Plansız şehirleşmenin dünya rekoru İstanbul’dadır. Gecekonduyu, yeşil alanı ranta çevirmenin rekoru da bu şehrimize aittir. Müteahhit zengin eden şehir de yine İstanbul’dur.
Bütün siyasi parti Belediyelerinin ortak hareket ettiği, bu bakımdan kimsenin kimseye laf söyleyemeyeceği manzaranın sahibi de milletçe hepimiziz.
Az yağmur yağdığı zaman trafiğin yavaşladığı, çok yağmur yağdığı zaman da hayatın durduğu bir yaşam merkezidir İstanbul.
Allah vergisi boğazımız var, hâlâ nefes alabildiğimiz kıyılarımız var. Dünyanın en güzeli denen kısmı sadece burasıdır.
Şehrin gerisi mi?
Dökülen beton, çakılan kazık, yükselen kuleler, azalan yeşil alan ile dünyanın en çirkin, hatta en yaşanmazıdır. Hadi kuleleri diktiniz, bari çevresini boş bırakın değil mi? Hayır, hem enine, hem boyuna. Bir de herkesin içinden kolay çıkamadığı, sadece inşaat sektörünün kullandığı “emsal” değerleri var.
Sözlükte, ‘emsal’ kelimesinin anlamı; “benzerler, eş biçimde ya da değerde olanlar” şeklinde tarifini bulmuş. Uygulamada ise “birbirine hiç benzemeyenler”i kapsamına almış.
İki inşaat alanının eni ve boyu aynı. Peki neden birisi 20 kat iken, diğeri 11 kat?
Üstelik yüksek olanın bahçesi daha da küçük kalmış!
Boğaz ön görünümü güya en hassas bölgedir değil mi?
Adamın birisi o bölgeye arsanın neredeyse yüzde 90’ına, gökyüzünü de göremeyeceğimiz yükseklikte AVM ve konut inşaatını kondurabilmiş.
Uzatmayalım, bunların yüzlercesi şehrin içine yayılmış durumda…
Bir de metroyu su basınca şaşırıyoruz. Suyun gideceği yol mu kalmış?
Dere yatağına gecekondu yapılırken ses çıkartmayanlar, bir de aynı yere dikilen binalara imar izni vermekten çekinmemişler.
İstanbul’un 5 sene sonrasını şimdiden görmek isteyenler, bir tekneye atlayıp Yassıada’ya gidip baksınlar. Yukarda anlattıklarımın tamamı küçük bir adaya reva görülmüş. Adaya yaklaşma imkânı olmayanlar, Fenerbahçe Dalyan sahilinden çıplak gözle inşaat vinçlerini ve adanın siluetini bozan beton blokları rahatça görebilirler.
Karada yer kalmayınca ya denize kazık çakacaklar ya da denizin ortasındaki kayaya inşaat yapacaklar. Sonra da İstanbul’da Olimpiyat yapmaya talip olacaklar. İstanbul Olimpiyat yapamaz! Zira dermanı yetmez.
Olimpiyat programında saniyeler önemlidir. Bizim yaşantımızda ise saatlerin önemi yoktur. 15 dakikalık yolu 3 saatte de geçebilirsiniz, hiç geçemeyebilirsiniz de…
Sakın yanlış anlaşılmasın, en iyi olimpiyat organizasyonunu yapacak gücümüz var ama artık İstanbul’a laf geçirecek imkânımız yok!
“Bu kadar yağmur 30 yılda bir yağdı” sözünü seslendiren yöneticiler halkın her sene bu rezilliği onlarca defa yaşadığını nasıl izah edecekler?
Daha geçen ay 9 gün içinde iki defa hayat durdu İstanbul’da. Kent üzerinden daha fazla para kazanmak üzere üst yapıya mega projeler, alt yapıya mini projeler devam ettiği sürece “afet” masalını daha çok dinleriz.
Dünyanın en büyük depremleri Japonya’da oluyor değil mi?
Peki kentler yerle bir oluyor mu? Olmuyor. Çünkü sonuçlara hazırlıklılar.
2009 yılında Ayamama deresi taşkını ile 30 can kaybı yaşanmıştı. Geçen 8 senede bu riski azaltacak bir proje görmüyoruz ama mega projeler ile yükün artmaya devam ettiğini çok iyi görüyoruz.
İstanbul’daki CHP Belediyeleri’nin, Büyükşehir Belediyesi’ne desteklerini ve şehrin tükenişine olan katkılarını daha önce çok yazdım. Sebebi çok açıktı; kimse şehrin kurtuluşu için boşuna alternatif olduğunu zannetmesin istedim.
Ancak Çeşme Belediyesi yaratıcılıkta onları da geçmiş bulunuyor. Anlayışı göstermek bakımından aktarıyorum.
Sözcü’nün haberine göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan turistik tesis inşaat ruhsatı alan firmalar, inşa ettikleri yapıları konut olarak vatandaşa satıyorlar. Turizm imarlı arsalarda iki kat fazla inşaat hakkı olduğu için, rant da ikiye katlanıyor. Birçok projede yaşam başladığına göre, otel değil de ev olarak kullanılan projeye yapı kullanım belgesini de belediye verdiğine göre, başka söze gerek var mı?
Bu bakımdan “İstanbul’a gelecek yeni bir anlayış bu şehri kurtarır” diye düşünen varsa boşuna hayal kurmasın. Zira bazılarının kurduğu hayal ile vatandaşın kurduğu hayal aynı değildir!