Gazeteciler Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel’e “Devletin güvenliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklama” gerekçesiyle açılan davanın dördüncü duruşması bugün görüldü.
Mahkemede dosya incelendi.
Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız’a yasak belgeleri açıklama suçlamasından 2 yıl 6 ay hapis cezası verildi. TELE1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel’e de toplam 1 yıl 15 gün hapis cezası verilirken, verilen cezanın ertelenmesine ve 1 yıl 15 gün denetim süresi belirlenmesine karar verildi.Sanık Erdal Baran ise tahliye oldu.
Müyesser Yıldız’ın cezaevinde 5 ay tutuklu kalması göz önüne alındığında 2 yıl 6 aylık cezası cezaevine girmesine gerek olmadığını da ortaya koydu. Mahkeme böylece aldığı kararla Yıldız’ın 5 ay boyunca boşuna hapis yattığını tescil etmiş oldu.
Mahkemenin tam kararı şöyle:
1- Sanık Erdal Baran yönünden TCK 327’den cezalandırılması istemiyle açılan davada TCK 334’te kaldığı anlaşıldığından, 2 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına; değişik zamanlarda aynı eylemin birden fazla kez gerçekleştirilmesi nedeniyle 1/2 oranında arttırılmasına. İndirimle 2 yıl 6 ay
2- EB hakkında TCK 329’dan açılan davada TCK 334’dan 4 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına. Aynı eylemin değişik zamanlarda gerçekleştirilmesi nedeniyle 1/2 oranında arttırılmasına. İndirimle 5 yıl.
3- Müyesser Yıldız TCK 327’den cezalandırılması istemiyle açılan davada TCK 336’te kaldığı anlaşıldığından, alt sınırdan 1 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına; değişik zamanlarda aynı eylemin birden fazla kez gerçekleştirilmesi nedeniyle 1/3 oranında arttırılmasına. İndirimle 1 yıl 1 ay 10 gün
Hapis cezasının miktarı göz önüne alınarak ertelenip 1 yıl 1 ay 10 gün denetim süresi belirlenmesine;
4- Müyesser Yıldız TCK 329’den cezalandırılması istemiyle açılan davada TCK 336’da kaldığı anlaşıldığından, takdiren alt sınırdan… 2 yıl 6 ay…
5- Dükel’in TCK 327’den beraatine,
6- Dükel’e toplam 1 yıl 15 gün hapis cezası; verilen cezanın ertelenmesine ve 1 yıl 15 gün denetim süresi belirlenmesine karar verildi.
7- Baran’ın tahliyesine ve yurtdışına çıkış yasağı konmasına,
8- Yıldız’ın yurtdışına çıkış tedbirinin devamına,
9- Dükel’in yurtdışı tedbirinin kaldırılmasına karar verildi.
TARİHİ SAVUNMALAR
Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız, mahkemede yaptığı savunmada, “Benim ‘İntikamname’ olarak nitelendirdiğim iddianame kaç sayfa; 180. Dosyada ne var; Yine haberler ve telefon tapeleri. Demek ki, 10 yılda, yani ‘FETÖ’ döneminden bugüne, hiçbir şey değişmemiş” ifadelerini kullandı.
26. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, Yıldız, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen günlerde açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı’nı hatırlatarak, “Bu dava, bir intikam davasıdır. Bağımsız gazeteciliği ortadan kaldırıp, halkın bilgi ve fikir sahibi olmasını engelleme davasıdır. Ve bizzat Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 6 gün önce açıkladığı ‘İnsan Hakları Eylem Planı’nı her yönüyle boşa çıkaran bir davadır…” dedi.
Yıldız’ın avukat eşi Naci Uğur da yaptığı savunmada yargılamaya konu olan haberlere dikkat çekerek, “Gizli ya da yasak bilgilerin ifşa edildiği ileri sürülen müvekkile ait haberler hala yayında ve erişime açık. Eğer bu haberler gizli ya da yasak bilgileri açıklıyor ise neden aylardır, hatta soruşturmanın açıldığından beri bir yılı aşkın bir süredir erişim engellenmedi” ifadelerini kullandı.
İSMAİL DÜKEL: BİZLER GAZETECİYİZ
TELE1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel de yaptığı savunmada, “Biz gazeteciyiz, görüşür dinleriz. Halk için, sizler için buradayız, Sayın heyet. Doğruları söylediğimiz, eleştirdiğimiz için bu siyasi davada karşınızdayız. Biz kamu adına görev yapıyoruz, bizden casus ve vatan haini çıkmaz. Ben bir asker çocuğuyum” ifadelerini kullandı.
Gazeteci İsmail Dükel’in avukatları ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını emsal gösterdi ve “Neyin gizli olduğuna Genelkurmay değil mahkemeler karar verir” ifadelerini kullandı.
YILDIZ’IN SAVUNMASININ TAM METNİ
Müyesser Yıldız gazetecilik adına tarihe geçecek savunmasının tamamı şöyle:
Tam 10 yıl önce bu tarihlerde, “FETÖ” tarafından kurgulanan Odatv kumpasından tutuklandım.
İfademi, şimdi firari olan sözde savcı Zekeriya Öz aldı.
13 kişiydik. Benim “İftiraname” olarak nitelendirdiğim iddianame ise toplam 140-150 sayfaydı.
Tamamen haberlerimiz, köşe yazıları, röportajlar, kitap tanıtımı ve gerek kendi aramızda gerekse de haber kaynaklarımızla yaptığımız telefon konuşmalarımızın derlemesiydi.
Sözde Ergenekon terör örgütünün medya ayağı olmakla suçlandık.
İlk duruşmada o iftiranameyi elime alıp, bugün “FETÖ üyeliği, görevi kötüye kullanma, delil karartma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” suçlamasıyla tutuklanıp yargılanan, bazıları firari heyete şunu söyledim:
“Bu gördüğünüz iftiranamenin sadece en başında yazan T.C. ibaresi doğru. Altındaki Savcının adı ve imzasının bile doğru olduğuna inanmıyorum.”
İftiranamenin altında yine firari olan sözde savcı Cihan Kansız’ın adı ve imzası vardı.
Ben 15.5 ay yattım. Diğer arkadaşlar da 1 ilâ 2.5 yıl Silivri’de kaldı.
Sonuçta hepimiz beraat ettik.
Bunları anlatmamın sebebine gelince;
Bu davada kaç kişiyiz; Üç.
Benim “İntikamname” olarak nitelendirdiğim iddianame kaç sayfa; 180.
Dosyada ne var; Yine haberler ve telefon tapeleri.
Demek ki, 10 yılda, yani “FETÖ” döneminden bugüne, hiçbir şey değişmemiş.
Değişmeyen sadece bunlar değil.
Biliyorsunuz, en başta “askeri casusluk” suçlamasıyla gözaltına alındık.
“Askeri casusluk” olduğuna göre, işe MİT’in bakmış olması gerekirdi. Nitekim, dosyadaki gizlilik kararı kalkınca böyle olduğunu gördük.
Dosyada, MİT’in sadece benim için tanzim ettiği bir kağıt parçası vardı. Bu kağıt parçasının en önemli özelliği, Erdal Baran’la görüşmelerimizin resmi olarak dinlendiği tarihlere ait olan tapelerde geçmeyen konulardan söz edilmesiydi.
Bunun açık ve net anlamı ise benim telefonumun çok önceden, illegal bir şekilde dinlendiğiydi.
Geçtiğimiz günlerde MİT’in 2020 faaliyet raporu açıklandı. Raporun önsözünü kaleme alan MİT Başkanı Sn. Hakan Fidan’ın şu ifadeleri dikkatimi çekti:
“Teşkilâtımız 2020 yılı içerisinde kanunun verdiği yetki ve sorumluluk hâlinde, çatışma bölgelerinde ülkemizin millî çıkarları doğrultusunda aktif görevler üstlenmiş, dış istihbarat alanında etkinliğini artırmış, terörle mücadeleyi uluslararası boyuta taşımış, istihbarata karşı koyma alanında ülkemizi hedef alan casusluk faaliyetlerini deşifre etmiş, teknik istihbaratı çalışmalarının ana bileşeni hâline getirmiştir.”
Bu sözlerin davamızla ilgisi ne mi? Başlangıcı “askeri casusluk” iddiasıyken, üçüncü gün suçun nevi değiştirildi ya; eğer MİT diğer casusluk faaliyetlerini de böyle “deşifre” etti ve ediyorsa, yandık demektir!
Vurgulamak istediğim şu ki, işte bu “İntikamname”nin ilk savcısı da Sn. Veysel Kaçmaz değil, MİT’tir.
Devam edeyim.
Milli Savunma Bakanlığı ile yazışmalarınızda size kim cevap verdi? Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü.
Bu birim kime bağlı; Bakan Yardımcısı, AKP eski Milletvekili Sn. Şuay Alpay’a.
Geçen celsede önemli bir ayrıntıya dikkat çektim.
Peki tüm dosya Milli Savunma Bakanlığı’nda kime elden teslim edildi?
Bir diğer Bakan Yardımcısı Yunus Emre Karaosmanoğlu’na. Kimdir Sn. Karaosmanoğlu?
Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Özel Kalem Müdür Yardımcısı’ydı. Daha sonra, önce Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, ardından da Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı oldu.
İş dosya teslimiyle bitmedi.
Kısa bir süre sonra, el konulan tüm evraklarımın, dijitallerimin ve HTS kayıtlarımın kopyası da Milli Savunma Bakanlığı’na yine elden teslim edildi.
Bu teslimat ise Bakan Yardımcısı Yunus Emre Karaosmanoğlu’na bağlı olan Personel Genel Müdürü’ne yapıldı. Sözkonusu Genel Müdür kimdir, anlatmayacağım. Sadece Eylül 2018’de bu göreve getirildiğinde, hakkında bazı medya organlarında “Sakıncalı atama” başlığının kullanıldığını belirtmekle yetineyim. Neden böyle denilmişti? Çünkü iddialara göre, adı MİT ve Emniyetin geçmiş yıllarda Devlete bildirdiği “Sakıncalı isimler listesinde” yer almıştı. Ayrıca daha önce başında olduğu Başbakanlık Güvenlik İşleri Müdürlüğü, bazı internet siteleri ve Twitter hesaplarına erişim engeli getirilmesinde oynadığı rolle tanınmıştı.
Bunlarla anlatmaya çalıştığım ise şu:
Görüldüğü üzere bu dosyadaki diğer savcı da Milli Savunma Bakanlığı, yani doğrudan yürütme organıdır.
Nitekim, İddia makamı da burada delillerin tamamı sanki çürütülmemiş gibi, sadece ve sadece MSB’den gelen afaki bilgilere itibar edip, mütalaasını verdi.
Hep birlikte gördük; mutlaka, ama mutlaka cezalandırılmamız için büyük efor sarf etti. Keşke Cumhuriyet’in bir Savcısı olarak şu çabanın yüzde birini, soruşturma sürecindeki bu garabetlere ve ne zamandan beri illegal dinlendiğim konularına yönelik olarak da gösterseydi!..
Mademki, Sayın Savcı illa cezalandırılmamızı istiyor; bari yeni bir ek iddianame tanzim edip, mütalaasını yenileseydi. Mesela Erdal Baran’la en çok konuştuğumuz, ancak hiçbir haberime konu olmayan olay, İdlib’de şehit edilen 34 askerimizdi. Sadece 9 gün önce bu acı olayın birinci yıldönümüydü. Ne yazık ki, hiç kimse bunun hesabını vermez, kimseden de hesabı sorulmazken, bizler şehitlerimizi konuştuğumuz için yargılanıyoruz. O halde Sayın Savcı, 34 askerimizin göz göre göre şehit edilmesinin hesabını da bize sorsun!
Olmadı, geçtiğimiz haftalarda Gara Operasyonu’nda PKK’nın 12 polis ve askerimiz ile Iraklı bir vatandaşı katletmesiyle ilgili ek bir mütalaa tanzim etsin. Bu olayla ilgili de 4-5 yazı yazdım. Erdal Baran hapisteydi; ama kimbilir, belki telepati yöntemiyle görüşüp kendisinden “gizli bilgi” temin etmişimdir!
Sayın Heyet;
Yeniden, dosyanın ve dijitallerimin Milli Savunma Bakanlığı’na gönderilmesine dönmek istiyorum.
“YARGI KİŞİSEL BİR HUSUMETE ALET EDİLDİ”
Gönderilen kurumun önemli bir özelliği var: Başındaki kişiyle davalıyız. Hakkımda hem ceza davası, hem de 250 bin liralık tazminat davası açtı. Buraya dikkatlerinizi çekmek istiyorum; açtığı ceza davasında, “gazetecilikten men edilmemi” istedi. Bana bu denli husumeti olan biri.
Şimdi davayla ilgili ilgisiz, bana ait her şeyin, özellikle de HTS kayıtlarımın buraya gönderilmesiyle ne oldu?
Benim kimlerle görüştüğümü, bir anlamda haber kaynaklarımı tespit etti.
Sonuç? Bırakın haber kaynağını, en yakın dostlarım bile telefonumu açamaz hale geldi. Yani açtığı ceza davasında alamadığı sonucu bu dava sayesinde aldı, beni fiilen mesleğimi yapamaz hale getirdi.
En acısı ne biliyor musunuz; yargının böylesi bir kişisel hınca, husumete ve hukuksuzluğa alet edilmesi.
Bitmedi.
HTS kayıtlarım İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda halka arz edilir gibi, başkalarına da arz edildi.
Yine davalık olduğum bir bakan, kendi ağzıyla kimlerle görüştüğümü bildiğini itiraf etti.
“Devlet gömleği giymiş pespayelerle iş tuttuğumu” söyledi. Gayet rahat bir şekilde, bu sözlerden kastettiği kişinin Erdal Baran olmadığını da ekledi.
Dahası var.
Sanıyorum Sevgili Barış Terkoğlu salonda.
Benim tutuklu olduğum süreçte, “FETÖ’cülere” ait diye bilinen bazı sosyal medya hesaplarında, 2019 Mart’ında Barış Terkoğlu ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri hakkında yaptığımız konuşmalar yayımlandı. Dikkatlerinizi çekiyorum; Mart 2019… Peki telefonumun resmi olarak dinlemeye alınması ne zaman? Ocak 2020.
MİT’in dosyadaki o kağıt parçasından sonra, bu da telefonlarımın çok önceden illegal şekilde dinlendiğinin delili değil midir?
Şimdi sormak istiyorum.
Telefonlarımı kimler, illegal şekilde dinledi, dinletti?
Ve bunları “FETÖ’cüler” başta olmak üzere birilerine servis edenler kimlerdir; amaçları nedir?
Şu tablodan sonra, “Demek ki, FETÖ hâlâ tüm gücüyle iktidarda.” dersem yanlış mı olur?
Sayın Heyet;
İddianame görünümlü İntikamnamede, “Süpheli Müyesser Uğur’un bir kısım askeri personelle telefon veya mesaj iletişiminde bulunduğu, iletişim kurduğu kişilerin ve konuların bu soruşturmanın konusu olmadığından iddianamede gösterilmediği… Soruşturmanın başlatıldığı tarihten önce de gerek Erdal Baran gerekse de soruşturma konusu olmayan askeri kişilerle irtibatı olduğu…” şeklinde ifadeler var.
Evet; görüştüm, görüşüyorum, görüşeceğim de. Suç mu?
Şimdi İddia makamının bu muazzam “keşfinden” hareketle bazı ayrıntılardan söz etmek istiyorum.
Biraz önce bir Bakanın, beni “Devlet gömleği giymiş pespayelerle iş tutmakla” itham ettiğini belirtmiştim.
“TSK KARŞITI YAZILAR YAZAN MÜYESSER YILDIZ’LA GÖRÜŞTÜĞÜ…”
“Pespaye” olarak nitelendirdiği kimlerdir, hemen söyleyeyim: CIA’nın maşası “FETÖ” tarafından kurgulandığı bilinen Ergenekon, Balyoz, Casusluk kumpaslarında yargılanan şerefli Türk subaylarını kast ediyor.
O Sayın Bakanın, “FETÖ”nün kumpasına maruz kalmış bu insanlarla nasıl bir alıp veremediği var; bilmiyor, milletimizin takdirine bırakmakla yetiniyorum.
Asıl önemlisi, aynı yaklaşımın Milli Savunma Bakanlığı boyutu. Delilleriyle anlatacağım. Delilin kaynağı ve yeri de bizzat Genelkurmay Başkanlığı’nın Genelkurmay Çatı Davası’na gönderdiği belgeler.
Bilindiği gibi, Yüksek Askeri Şura’ya girecek subaylar için dosyalar hazırlanıyor. Daha doğrusu hazırlanıyordu. Artık hazırlanmadığını, geçtiğimiz haftalarda “en kripto FETÖ’cü” olduğu söylenen ve “rütbesini Fetullah Gülen’in taktığını” itiraf eden bir ismin, general yapılıp İstihbarat Başkanlığı gibi önemli bir göreve atandığının ortaya çıkmasıyla gördük.
Genelkurmay Çatı Davası’na gönderilen, 2014-2015 yıllarına ait YAŞ dosyalarına geleceğim.
Balyoz kumpasında hapis yatıp, beraat ettikten sonra göreve dönen bazı subayların dosyasına aynen şunlar yazılmış:
“TSK karşıtı yazılar yazan Müyesser Yıldız’la görüştüğü…”
Dosyalara bu ifadeleri koyan, koydurabilen bazı yetkililerin halen görevde olduğunu hatırlattıktan sonra devam edeyim.
O dönemde TSK karşıtı ne yazmış ve yapmışım?
TSK’nın sahip çıkmadığı, Zekeriya Öz’lere teslim ettiği subaylara ve ailelerine sahip çıkmışım… Cezaevinde onları ziyaret etmişim… Onlar için düzenlenen eylemlere katılmışım… Bunları ve yaşanan hukuksuzlukları yazmışım…
Bunlardan kim rahatsız olur? Sadece ve sadece bu kumpasları kuranlar, yani ABD/NATO’cular- “FETÖ’cüler” değil mi?
Peki bugün sözümona “FETÖ’cüler” temizlendikten sonra, şimdilerde bana karşı benzer husumeti devam ettirenler; şahsi hınç ve hesaplarını, beni TSK karşıtı göstermeye çalışarak kamufle edenler kimlerdir?
10 yıl önce TSK’nın şerefli subaylarına ve TSK’ya sahip çıktığım için, 10 yıl sonra da sözümona “TSK’dan gizli bilgi belge temin etme” suçlamasıyla tutuklanıp hapis yatmam, herhalde tesadüf olamaz.
Beni bilen bilir, tanıyan tanır. TSK’ya, sözümona beni TSK karşıtı olduğum için yargılatanlardan daha fazla sahip çıktım, çıkıyorum. Gözbebeğimiz, bu coğrafyadaki yegâne teminatımız Türk Ordusu aleyhinde tek satır yazmadım, yazmam, bana kimse de yazdıramaz.
Ha, Genelkurmay’ı yönetenleri eleştirdim, eleştiririm.
15 Temmuz’u sorguladım, sorgularım.
Çünkü ben yeni Türkiye’de yaratılan gazetecilerden değilim; eski Türkiye’nin, yani Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin gazetecisiyim. Yani gücün, güçlünün değil, Milletimizin bekçi köpeğiyim. Böyle olmak, önce bir Türk kadını olarak atalarımıza, sonra bir anne olarak oğluma, nihayetinde bir aydın olarak büyük Milletimize karşı görevim ve borcumdur.
Neyle suçlanırsam suçlanayım, hangi cezaya çarptırılırsam çarptırılayım; böyle olmaya da devam edeceğim.
Bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Bu dava, bir intikam davasıdır.
Bu dava, bağımsız gazeteciliği ortadan kaldırıp, halkın bilgi ve fikir sahibi olmasını engelleme davasıdır.
Ve dahi bu dava, bizzat Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 6 gün önce açıkladığı “İnsan Hakları Eylem Planı”nı her yönüyle boşa çıkaran bir davadır.
Biliyorum; birtakım güç ve güçlüler tarafından “diken” sayılıyoruz…
Biliyorum; artık adalet tanrıçası Themis’in yerini başka tanrılar aldı…
Yine de bağımsız ve tarafsız Türk hakimlerin var olduğuna inanıyor; bu inançla, Türk Milleti adına görev yapan Heyetinizin, yargının böylesi bir intikam davasına daha fazla alet edilmesine izin vermeyeceği umut ve dileğiyle teşekkürlerimi sunuyorum.
“MADEM GİZLİ HABERLER NEDEN ERİŞİME ENGELLENMEDİ”
Yıldız’ın eşi ve avukatı Naci Uğur da yaptığı savunmada Müyesser Yıldız’ın telefon görüşmesiyle gizli bilgileri aldığı iddia edilen Ergün Baran’ın gizli belgelere ulaşma izninin olmadığına dikkat çekti.
Avukat Uğur savunmasında, “Ergün Baran birliğine gelmeyen ve gelse dahi erişim yapmadığı kesin olarak ortaya konan gizli ya da yasak bilgileri nasıl verebilir ki? Kendi erişmediği kesin olduğuna göre meslektaşlarından ya da başkalarından aldığında da bilginin gizli ya da yasak olması vasfı ortadan kalkar. Çünkü bilmesi gereken prensibi bozulmuştur. Son günlerde sıkça söylendiği gibi ifşanın ifşası olmadığı gibi teminin de temini olmaz” dedi.
Uğur savunmasının devamında ise şunları söyledi:
“İddianamede ve EHM’da gizli ya da yasak bilgilerin ifaş edildiği ileri sürülen müvekkile ait haberler hala yayında ve erişime açık. Eğer bu haberler gizli ya da yasak bilgileri açıklıyor ise neden aylardır, hatta soruşturmanın açıldığından beri bir yılı aşkın bir süredir erişim engellenmedi. Ne CBS ne de MSB zaten erişimin engellenmesi yoluna da gitmeyerek, ifşanın olmadığını ortaya koymuşlardır. Çünkü devam eden bir suça muttali olduklarında müdahale etmeleri gerekirdi.
Tapelerde açıkça görüldüğü gibi, Erdal Baran genelde meslektaşı olan başka kişilerle de sanıklar Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel ile konuştuğu bilgileri konuşmaktadır. Fakat tapelerde açıkça kim oldukları ve nerede çalıştıkları belli olan, pek çoğu görevdeki asker olan bu kişiler hakkında Savcılığın da dosyanın tamamını inceleyen MSB’nın da hiçbir işlem yapmaması manidardır. Bu çok açıkça iddia makamı ve MSB’nin ilgi alanına sadece Erdal Baran’ın gazeteci olan huzurdaki sanıklarla olan konuşmalarının girdiğini göstermektedir.
Sonuç olarak; yasal unsurları oluşmayan atılı suçlardan müvekkilin beraatine karar verilmesini talep ediyoruz.”
“SADECE BUGÜN DEĞİL 10 YIL SONRA DA ARKASINDA DURACAĞINIZ BİR KARAR VERİN”
Yıldız’ın avukatı Erhan Tokatlı da “Biz, huzurda yargılananın Müvekkil Müyesser Yıldız değil, Bağımsız ve tarafsız gazetecilik olduğunu, Anayasal teminat altına alınan haber alma özgürlüğünün olduğunu düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.
Avukat Tokatlı savunmasında şunları söyledi:
Bu itibarla yargılama konusu yapılan atılı fiilin;
“DEVLET SIRRININ veya YASAKLANMIŞ BİLGİNİN
TEMİNİ ve İFŞASI olmadığını, TCK anlamında suç olmadığını düşünüyoruz.
Ek sorgu- savunması yapılan en son suçlara göre;
TCK’nın 334 ve 336 maddeleri, “yetkili makamların, kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgi ve belgeler”den bahsetmektedir.
Burada adı geçen sırlar, özünde devlet sırrı olmayan ancak, devlet menfaatleri için gizli tutulması gereken, bu nedenle yetkili makamların kanun veya düzenleyici işlemlerle açıklanmasını yasakladığı bilgi veya belgelerdir.
Fakat somut yargılama konusunda ve dosya kapsamında, sanıklar arasında yapılan konuşma içeriklerine dair idarece hiçbir yasaklama mevcut değildir.
O halde; yasaklama olmadığına göre, yani;
Özünde devlet sırrı olmayan veya yetkili makamların açıklanmasını yasaklamadığı devlet güvenliğini ilgilendirmeyen ancak devletin idaresine ilişkin olan, kamu idaresinin menfaatlerini korumak, güvenilirliğini ve düzenli işleyişini sağlamak için 5237 sayılı TCK’da İkinci Kitap. Dördüncü Kısımda, “Kamu İdaresinin Güvenirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı birinci bölümü altında, 258. madde ile “Göreve ilişkin sırrın açıklanması” suçuna gitmemiz gerekecektir.
Bu suç da mahiyeti itibarıyla özgü suçtur, failin kamu görevlisi olması yasal zorunluluktur. Müvekkil kamu görevlisi olmadığından yine huzurdaki hukuki meseleye uyumlu değildir.
AYRICA; Biz huzurdaki davanın alelade bir dava olmadığı kanaatindeyiz. Bizce bu dava siyasi dava değil, siyasetçi davasıdır.
Bizlerin an itibarıyla, yaptıklarımız-yapamadıklarımız, söylediklerimiz-söyleyemediklerimiz, doğrularımız -yanlışlarımızla tarihe şerh düştüğümüzü düşünüyorum.
Bu itibarla, sadece bugün için değil 5 yıl sonra-10 yıl sonra da arkasında durabileceğiniz adil ve tarafsız bir karar vermenizi ümit ediyor. Müvekkilin beraatını talep ediyorum.”
YILDIZ HANGİ YAZILARDAN SUÇLANMIŞTI
Müyesser Yıldız’a savcılık aşamasında iki tane yazısı suçlama olarak yöneltilmişti. Yazılardan birisi 24 Aralık 2019 tarihli “Kim bu Hafter’le görüşen Türk komutanlar” başlıklı yazıydı.
Yıldız, söz konusu yazısında yabancı basında yer alan haberleri derlediği ve açık kaynakları kullandığı görülüyordu.
Müyesser Yıldız’ın suçlandığı diğer yazı ise 20 Ocak 2020 tarihli “Libya’ya hangi komutan gitti… Yerine kim geldi” başlıklı yazıydı. Yıldız söz konusu yazısında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 5 Ocak’ta bir televizyon programında yaptığı Libya’da bir korgenaral görevlendirecek açıklamasına değindi.
Yıldız’ın mahkemede konuyla ilgili olarak “Köşe yazılarımda konu ettiğim bilgilerin tamamı açık kaynaklarda olan, referanslarını yazıma yazdığım bilgiler söz konusudur. Ben Ankara’da oturmakta olan bir gazeteciyim. Karargahtaki gelişmeleri takip eden bir gazeteciyim. Dolayısıyla bir kısım bilgileri öğrenip bunları haberleştirmemizde herhangi bir suç yoktur. Suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum” demişti.
2011 yılında Odatv kumpasından 16 ay hapis yatan Müyesser Yıldız, 37 yıllık meslek hayatında yazdığı yazılar nedeniyle ikinci kez demir parmaklıkların ardına atılmıştı. Kemik erimesi rahatsızlığı bulunan Yıldız’ın tutuklanmasına, itirafçı olmak isteyen, psikolojik rahatsızlığı bulunan bir astsubay ve isimsiz ihbar mektubu neden olmuştu.
Kaynak: Odatv