Çok sık muhatap olduğum bir soruya cevabımdır. Meramım kendi özel durumumu anlatmak değil, benimle aynı tercihi paylaşan bir kesime dikkat çekmek içindir.
Facebook, Twitter, LinkedIn, Instagram, WhatsApp ve diğerlerinde yokum!
Neden mi?
Vaktim yok.
“Yahu emekli adamsın, çalışanlar bile zaman bulurken sen niye sızlanıyorsun?” dediğinizi duyar gibiyim.
Vallahi ben de işi gücü olan insanların her saat aktif olmasına şaşırıyorum zaten.
Böyle birisi de çıkıp yukarıda belirttiğim her bir mecrada gezinecek zamanı ve enerjiyi nasıl bulduğunu anlatsa da ben de faydalansam.
İşte Milliyet’ten Mehmet Tez yazmış; ” Sabahtan güne WhatsApp ile başlıyorum. Okunmayan mesajlar halı altına süpürdükçe büyüyen dertler gibi şiştikçe şişiyor. Aylar önce biri beni ekledi. Ayıp olur diye çıkamıyorum da. Çünkü çaktırmadan sıvışmaya çalışınca gruptaki diğer 34 kişinin ekranında ‘Mehmet Tez ayrıldı’ uyarısı çıkacak. Çaktırmadan sıvışamayacağım dünyanın en sıkıcı doğum günü partisinde sandalyeye bağlanmış gibiyim” diyor. Yazar bu sözleri tek grup için söylüyor. Diğer gruplarının da derdini nasıl katladığını yazının devamında anlatıyor.
Dolayısıyla; kendi işinde çalışan bunu nasıl başarıyor, profesyonel çalışan maaş aldığı patrona bunu nasıl izah ediyor, benim de aradığım cevaplar bunlardır.
Üstelik bir çalışanın sınırsız kullanımını denetlemek ve mesaiden kaç saat götürdüğünü tespit etmek o kadar da kolayken…
Sizlere bir örnek Futbol Federasyonu bünyesinden vereceğim. Ukrayna ile deplasmanda oynadığımız maçta bizim yedek kulübesinde, Selçuk, Burak, Caner ve Arda ellerinde telefonlar, maç havasından kopmuşlar, kendi sosyal medya hesaplarına üretim yapmakla meşgullerdi.
Alman kulüplerinde; değil yedek kulübesinde, soyunma odasında bile cep telefonu kullanmak yasaktır. İşte bizi başarısız kılan, küresel anlayıştan kopartan bu ve benzer farklarımızdır. Anormal primi istemeye cüret eden ama mesleki özveriyi idrak edemeyen profesyonel futbolcuya bile yasaklar koyamıyoruz.
Evet iletişimin ve bilgi paylaşımının bu devirde önemini biliyorum. Zaten arama motoruna merak ettiğimiz konuyu yazınca bütün ayrıntıları ile önümüze geliyor.
Dolayısıyla sosyal medyanın varlığını sorgulamıyorum, tam tersine bize özgü aşırı kullanımını anlayamıyorum.
Başlangıçta ben de ‘Facebook ve Linkedin’e adımımı attım. Ancak sağ olsun dostlarım yağmur olup yağmaya başlayınca aciz kalacağımı anladım ve iptal ettim. O arkadaşlarımın elinde bütün iletişim bilgilerim olduğuna göre yine teke tek görüşmeye döndüm. Bu şekilde yazılarıma, yürüyüşe, alışverişe ve kitap okumaya zaman bıraktım.
Peki olumsuz etkilendiğim başka taraf?
Sosyal medya sahnesinde olmak, otokontrolde refleks ister. Zira anlık düşünce klavyeye yansıyor. Ağzınızdan kaçırdığınız bir yanlış cümlenin, klavyeden kaçırılması belge niteliğindedir, başa dert açabilir.
Örneğin spor kulübü yöneticilerinin veya siyasi figürlerin ayaküstü kurumsal usulleri aşan mesajlar vermelerini ve liderleri tarafından kızağa çekilmelerini aynı fasıldan sonuçlar üreten benzer ve tehlikeli eylemler olarak görebiliriz. Buradaki sonuçlardan daha fazlasının ise sade vatandaş için geçerli olduğunu her gün yaşıyoruz zaten.
Sevgililerin, birbirlerinin hesabında gördüğü hoşa gitmeyen sunumlar olmuyor mu? Ayrılık kararları bu basit atlamadan kaynaklanmıyor mu?
Neticede en büyük iletişim kazaları bu kulvarda oluşuyor. O zaman riskli bir yolda araç kullanmak yerine daha sakin ve düz yoldan ilerlemeyi mantıklı buluyorum.
Bu kadar mı?
Sokakta, parkta, tatilde, yemekte aynı anda onlarca fotoğraf çeken ve anında sosyal medya hesabından paylaşan geniş bir kitleye rastlamıyor muyuz?
Teknolojinin bu kadar gelişmediği yıllarda Roman mahallesindeki kavgada tarafların sahip oldukları eşyaları ortaya dökmesi mizah konusu olurdu. Şimdi ise sosyal medyada aynı mal mülk envanterinin görsel sunumu yapılmıyor mu?
Çok samimi olarak merak ediyorum; bir kişinin evini, arabasını çok yakınları zaten her daim görmüyorlar mı? Hangi yedi yıldızlı otelde tatil yaptığını, neler yediğini içtiğini bilmiyorlar mı?
Peki daha geniş çevreye yapılan canlı yayının ilave katkısı ne olabilir ki?
Elbette ticari amaçla sosyal medyada yer alması şart olan markaları ayırıyorum. Kurumların en kısa yoldan kendilerini ifade etmelerinin mutlak karşılığı vardır.
Gazete, dergi ve televizyonların yer aldığı platformlar da değildir kastettiğim.
İnternet kullanıcılarının yüzde 77’sinin her gün online olduğu bir ülkede bu kanal boş bırakılamaz. Diğer geleneksel mecranın yerini alan ve çağımız teknolojisi ile hayatımıza giren digital ortam sevincimiz olmuş zaten.
Artık bir tıkla ulaşılacak bilginin görmezden gelinmesine imkân var mı?
Ancak konunun çok tartışılan bir tarafı var. Saatlerce bilgisayar karşısında olmak insanları sosyal veya asosyal yapmaz. Her şey onu nasıl kullandığınıza bağlı olarak gelişir. Ben de günün önemli kısmını bilgisayar başında geçiriyorum. Ancak gazete okuyorum, araştırma yapıyorum, e-maillerimi takip ediyorum, yazılarımı yazıyorum. Yani sosyal medyayı izliyorum ve asla “sosyal medyada yokum” demiyorum. “Sosyal medya hesabım yok” diyorum. Olaya da bu bakımdan sadece zaman yönetimi açısından bakıyorum.
Sonuçta; genel kullanımda varım ama bireysel hesaplar içinde yokum.
Benimle aynı düşünmeyen bütün dostlara saygı duyuyor, bir de bu taraftan bakmalarını diliyorum.