç önemsenmeden bu çarpık sistemin dişlerinin arasında öğütülüyorlar. Yetenekleri araştırılsa, ona göre bir eğitim alsa çok başarılı olabilecek biri sevmediği, yeteneğinin de olmadığı bir meslek sahibi oluyor sonunda. Eğitimcilerin üzerinde birleştiği, üniversiteyi bitirenlerin mesleklerini piyasada çalışmaya başladıkları yönünde. İçler acısı bir gerçek bu. Üniversitelerin eğitim seviyesi yıllar geçtikçe yükseleceğine, tam tersine düşüşte! Düşünsenize, bir inşaat mühendisi piyasaya atıldıktan sonra öğrenmeye başlıyor mesleğini. Yaptıkça öğreniyor, 5 yıl sonra geriye dönüp baktığında ilk yaptığı işlerden korkuyor belki de. Ya bir doktor? Mesleğe başladığında ne hatalar yapıyor kim bilir? Eğitim sisteminin çarpıklığını bilmeyen yok ama düzeltmek için çaba gösteren yok. Bu çabayı göstermeleri ve Türkiye’nin bu en önemli sorununa neşter vurması gereken siyasetçiler ise mesleğin “puştluğunu” öğrendikleri için olsa gerek, kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Bizler de asıl sorun bütün haşmetiyle ortada dururken dersaneler kapatılsın mı kapatılmasın mı başlığı altında yine taraf olmaya, AKP ile cemaat arasında tercih yapmaya zorlanıyoruz.