Kıbrıs, Türkiye’nin burnunun dibinde bir ada. Ankara’dan Lefkoşa’ya uçakla bir saatte gidiyorsunuz. Coğrafi açıdan bu denli yakın olduğumuz ve de soydaşlarımızın yaşadığı Kuzey Kıbrıs’la aramızda nasıl bir duygudaşlık bağı var acaba?
Türkiye halkının Kıbrıs konusundaki bilgileri genellikle çok sığ ve kulaktan dolmadır. Bizim insanımız Kıbrıslının kimliği, kültürü, düşünceleri, acıları, geleceğe ilişkin kaygıları, umutları, beklentileri konusunda son derece ilgisiz ve duyarsızdır. Basın yayın organlarımız da magazin haberleri dışında pek ilgi göstermez komşumuzda olup bitenlere. Daha çok siyasetçilerin hamasi nutuklarında duyarız ülkenin adını. Onlar da ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, Kıbrıs’ın kuzeyine “kurtarılmış bölge” gözüyle baktıklarından, Kıbrıs halkıyla duygudaşlık kurmayı önemsemezler.
Akdeniz’de Bölünmüş Bir Ada: KIBRIS
Sosyalist partilerin de Kıbrıs’a ilgisi fazla değildir. Ada’daki sol partilerle yakın işbirliği içinde olması gereken Türkiyeli sosyalistlerin gündeminde nedense böyle bir konu yer almıyor. “Kıbrıs sorunu”na ilişkin tutum oluşturmaktan ve görüş açıklamaktan kaçınır bir görüntüleri var. Bu yalnızlık ve ilgisizlik karşısında çözümü daha çok Avrupa Birliği’nde ve Birleşmiş Milletler’de arıyor Kıbrıslı Türkler. İşte bu yüzden “Yakınımızdaki uzak ülke” diyorum Kıbrıs için… Oysa 1960’lardaki Türkiye İşçi Partisi, Kıbrıs sorunuyla çok yakından ilgiliydi. Meclis konuşmalarının ve güncel basın açıklamalarının yanı sıra hemen her seçim döneminde yayımlanan “Seçim Bildirgeleri”nde Kıbrıs konusu ağırlıklı yer tutardı. Örneğin 1968 Seçim Bildirisi’nde TİP’in Kıbrıs konusundaki görüşü şöyle özetlenmişti:
“TİP’in Kıbrıs davamızın çözümü için öteden beri savunduğu tez şudur: Kıbrıs, askeri üslerden arınmış, milletlerarası garanti altında askersizleştirilmiş, tarafsız, her iki cemaatin eşit haklarına dayanan federatif, bağımsız bir devlet olmalıdır.” (Bkz. Türkiye İşçi Partisi Radyoda / Proletaryanın Büyülü Kutusu. Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, Nisan 2021, s. 406)
Bugün Kuzey Kıbrıs’taki sol partiler de TİP’in 1960’lardaki “Kıbrıs tezi”ne yakın görüşleri savunuyor. Ama Türkiye solundan beklenen desteği gördükleri söylenemez.
Oysa KKTC’nin, “Türkiye’nin arka bahçesi” ve “AKP’nin oyun alanı” olmasını istemiyor Kıbrıslı yurtseverler.
“KÜÇÜK TÜRKİYE”
Türkiye’de önemli bir kesim, TC’nin KKTC’ye yaptığı ekonomik yardımların ülke için yük oluşturduğu görüşünde. Kıbrıslı Türkler ise, Türkiye’nin vesayetçi tutumundan ve ülke yönetimine sürekli müdahalesinden yakınıyor. Onlar yardımların Kıbrıs’ı ekonomik olarak ayağa kaldırmak için değil, bağımlılık ilişkisini sürdürmek amacıyla yapıldığına inanıyorlar. “Ekonomik bağımsızlık olmadan siyasal bağımsızlık olmaz” gerçeği, KKTC örneğinde bir kez daha somutluk kazanmış bulunuyor.
Kıbrıs’taki dostlarımız her ne kadar “Yavruvatan” sözünden hoşlanmasalar da Türkiye’nin gündemindeki konularla orada tartışılan sorunlara bakıldığında, KKTC için “Küçük Türkiye” benzetmesi yapmak çok da yanlış olmaz! İki ülkedeki bütçe görüşmelerini eşzamanlı olarak izlemeye çalışırken, bu benzerliği daha yakından gözlemledim. “Kendi kendine yeterli bir ekonomi” vurgusu iki kesimde de ağırlıklı biçimde dile getirilirken; dışa bağımlılığın azaltılması, enerji kaynaklarının verimli kullanılması, üreticilerin desteklenmesi, yolsuzlukların önlenmesi, bürokraside liyakate önem verilmesi, adalet kurumunun güçlendirilmesi, insan haklarına saygı gösterilmesi dilekleri, değişik partilerin sözcülerince aynı ölçüde seslendiriliyor.
KKTC’de plansız yapılaşma ve çarpık kentleşme hız kazanmış durumda. Özellikle turistik liman kenti Girne, bu yüzden ciddi sorunlarla karşı karşıya. Kıbrıs’ın yerlileri bu güzel kıyı kentinin son yıllarda çok bozulduğu görüşünde. Hatta bu durumu betimlemek için “Girne Girne, içine girme!” diye bir özdeyiş bile üretmişler. Ama yine de Girne’nin görülesi bir yer olduğunu söylemeliyim. Özellikle akşamları labirenti andıran dar sokaklarından limana inip kıyı şeridinde dolaşmanın; birbirinden çekici kafe ve lokantalarda denizi seyrederek içkinizi yudumlamanın keyfi çok başka!
Kuzey Kıbrıs’ta ulaşım ciddi bir sorun. “Toplutaşım” kavramı neredeyse unutulmuş. Her yere taksiyle gitmek zorundasınız. İnsanlar bu yüzden araba sahibi olmayı önemsiyor. Her kapının önünde birkaç otomobil görüyorsunuz. Ne var ki taşıt bolluğu, kaçınılmaz olarak trafik yoğunluğuna ve kazalara yol açıyor. Lefkoşa-Girne yolunda hemen her gün ölümlü kazalar yaşanıyor.
TÜRKİYE YURTTAŞLARI KİMLİKLE GİREBİLİYOR
Kuzey Kıbrıs’ta yaşayanların sayısı tam olarak bilinmiyor. Çünkü uzun zamandır nüfus sayımı tapılmamış ülkede. Muhalefet partileri bu durumdan yakınıyor ve “Ülkeyi dingonun ahırına çevirdiler. Giren çıkan belli değil!” diye eleştiriyorlar sağcı iktidarları.
Kuzey Kıbrıs’a Türkiye’den gelenler için pasaport zorunluluğu yok. Ülkeye girerken nüfus cüzdanınızı göstermeniz yeterli. Genellikle bir aylık geçici oturma izni veriyorlar. İki yıl öncesine değin 65 yaş üstündeki TC yurttaşları için süre sınırlaması yoktu; insanlar istedikleri kadar kalabiliyordu ülkede. Ama şimdi durum değişti. İkamet İzinleri Tüzüğü’nde yapılan değişikliğe göre, Kuzey Kıbrıs’ta oturma izinlerini uzatmak isteyenler, artık belirli sürelerle İçişleri Bakanlığı’nın Muhaceret Dairesi’ne başvurmak zorundalar. Ancak KKTC’de bürokratik işlerin çok yavaş yürüdüğünü de belirtmemiz gerekiyor. Oturma izin belgesini alabilmeniz için bazen aylarca bekleyebiliyorsunuz.
KKTC nüfusunun günümüzde 400 bin dolayında olduğu varsayılıyor. Bunun en az dörtte birini yabancılar oluşturuyor. “Kök Kıbrıslılar” (Kıbrıs’ın yerlileri), Türkiye’den gelen insanlara sürekli “yurttaşlık hakkı” verilerek nüfus yapısının değiştirilmesinden yakınıyor. Aynı çevreler, yakın bir gelecekte Kuzey Kıbrıs’taki Türkiyelilerin Kıbrıslı Türk sayısını geçmesinden ve Türkiye’nin bu yolla KKTC’de kendisine yakın partileri iktidarda tutmasından kaygı duyuyor.
Güney Kıbrıs’ta (Kıbrıs’ın Rum kesimi) 20 bin kadar Kıbrıslı Türk yaşıyor. Kuzey’de yaşamayı seçen Rumların sayısı ise çok daha az. Güney’de sürekli oturan Kıbrıslı Türkler olduğu gibi Kuzey’de oturup Güney’e çalışmaya giden Türkler de var.
Kuzey Kıbrıs’ta ODTÜ Yerleşkesi
“EĞİTİM TİCARETİ”
Bu küçücük ada yarısında 30’dan fazla üniversite var. Bunlardan 20’si YÖDAK’tan (bizdeki YÖK’ün eşiti) denklik izni almış. Pandemi öncesi üniversitelerdeki yabancı uyruklu öğrenci sayısı 100 bine yaklaşmıştı ama Covid-19 salgını yüzünden öğrencilerin çoğu ülkelerine döndü. Üniversitelerde eğitim uzunca bir süredir çevrimiçi yapılıyor.
Türkiye’den başka en çok Afrika ülkelerinden öğrenci geliyor Ada’ya. Onların arasında da Nijeryalılar başı çekiyor. Ayrıca Arap ülkelerinden ve Pakistan’dan okumaya gelen öğrenciler var. KKTC’de “eğitim ticareti” çok kârlı bir alan; o yüzden durmadan yeni üniversiteler açılıyor. Ancak bu kurumlarda verilen eğitimin niteliği, akademisyenler arasında ve medyada tartışılmaya başladı.
Çalışmak amacıyla gelen yabancılar da var Kuzey Kıbrıs’a. Kıbrıslı patronlar, yerli halkın aşçılık, garsonluk, bulaşıkçılık gibi işlere burun kıvırdıkları için dışarıdan işçi getirdiklerini söylüyor. KKTC’de çalışan yabancı işçiler arasında Türkler, Pakistanlılar, Afrikalılar çoğunluğu oluşturuyor. Ama Lefkoşa’daki bir restoranda Çinli bir gencin garson olarak çalıştığına bile tanık oldum.
KUMAR TURİZMİ
KKTC’nin en büyük gelir kaynağı “Casinolar”
Kuzey Kıbrıs’ın en büyük gelir kaynaklarından birini de kumarhanelerden oluşturuyor. 1996 yılında Türkiye’deki kumarhaneler kapatılınca, bu sektörün baronları Kuzey Kıbrıs’a taşıdılar mekânlarını. Kıbrıs’ta her lüks otelin içinde “casino” dedikleri kumar salonları var. Özellikle hafta sonları Türkiye’den giden çok sayıda insan kumar oynuyor oralarda.
Yerli halkın casinolara girmesi kâğıt üzerinde “yasak” ama kimsenin bu yasağı dinlediği yok! Kumar gelirinin önemli bir bölümü “vergi” olarak devlet bütçesine aktarıldığı için hükümetler de de göz yumuyor bu duruma.
Kuzey Kıbrıs’ta kumar ve uyuşturucu denince ilk akla gelenlerden Halil Falyalı tutuklandı.
Tabii, kumarın olduğu yerde uyuşturucu ve kara para da vardır! Son yıllarda Kuzey Kıbrıs’ın, “Akdeniz’in kara para aklama cenneti” olduğu yolunda haberler çıkıyor basında. Ayrıca Türkiye bağlantılı mafya gruplarının ülkede cirit attığı söylentileri de yaygın. Düşünsenize, Türkiye’de on binlerce kişiyi dolandıran “Tosuncuk” lakaplı uyanık çocuk bile KKTC’de kurduğu şirket üzerinden yürütmüş işlerini! Son günlerde KKTC’de hükümet değişikliğine yol açan “seks kaseti skandalı”nda da adı geçen kumarhane patronlarından Halil Falyalı, hakkındaki bu tür suçlamalar nedeniyle şu anda Lefkoşa’da tutuklu bulunuyor.
Kuzey Kıbrıs’taki lüks otellerde ve casinolarda yalnızca kumar oynanmıyor. Her türlü “kirli iş” de buralarda kotarılıyor. KKTC’nin uluslararası hukukun dışında bir yer olması, yasadışı iş çevirenlere arayıp da bulamadıkları olanakları sağlıyor. Bundan dolayı Kuzey Kıbrıs, özellikle fuhuş ve uyuşturucu sektörü için “ideal bir ada” sayılıyor.
FİYATLAR TÜRKİYE’NİN İKİ KATI
KKTC’de halk, ekonomik sıkıntı içinde. Ama orada zengin bir toplum kesimi de var. Bunlar daha çok, 1974’teki “Kıbrıs Harekâtı” sırasında Kuzey’den Güney’e göç etmek zorunda kalan Rumların mallarına “çöken” savaş zenginleri. Kıbrıs’ta “ganimetçi” diye anılıyor bu kesim. Salgın döneminde halk sefilleri oynarken bunların keyfi yerindeydi!
Kuzey Kıbrıs, genelde pahalı bir ülke. Para birimi olarak Türk Lirası kullanılıyor. Ekonomisi Türkiye’ye bağımlı olduğu için de döviz yükseldikçe Kıbrıslılar daha çok yoksullaşıyor. O yüzden sterline ya da avroya geçilmesini isteyen Kıbrıslı Türklerin sayısı az değil.
Kuzey Kıbrıs’ın narenciyesi de el yakıyor.
KKTC’de her şeyin fiyatı Türkiye’nin iki katı. Yerel gazeteler bile 5 TL’ye satılıyor. Narenciye ülkesi olarak bilinen Kıbrıs’ta mandalina, portakal, limon gibi ürünlerin yanına yaklaşılmıyor! Ama içki fiyatları Türkiye’ye göre daha ucuz.
Yöneticiler, KKTC’deki pahalılığı, Türkiye’den satın alınan ürünlere uygulanan yüksek gümrük vergilerine ve TL’nin sürekli değer yitirmesine bağlıyor. Kimi politikacılar ise “Anavatan”ın “Yavruvatan”dan gümrük vergisi almasını yadırgadığını söylüyor.
KKTC’DE “HAVUZ MEDYASI” YOK!
Ada’nın Türk kesiminde canlı bir basın yaşamı var. İktidara ya da muhalefete yakın yayın organlarının haber ve yorumlarında olabildiğince nesnel davranarak evrensel gazetecilik ilkelerini göz ardı etmemeye özen göstermeleri dikkatimi çekti. Bizdeki gibi “havuz medyası” pek görmedim orada! Ekranlarda dinlediğim her siyasal görüşten meslektaşım, iktidarın uygulamalarını aynı içtenlikle eleştirebiliyor. Bizdeki TRT’nin ve Anadolu Ajansı’nın dengi sayılan BRT (Bayrak Radyo Televizyonu) ve TAK (Türk Ajansı Kıbrıs), iktidarı belli ölçülerde gözetseler de kamu yayıncılığı yapmanın bilinciyle, “yandaş” ya da “hükümet borazanı” gibi davranmamaya çalışıyorlar.
Kuzey Kıbrıs’ta çok sesli bir medya var.
Ne var ki Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı döneminde çok belirgin olan bu özgürlük ortamı, Ersin Tatar’ın Başkan seçilmesinden sonra yavaş yavaş değişmeye başladı.
KKTC’deki başlıca günlük gazeteler şunlar: Yenidüzen, Avrupa, Diyalog, Halkın Sesi, Kıbrıs Gazetesi, Kıbrıs Postası, Havadis, Haberci, Yeni Bakış, Vatan, Güneş, Hakikat, Detay, Radikal Kıbrıs, Star Kıbrıs.
Kuzey Kıbrıs’ın özgürlükçü sesi: Yenidüzen. Kanal SİM Yayın Yönetmeni Sami Özuslu Saldırıya Uğrayan Avrupa Gazetesi
Avrupa gazetesinin sahibi ve yayın yönetmeni Şener Levent.
Ülkenin en eski günlük gazetelerinden Yenidüzen, ana muhalefet partisi CTP (Cumhuriyetçi Türk Partisi) çizgisinde yayın yapıyor. Şener Levent yönetimindeki “Avrupa” gazetesi ise Türkiye’deki AKP iktidarına karşı en sert muhalefeti yapmakla tanınıyor. Gazete bu yüzden Tayyip Erdoğan’ın hedef tahtasında. Erdoğan’ın hedef göstermesi üzerine 22 Ocak 2018 günü gazetenin Lefkoşa’daki binası taşlı sopalı saldırıya uğradı. Camları kırılan ve tabelası sökülüp sokağa atılan gazetenin içi de harabeye döndü. Şener Levent bu saldırıyı protesto etmek amacıyla gazetesinin adını “Afrika” olarak değiştirdi. Şimdi yeniden Avrupa adıyla çıkıyor.
KKTC’nin kamu yayıncılığı yapan en eski televizyon kurumu, kısa adı “BRTK” olan Bayrak Radyo ve Televizyon Kurumu’dur. Şimdilerde üç kanal üzerinden hizmet veriyor. Kuzey Kıbrıs’taki özel kanallarda çalışan yayıncıların çoğu bu kurumda yetişmiştir.
Ülkedeki özel kanallar ise şunlar: Kanal SİM, Diyalog TV, Genç TV, Kıbrıs TV, Ada TV, Kanal T... Bu kanallar arasında Genel Yayın Yönetmenliğini Sami Özuslu’nun yaptığı Kanal SİM, ilerici / muhalif çizgisiyle dikkat çekiyor.
Kıbrıs’ta çıkan ilk Türkçe gazete Saded’in yayın tarihi olan 11 Temmuz (1890), KKTC’de “Basın Günü” olarak kutlanıyor. KKTC Gazeteciler Birliği’nin “Yılın Basın Ödülleri” de o gün dağıtılıyor.
Devlet Kanalı Bayrak Radyo ve Televizyonu’nun logosu
KKTC’deki kurumların çoğu Türkiye’deki benzerleri örnek alınarak oluşturulmuş. Örneğin bizdeki YÖK’ün karşılığı YÖDAK, yani Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu, yükseköğretimi düzenlemekle görevli.
TRT’nin eşiti olarak Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’nu (BRTK) görüyoruz. RTÜK’ün KKTC’deki dengi iseYayın Yüksek Kurulu (YYK).
SİYASAL YAŞAM
Kuzey Kıbrıs’ta uzun bir belirsizliğin ardından Ulusal Birlik Partisi (UBP) ile Demokrat Parti’nin (DP) oluşturduğu yeni koalisyon hükümeti, 13 Kasım’da Cumhuriyet Meclisi’nde 19 ret oyuna karşı 27 oyla güvenoyu aldı.
Bilindiği gibi, bir süre önce KKTC’depatlak veren “kaset skandalı” üzerine Ersan Saner başkanlığındaki üçlü koalisyon hükümeti 13 Ekim’de istifa etmişti. Ancak Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, hükümeti kurma görevini başka birine vermeyerek UBP Kurultayı’nın sonuçlanmasını beklemişti.
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar
Bir yıl önce Türkiye’nin müdahalesiyle sonuçsuz kalan bu kurultay, 24 Ekim’de tamamlandı ve Ersin Tatar’la arası iyi olmayan eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. Faiz Sucuoğlu açık farkla UBP Genel Başkanı seçildi. Cumhurbaşkanı Tatar, bu durum karşısında istemeye istemeye de olsa Sucuoğlu’na hükümeti kurma görevini vermek zorunda kaldı. Ülkede ağırlaşan ekonomik koşullar nedeniyle Türkiye’nin yardımına gereksinim duyan yeni Başbakan da göreve gelir gelmez geleneği bozmayarak “Türkiye ile et ve tırnak gibiyiz” mesajları vermeye başladı.
Eski Başbakan Ersan Saner ise “kaset skandalı”nda parmağı olduğunu düşündüğü Faiz Sucuoğlu’nu sert sözlerle eleştirmeyi sürdürüyor. “Uğradığım bir komplo karşısında ciddi bir bedel ödedim. Belki daha da ödeyeceğim. Buna rağmen sonuna kadar adalete ve yargıya sığınmaya devam edeceğim. Sonucu ne olursa olsun bu adalet kavgasını vereceğim” diyen Ersan Saner, Sucuoğlu’nu “Dokunulmazlık zırhının ve Başbakanlık makamının arkasına saklanmak”la suçluyor.
Seks kasetiyle koltuğundan olan Başbakan Ersan Saner.
38 YILDA 26 HÜKÜMET
KKTC’nin kurulduğu 1983 yılından bu yana geçen 38 yılda tam 26 hükümet değişmiş. Hükümetlerin ortalama ömrü bir buçuk yılı geçmiyor. Yeni hükümetin ise en fazla iki buçuk ay yönetimde kalması bekleniyor. Çünkü Cumhuriyet Meclisi’nde temsil edilen 6 partinin uzlaşması sonucu, 23 Ocak 2022 tarihinde erken seçime gitme kararı alındı.
KKTC tarihinde iz bırakmış siyasetçilerden Rauf Denktaş’ın 1975 yılında kurduğu Ulusal Birlik Partisi, ülkeyi uzun yıllar tek başına ya da koalisyonlarla yönetti. Bu parti kâğıt üzerinde kendini “demokratik ve laik” bir siyasal yapı olarak tanımlıyor. Nitekim parti tüzüğünde bu ilke, “Cumhuriyet Anayasası’nın öngördüğü demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini ve parlamenter düzeni tüm kurumlarıyla yaşama geçirmek…” biçiminde açıklanmış. Zaten KKTC Anayasası, Türkiye’nin 1961 Anayasası’nı temel alarak hazırlanmış. O yüzden özgürlükçü bir nitelik taşıyor. Ama UBP’nin son yıllarda kuruluş ilkelerinden uzaklaşarak laiklik karşıtı eylemlere hayli hoşgörülü davrandığı gözleniyor. Güçlü bir laik yaşam kültürüne sahip ülkede bu yaklaşımlar kaygıyla karşılanıyor.
Önceki KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı.
Siyasal istikrarın bir türlü sağlanamadığı Ada yarısında ekonomi her geçen gün kötüye giderken hükümetlerin Türkiye’ye bağımlılığı da aynı ölçüde artıyor. Kuzey Kıbrıs -Türkiye ilişkilerinde Mustafa Akıncı döneminde tırmanan gerginlik, TC Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın sözünden çıkmayan Ersin Tatar’ın KKTC Cumhurbaşkanlığı’na getirilmesiyle “bahar havası”na dönüşmüş görünse de halk arasındaki hoşnutsuzluk ve AKP karşıtlığı artarak sürüyor.
Doğan Tılıç arkadaşımız, seçim öncesindeki bir yazısında her ne kadar “Kıbrıslılar gonnara yemez!” demişse de “Gonnara yememek” eğer söylendiği gibi “aldanmamak, oyuna gelmemek, her şeyin farkında olmak” anlamına geliyorsa, son seçimin sonucu pek de öyle olmadı. Erdoğan’ın desteklediği Ersin Tatar, küçük bir oy farkıyla da olsa Cumhurbaşkanı seçildi. Bu “başarı”yı kime borçlu olduğunu çok iyi bilen Tatar, daha resmî sonuçlar açıklanmadan TC Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Yardımcısı Fuat Oktay’a teşekkür etti. Aynı saatlerde Saray’dan resmi kutlama açıklaması yapıldı. AKP Sözcüsü Ömer Çelik de ertesi gün, “Kıbrıs Türk halkı, vizyonu ve liderliğiyle öne çıkan Sayın Ersin Tatar’ı KKTC Cumhurbaşkanlığı’na seçerek tüm dünyaya açık bir mesaj vermiştir” diyerek Tatar’ın olmayan “vizyon”unu övdü!
SAĞDAN SOLA SİYASAL PARTİLER
KKTC’de siyasal yaşam, hayli geniş bir yelpazeye sahip. 7 Ocak 2018’de yapılan son milletvekili seçimlerinde 50 üyeli Cumhuriyet Meclisi’ne 6 parti girmişti. Bu partilerin milletvekili dağılımı şöyleydi:
UBP (Ulusal Birlik Partisi) 21, CTP (Cumhuriyetçi Türk Partisi) 12, HP (Halkın Partisi) 9, TDP (Toplumcu Demokrasi Partisi) 3, DP (Demokrat Parti) 3 ve YDP (Yeniden Doğuş Partisi) 2.
Ancak en sağdaki YDP’de genel başkanlık yarışını kaybeden Lefkoşa Milletvekili Bertan Zaroğlu’nun partisinden ayrılıp Millet Partisi’ni kurmasıyla Meclis’teki parti sayısı 7’ye yükseldi.
Eski KKTC Başbakanı Hüseyin Özgürgün Türkiye’de yaşıyor.
Son seçimden bu yana öteki partilerin milletvekili sayısında da kimi değişiklikler oldu. Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle UBP’nin Meclis’teki sandalye sayısı bir eksilirken, eski başbakanlardan UBP Lefkoşa Milletvekili Hüseyin Özgürgün’ün devamsızlık durumu da iktidar partisinin kritik oturumlarda eksik kadroyla temsil edilmesine yol açtı. Hakkındaki yolsuzluk dosyaları dolayısıyla dokunulmazlığı kaldırılanve tutuklanma korkusuyla Türkiye’ye yerleşen bu milletvekili, iki yıldır KKTC Meclisi’ndeki yasama çalışmalara katılmıyor. Muhalefet partilerinin sürekli önerge vermelerine karşın Özgürgün’ün milletvekilliği bir türlü düşürülemiyor. Çünkü UBP, daha önce dokunulmazlığının kaldırılması için oy kullandığı eski başbakanlarının Meclis dışında kalmasına, “ileride belki desteğine ihtiyaç duyabiliriz” düşüncesiyle karşı çıkıyor. Hüseyin Özgürgün de bu durumdan yararlanarak KKTC’den her ay milletvekili maaşı almayı sürdürüyor!
HP’nin milletvekili sayısında da üç yıl içinde eksilme oldu. Son seçimde Meclis’e 9 milletvekiliyle giren HP’nin üç üyesi, UBP Hükümeti’ne dışarıdan destek vermek amacıyla partilerinden istifa ederek bağımsız kaldı. Bu milletvekillerinden ikisi daha sonra UBP’ye katıldı. Böylece HP’nin Cumhuriyet Meclisi’ndeki üye sayısı 9’dan 6’ya inmiş oldu.
Ana Muhalefet Partisi CTP’nin Genel Başkanı Tufan Erhürman
Yeni Kıbrıs Partisi’nin Genel Başkanı İzzet İzcan
Kıbrıs Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Mehmet Birinci
ADA’NIN SOL YANI
Kuzey Kıbrıs’ta da Türkiye’deki duruma çok benzeyen “parçalı bir sol yelpaze” var. Sosyal demokrasiden Marksist sola uzanan bu geniş yelpazedeki partilerin hemen hepsi eski TKP’den (Toplumcu Kurtuluş Partisi) doğmuş siyasal örgütler… Bir benzetme yapmak gerekirse, 60’lı yılların Türkiye İşçi Partisi nasıl Türkiye solunun fideliği ise, Ada’nın TKP’si de tarihsel olarak KKTC solunun anaç partisi durumunda…
Kuzey Kıbrıs’ın sosyal demokrat çizgideki ana muhalefet partisi, Tufan Erhürman önderliğindeki CTP… Cemal Özyiğit’in başkanlık ettiği TDP ise daha solda konumlanmış. Bu iki parti de Kıbrıs sorununun çözümü konusunda “Federatif Devlet” tezini savunuyor. “Temiz toplum ve sosyal adalet” belgisiyle siyaset sahnesine çıkan Kudret Özersay başkanlığındaki HP ise çözüm konusunda daha esnek bir yol izliyor.
2017 yılında İsviçre’nin Crans Montana kasabasında, BM gözetiminde Kıbrıs’ın Rum ve Türk Başkanları arasında yapılan görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle “Federasyon” temelindeki BM parametreleri rafa kaldırıldı ve “Eşit iki egemen devlet” tezine dönüldü. Bu koşullarda Kıbrıs sorununun kalıcı çözümü için yakın bir gelecekte olumlu bir gelişme beklenmiyor.
Attila Aşut, Işık Kitabevi Sahibi Nahide Merlen ve YKP Genel Sekreteri Murat Kanatlı ile.
Cumhuriyet Meclisi’ndeki üç sol / sosyal demokrat partinin yanı sıra Kuzey Kıbrıs’ta parlamento dışında kalan ve kendilerini “sosyalist” olarak tanımlayan birkaç küçük parti daha var. “Ada’nın sol yanı” da diyebileceğimiz, ancak örgütlenmeleri cılız, etkileri sınırlı bu partileri ve önderlerini de şöyle sıralayabiliriz:
Birleşik Kıbrıs Partisi (BKP– İzzet İzcan), Yeni Kıbrıs Partisi (YKP– Murat Kanatlı), Kıbrıs Sosyalist Partisi (KSP–Mehmet Birinci), Bağımsızlık Yolu Partisi (BYP– Münir Rahvancıoğlu), Toplumcu Kurtuluş Partisi / Yeni Güçler (Dr. Mehmet Çakıcı), Sol Hareket (Abdullah Korkmazhan).
TÜRKİYE’NİN ARTAN BASKILARI
Türkiye, her dönemde Kuzey Kıbrıs yönetimlerini şu ya da bu biçimde etkilemeye, hatta yönlendirmeye çalışmış; halktan itiraz sesleri yükselince de “diyet” ödetircesine “Sizi biz kurtardık!” diyerek çok yönlü müdahalelerini haklı gösterme yolunu seçmiştir.
Mustafa Akıncı, Cumhurbaşkanlığı seçiminde uğradığı baskıları böyle açıkladı.
Ancak ülke tarihinin hiçbir döneminde, 2020 Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde olduğu kadar açık ve kaba müdahalelere tanık olunmamıştır. Hatta bu müdahale biçimleri zaman zaman Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve çevresine yönelik tehdit boyutlarına varmıştır. Seçimden sonra KKTC’de akademisyen ve hukukçulardan oluşturulan bağımsız bir araştırma kurulunun hazırladığı 42 sayfalık “Müdahale Raporu”nu okuyanlar, Türkiye’nin bu süreçteki müdahalelerinin hangi boyutlarda yaşandığını irkilerek öğrenmişlerdir. Cumhurbaşkanı adayları Serdar Denktaş ve Mustafa Akıncı’ya adaylıktan çekilmeleri için TC Lefkoşa Büyükelçiliği ile MİT tarafından ne tür baskılar yapıldığını; muhalif gazeteciler Ali Kişmir, Rasih Reşat ve Pınar Barut’un nasıl tehdit edildiklerini, tanıkların ağzından ayrıntılarıyla öğrenmek isteyenler, bu önemli raporu bulup inceleyebilir.
KKTC’YE “İSLAMCILIK AŞISI”
KKTC’nin en sağlam kurumlarının başında bağımsız mahkemeler geliyor. Yargıçlar karar verirken yasalara ve vicdanlarına bağlı kalıyorlar. Anayasa Mahkemesi’nin hükümeti zora sokan kararlarını tartışmak bile kimsenin aklından geçmiyor! Ama AKP iktidarı son dönemde KKTC yargısına da el attı! Oradaki bağımsız yargı düzenini “AKP Yargısı”na benzetmek için yeni adımlar atılıyor. Tayyip Erdoğan’ın, KKTC Anayasa Mahkemesi’nin Kuran kursları konusundaki bir kararına verdiği ölçüsüz tepki, bu adımların ilk habercisi oldu.
KKTC Anayasa Mahkemesi, bir sendikanın başvurusu üzerine, 15 Nisan 2020 tarihinde verdiği kararla Din İşleri Başkanlığı Yasası’nın kimi maddelerini Anayasaya aykırı bulmuş ve Kuran kurslarının ancak Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetiminde açılabileceğine hükmetmişti. Bu karar medyaya, “Kuzey Kıbrıs’ta Kuran kursları kapatılıyor” biçiminde çarpıtılarak servis edilince, İletişim Başkanlığı’nın yönlendirdiği yandaş basın, KKTC yargısına karşı saldırıya geçti. Tayyip Erdoğan da işin içyüzünü öğrenmeden hemen salvo atışına başladı. Üstelik her fırsatta “bağımsız” olduğunu öne sürdükleri KKTC yönetimine dünyanın gözü önünde “O kararı derhal değiştireceksiniz!” diye talimat vermekten de çekinmedi. Türkiye’de mahkemelere rahatlıkla müdahale eden Erdoğan, Kuzey Kıbrıs’taki yargıçlara da tehditle söz geçirebileceğini düşünerek şöyle konuşmuştu:
“KKTC Anayasa Mahkemesi Başkanı süratle bu yanlışından dönmelidir, yoksa bizim atacağımız adımlar da farklı olacaktır. Kuzey Kıbrıs artık her şeyiyle Türkiye’deki uygulamalar neyse bunları uygulama safhasına geçirme durumundadır…”
“Türkiye’de ne varsa sizde de o olacak!” sözü, şimdilerde Kuzey Kıbrıs halkını en çok ürküten söylemlerden biri. Türkiye’de olup bitenleri yakından izleyenler, böyle bir durumda kendi başlarına neler gelebileceğini düşünerek kaygıya kapılıyorlar.
KKTC’de 212 camiye karşılık 156 okul varmış. Böyleyken, yine de daha çok cami yapılmasını istiyormuş Türkiye. Elçiliğin bu konudaki girişimlerinden yakınıyor yetkililer.
Kıbrıslı Türkler, AKP yöneticilerinin kendilerini “yeterince Türk ve Müslüman görmedikleri” için böyle zorlamalara başvurduklarını söylüyorlar. O yüzden de Kıbrıslı Türklere yapılmak istenen “İslamcılık aşısı”na şiddetle karşı çıkıyorlar.
Açılışını Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Haspolat’taki Hala Sultan Camisi.
Tayyip Erdoğan’ın 2018 yılında Haspolat bölgesinde açılışını gerçekleştirdiği Hala Sultan Külliyesi de bu çabaların bir parçası olarak değerlendiriliyor. 37 bin metrekare alana yayılmış bu yerleşke içinde Hz. Muhammed’in halası adına yaptırılan Hala Sultan Camisi ve din eğitimi yapan İlahiyat Koleji bulunuyor. Edirne’deki Selimiye Camisi’nden esinlenilerek yapılan 4 minareli bu camide 6 bin kişi aynı anda namaz kılabiliyor.
KülliyeyiTürkiye’ninDiyanet İşleri Başkanlığı’na bağlamak için çok uğraşmış Saray’dakiler. Ancak ülkenin Milli Eğitim Bakanı ve DTP Genel Başkanı Cemal Özyiğit onay vermemiş buna. Cemal Bey hükümetten ayrıldıktan kısa süre sonra ayrıntılarıyla açıkladı bu gerçeği. Yeni hükümet döneminde aynı isteğin yeniden gündeme gelebileceği söyleniyor.
KKTC Din İşleri Başkanı Prof. Dr. Ahmet Ünsal, Türkiye’den atanmış bir İlahiyatçı. TC’nin Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş gibi o da dinsel kisvesiyle ortalıkta dolaşıyor; çeşitli kurumları ziyaret ediyor; bakanlar, komutamlar ve yabancı misyon şefleriyle görüşüyor. Sık sık Türkiye’deki ve KKTC’deki törenlere, açılışlara katılıyor. Din İşleri’yle görevli bir memurun kamusal alanda böylesi bir eylemlilik içinde olması gözlerden kaçmıyor.
“YURDUNU SEVMELİ İNSAN”
Bölünmüş bir ülkede yurttaş olmanın tüm sıkıntılarını yaşıyor Kıbrıs halkı. 1974 müdahalesinden sonra Ada ikiye bölününce geçişler yasaklanmıştı. Yıllar sonra bu konuda bir yumuşama oldu. Müdahaleden önceki “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin yurttaşı olanlar, artık belli kapılardan denetimli olarak Ada’nın iki yanına geçebiliyor.
Bölünmüşlük duygusu ağır bir travma Kıbrıs’ın iki yakası için de. Kıbrıslı ozan Neşe Yaşın’ın şiirinde en yalın biçimiyle duyumsuyoruz bu derin hüznü:
“Yurdunu sevmeliymiş insan / Öyle diyor hep babam / Benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından / Hangi yarısını sevmeli insan?”
“Kıbrıs sorunu”nun altmış yıldır çözülememiş ve iki halkın güven içinde yaşayacağı “Birleşik Kıbrıs”ın kurulamamış olması, özellikle Kıbrıslı gençler arasında umutsuzluğa, gelecek kaygısına yol açıyor. Ayrıca belirgin bir kimlik bunalımı da yaşıyor bu gençler. Kendilerine “Kıbrıslı Türk” diyenler çoğunlukta. Kimileri ise etnik vurgu yapmadan “Kıbrıslılık” kimliğini öne çıkararak “Kıbrıslı” demeyi yeğliyor. Ulusal kimliklerini “Kıbrıslıtürk” biçiminde yazan aydınlar da var. Rumlar için de benzer biçimde “Kıbrıslırum” diye yazıyorlar.
Lefkoşa’da öldürülen ilerici gazeteci Kutlu Adalı
KUTLU ADALI’YI ANARAK…
Bu yıl Kutlu Adalı cinayetinin 25. Yıldönümü idi.
Kutlu Adalı, Kıbrıslı yurtsever bir gazeteci ve yazardı. Özgürlüğü, bağımsızlığı, halkların kardeşliğini savunduğu için 6 Temmuz 1996 tarihinde evinin önünde öldürüldü. Öldürenler Türkiye’den gönderilmişti. “Kıbrıs’ı Rumlara satmaya çalışıyorsun” diyerek katletmişlerdi onu.
Kutlu Adalı,ölümünden iki gün önce Yenidüzengazetesinde yayımlanan yazısında şöyle diyordu:
“Anavatan-Yavruvatan politikası, gelen Türk giden Türk, ölen Türk öldüren Türk politikasını doğurmuştur. Bu politikanın altında ezilen halk sesini çıkaramaz, özgürlüğünü, bağımsızlığını, kimliğini, kişiliğini göremez olmuştur.”
Türkiye ile bağımsızlık ve eşitlik temelinde kişilikli bir ilişkiyi savunuyordu Kutlu Adalı.
İlkay Adalı, eşi Kutlu Adalı’nın gömütü başında (6 Temmuz 2021)
Türkiye’de Abdi İpekçiler, Uğur Mumcular, Bahriye Üçoklar, Ahmet Taner Kışlalılar neden öldürülmüşse Kutlu Adalı da o yüzden katledilmişti. Eşi İlkay Adalı da zaten “Kıbrıs’ın Uğur Mumcu’su” diyordu onun için.
Aradan geçen yirmi beş yıla karşın Kıbrıs halkı hiç unutmadı bu yürekli kalemini. Yeni kuşak gazeteciler de hep onu örnek aldılar kendilerine.
“Bu Memleket Bizim” platformunu oluşturan örgüt temsilcileri, 6 Temmuz’da Lefkoşa’daki gömütü başında andılar onu. Adalı’nın eşi İlkay Hanım da oradaydı. Gömütlükteki törenin ardından, öldürüldüğü ve adının verildiği Kutlu Adalı Sokağı’nı karanfillerle donattı sevenleri…
* * *
Türkiye ve Kıbrıs…
İki halkın yaşadığı acılar ne kadar çok benziyor birbirine değil mi?
Kıbrıs’la aramızdaki bu “uzaklığı” aşmamız gerekiyor artık!
Biraz ilgi, biraz anlayış, biraz duygudaşlık…
Bu yazı dizisini, Kıbrıslı ozan Fikret Demirağ’ın umutlu dizeleriyle bağlayayım ben de:
“Bizi acıyla sözlediler, ama
Ey barış, biz senin nikâhlınız;
Seninle gireceğiz eninde sonunda
Şarkıların altından geçip
Ve silahlarımızı dışarda bırakıp
Güzel günlerin dünya evine”