Önce söz vardı. Sonra Sümerler’in kafası çok karışmış olacak ki “yazmazsam gebereceğim” noktasına gelip yazıyı buldular. İyi ki bulmuşlar, hayat damarlarımızdan biri kopuk olurdu yoksa. Teknoloji ne kadar ilerlemiş olursa olsun, sözün bittiği yerde sözü aktarmanın, tarihe not düşmenin başka bir yolu yok. Çok sonraları devlet dili keşfetti. Bu enstrümanı nasıl kullanacağını, kavramları nasıl yöneteceğini öğrendi. “Türkçe ağla!” derken bile karşıdakine, kendi dayattığı Türkçeyle ağlamasını istedi. Ne yapsak müsait bir yerde insek mi?
Devlet baba istedi ki biz her akşam oturgaçlı götürgeçle dönelim evimize. O oturgaçlı götürgeçte başımıza ne geldiğiyle ilgilenmedi hele ki kadınsak. 52 saniyede en çok yalanı kim söylüyorsa o kadını bağrına bastı “bacım!” diye. Onun ilgilendiği bizim o vasıtaya ne dediğimizdi. Eski Türk filmlerinde kahpe Bizans’ın yiğit güzeli filmin esas oğlanına âşık olunca derhal Müslüman olur, adı da esas adıyla sesteş bir Türkçe isim olarak belirlenirdi ileri gelenler tarafından. Şimdilerde de kadının adı var ancak hep erkek tarafından onaylanması bekleniyor. Adımızı sesince duymak istediğimiz sevgili yeni adlar yakıştırıyor bize. Adımızı bile taşıyamayan adamlar türüyor her yanımızda. Açılıyor kara kaplı bir kitap, kadına düşen hep biat. Adlarını yitiren kadınların ülkesinde devletin dil kurumu kötü adamların hep filmlerde, kötü kadınların hep sokaklarda olduğunu öğretiyor sözlüklerinde. Cümle içinde kullandığında kadını, hep kötü örnekleri veriyor ki pekişsin. Pekişsin kadını konumladığı yer iyice, yer etsin genç dimağlarda. TDK’nın yeni sözlüğünün adı Agnes Michaux’nun meşhur kitabının adını taşıyabilir artık: Kadın Düşmanı Sözlük! Devletten yani sahibinden çok kullanılmış enstrüman olarak dil ihale ediliyor eril belleklere. Virtüözü olunan enstrüman öyle bir kullanılıyor ki, dayatılan hoyrat dil, ana dil ya da resmi dil değil, muktedirin dili oluyor. Bir yabancının yanında ana diliyle konuşup onu çekiştirmek ayıp karşılanırken, muktedir bizim hakkımızda yandaşıyla hoyrat bir dilde ileri geri konuşup, geleceğimizi planlıyor. “Her şeyi devletten beklemeyin” diyor müsait müteahhit. Nuh’un Gemisinden inen insanlık aynı dili konuşurken diller birbirine karıştırılıyor, benim dilim seninkini döver kavgası başlıyor. Babil Kulesi yıkılıyor, yerine Ağaoğlu maketten sattığı evleri dikiyor.
Birileri kendini asteroidlerin en büyüğü sanıyor, ama bilim dünyası onlara cüce gezegen diyor. Jargon bu nedenle önemli. Büyüklük kompleksi erkekliğin kitabında yazıyor. Kavramlarımız düşerken, kelimelerimiz can çekişirken, muktedir eliyle oluşturulan yeni dili öğrenmek istemiyor kadınlar. Yeni başlayanlar için en bedavasından yandaş dil öğretim kursları açılsa da talep olmuyor. O resmi sözlükte çapulcunun, ekmeğin, özgürlüğün, kardeşliğin anlamı değiştiriliyor çaresizce devlet eliyle. Sokaklar ve kadınlar kendi dilini kuruyor inadına. Cümle içinde kullanıyor ki pekişsin kardeşlik, özgürlük, dayanışma. O büyük insanlığın sözlüğünde Berkin’in, Ali İsmail’in, Ethem’in, Abdocan’ın karşısında yoldaşım, kardeşim, evladım yazıyor. Kadınlar bağırıyor: Anneler burada! Müsaitseniz annemler devrim yapacak.