Döviz kuru artışının enflasyona etkisi, bizim gibi ithalata bağımlı üretim yapan ülkelerde güçlü hissedilmektedir. Özellikle hammadde, ara malı ve enerji ithalatı yüksekse, kurdaki yükselişin nihai mala ve raf fiyatına yansıması kaçınılmazdır. Hele direkt ithal edilen ürünlerde fiyat artışı için fazla beklenmez. Her iki durumda da aynı kategoriler içindeki benzer yerli ürün fiyatlarının da zam rüzgarından etkilenmesi usuldendir.
Yani kur artışı, gerçek ölçüde fiyatlara yansısa öpüp başımıza koyalım. Bazı ‘kur artışı fırsatçıları’ tarafından katmerli yansıtılması da söz konusudur.
Neticede; döviz kuru enflasyonun önemli belirleyicisi oluyor.
Sorun, teşhisteki isabetsizlik veya geç tedavi usulünün verimsiz işlemesidir.
Enflasyon oranlarının sürekli olarak beklentilerin çok üstünde gerçekleşmesi de bundandır.
Enflasyon oranı altındaki faiz oranları ile yaratılan negatif reel faiz, altına ve dövize yönelmeyi sağlıyor ki, bu da kur artışına hizmet ediyor.
475 baz puanlık son faiz artışı kararı isabetli olsa da hem gecikme sebebiyle hem de dolarizasyonu önleyecek seviyede olmadığı için etkisi sınırlı kalmıştır.
TÜFE’de Kasım ayı itibariyle yıllık enflasyonun yüzde 14,03 olarak açıklanması, önümüzdeki aylarda beklenen enflasyonun da yükselme eğiliminde olması kuru yine hareketlendirmiştir. Zira politika faizi yüzde 15 olsa da hâlâ beklenen enflasyona göre negatif reel faiz devam etmektedir (stopajdan sonra).
Bir ülkeye döviz gelebilmesi için yabancı yatırımcıyı cezbedecek faiz oranı ile küresel ticarette talep görecek katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimine ihtiyaç vardır.
Hepsi bu kadar da değil!
Perakendeci olsun, tedarikçi olsun, birçok şirketin döviz borcu vardır. Kur artışının her hareketinde bu maliyetin fiyatlara yansımayacağı düşünülemez.
Bütün bu yansımaları önümüzdeki aylarda izleyeceğiz. Hal böyleyken, bırakınız enflasyonun düşmesini, ne kadar artacağı ile ilgilenme zamanıdır.
Çünkü Kasım ayı Yİ- ÜFE yıllık artış oranı yüzde 23,11 çıkmıştır. Yani 9 puan fazlalık vardır. Tüketici talebi sınırlı kaldığından, üretici fiyatlarındaki daha yüksek artışın raflara yansıması gecikse de bu 9 puandan da birkaç puan ilave gelecektir.
Sonuç?
Birleşmiş Milletlere üye olan ülke sayısı 193 dür. Bu ülkelerden 175’inde enflasyon bizden düşüktür. Arjantin’den sonra en yüksek enflasyona sahip 18. ülkeyiz. Diğer 16 ülke; Venezuela, Zimbabwe, Sudan, Lübnan, Surinam, Kongo, İran, Haiti, Angola, Liberya, Etopya, Zambia, Sierra Leone, Türkmenistan, Suriye ve Nijerya. Yani zaten ekonomisi çökmüş olanlar…
Bizim bunlarla anılmamak için daha fazla şeyler yapmamız gerektiği açıktır.
Toparlayacak olursak, biraz daha geniş bir özetle tamamlayalım.
Döviz kuru artışının süreklilik kazanması ne demektir?
• Üretim maliyetlerinin artması,
• Raf fiyatlarının yükselmesi,
• Enflasyonun tırmanması,
• Faizin yukarı yönlü hareketlenmesi,
• Satınalma gücünün azalması,
• İşsizlik artışı,
• Yoksullaşma,
• Talebin düşmesi,
• Şirketlerin kârsız kalması,
• Yatırımların azalması,
• İthalatın azalması,
• Dolarizasyon seviyesinin yükselmesi,
• Bütçe açığının artması,
• Büyümenin düşmesi,
• Milli gelirin azalması demektir.
• Böyle bir pazarda yabancı bazı şirketlerin değişik ürün gruplarına bir defada yüzde 25–30 fiyat artışları uygulayabilmesi demektir. Senede tek fiyat listesi yayınlanmadığına göre birikimli toplam artışın bu oranların çok üstüne çıktığı da açıktır. Üstelik bu şirketlerden birisi, 6-7 markasını Türkiye’deki fabrikalarında üretmektedir. Yani hem dolar kurunda yılbaşından bu yana benzer bir oranda artış yoktur, hem de girdilerinin tamamı ithal değildir (dövizle ilgisi yoktur). İşte oynak döviz kurunun nimetlerinden nasıl faydalanıldığına dair onlarca örnekten sadece birisidir bu. Üstelik ambalajlar içinde azalan gramajlar veya adetler bu hesabın dışındadır. O konuyu “Shrinkflasyon tehdidi” başlıklı yazımda anlatmıştım…
İkinci örnek ise; raf fiyatı 6 ay evvel 14 TL olan N…. marka traş kreminin bu gün 40 TL’yi aşan fiyatıdır. Kendi ülkesinde senelerce fiyatı değişmezken, bizim ülkemizde 6 ayda yüzde 200’e yakın fiyat artışının da mutlaka bir izahı olmalıdır. Bunu “serbest piyasa koşulları işliyor” diyerek geçiştiremeyiz!
Devam ediyoruz…
• İhracatçının lehine olan bu durumda bile; ithal hammadde ve ara malı kullanan için girdi maliyetlerinin artması demektir. İhraç ettiğimiz ürünün yüzde 65’i (hammadde, aramalı, makine) ithal edildiğinden, ihracatçı için de artan maliyet demektir.
• Şirketlerin faiz ve kur farkı artışından kaynaklanan finansman maliyetlerinin artması,
• Bankaların verdikleri dövize endeksli kredilerin dönüşünde zorluk yaşanması demektir.
• MB rezervleri her kur basamağında biraz daha eriyecek demektir.
• Döviz bazlı alınan kredilerde acilen TL’ye dönmenin zamanı demektir.
Daha ne olsun?
Sonuçta; bu ülkede yaşayan hiçbir vatandaşın “kur artışı beni ilgilendirmiyor” deme lüksü olamaz…
Peki bu kur artışını engelleme imkânı yok mudur?
Vardır. Enflasyon oranı üzerindeki reel faiz; TL’ye yönelişi sağlar, piyasalara verilecek güven ile birlikte kurun ateşi düşürülür. Elbette yapısal reformlarla da bu yangın kalıcı olarak söndürülebilir.
Yeni TCMB Yönetiminin yaptığı da budur ve başlangıç için ümit vericidir.
Devamının gelmesini diliyorum…