Şimdi biraz değişmiş olsa da, eskiden ülkemizde “yetişkin” denen insanların önemli bölümünün gençlere ilişkin “en merhametli” değerlendirmeleri şöyleydi:
“Bunların yeterli hayat deneyimi yok, bir şey bilmez, hiçbir şeyden anlamazlar!”
Yetişkinlerin gençlere tepkileri, geleneklere, göreneklere, siyasal düşüncelere ve yaklaşımlara göre değişirdi.
“Dünkü velet büyümüş de bir de bize akıl veriyor!” derdi kimisi.
“Bunlara fazla yüz veriliyor şimdi; bizim zamanımızda babamız, hocamız, gık dediğimiz zaman vurdu mu oturturdu!” diye gençlerin ancak dayak ve şiddetle adam olabileceğini savunurdu bazıları.
Hele hele, gençler toplu halde eylem yapmaya, haklarını aramaya kalkmaya görsün, ruhu faşistlikle yoğrulmuş kimi çatık kaşlı “büyükler”, yüzlerine en acımasız, nemrut, lanet maskelerini takarak homurdanırlardı:
“Sallandıracaksın üç beş tanesini, bak nasıl adam oluyorlar!”
Bu ifadelerdeki kapsam çoğu zaman olabildiğince genişletilir, genç- yaşlı bakılmadan haklarını ararken ortalığı karıştırdıklarına inanılan herkesin, tüm muhalefetin “sallandırılması” dileklerine kadar giderdi.
Sanki, o gençleri, insanları kendileri dünyaya getirmiş, sanki onlar besleyip büyütmüş, sanki oksijenlerini kendileri sağlamış gibi!
Çoğu, zamanında genç olmanın gereklerini yerine getiremedikleri için gençlerin atılganlığından, heyecanından, gülmesinden, eğlenmesinden, uçarı aşklarından rahatsızlıklarını bilge kişi edasıyla ödünlemeye kalkışırlardı.
Bu tavırların ülkeye yönetenlere, ülkenin en kötü günlerinde darbecilere yansıması sonucu açık hukuksuzluklar yapılmış, gencecik fidanlar ne demeye çalıştıklarına kulak verilmeden cezaevlerine doldurulmuş, kimileri nefret ettiğim o sözü kullanacak olursak “sallandırılmıştı!”
Oysa ki, zamanında işgal görmüş, kurtuluş savaşı yapmış, cumhuriyet kurmuş bu ülkenin istisnasız tüm şehitliklerinde, aynı yaşlarda toprağa düşmüş gençler yatıyordu.
Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal bu gerçeğin farkındaydı.
Bunun için yayınladığı “Gençliğe Hitabe” de cumhuriyetin korunması için ne yapmaları gerektiğini anlatmış, ülkenin geleceğini gençlere emanet etmişti.
Kurtuluş savaşımızın başlangıcı olarak kabul ettiğimiz 19 Mayıs’ın “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanmasını istemiş ve uygulamıştı.
Eminim ki, o dönemde de kerameti kendinden menkul batı “yetişkinler” gençliğe verilen bu armağana içten içe karşı çıkmış, “ne gerek vardı!” diye düşünmüştür!
Belki de bu ülkenin sonraki on yıllarda çektiği birçok sıkıntının nedeni, ellerine geçirdikleri gücü gençlere “emanet etmeyi” uygun bulmayan bu tür “yetişkinlerdi!”
Onlara göre, gençlere vatanı savunmak, ülkeyi saldırılardan korumak bir yurttaşlık “görevinden” ibaretti!
Aynı gençler hak hukuk adalet istediklerinde, ülkenin demokratikleşmesini talep ettiklerinde, kimi zaman İstanbul’un böğrüne yanaşan yabancı uçak gemilerinin askerlerini de alıp “defolmasını” haykırdığında, vatan hainliğine kadar akıl almaz suçlamalarla karşı karşıya kalmışlardır.
Bedel ödemişlerdir.
* * *
Zamanımızın “ruhuna” uygun biçimde, epeyce bir süredir genç olarak hedeflerde Z kuşağı denilen 1990’ların ikinci yarısından itibaren dünyaya gelmiş kız-erkek delikanlılar var.
Bu “yetişkin” geçinenlere bir türlü yaranamıyor garipler!
Görünürde tepki gösterdikleri, eğitim düzeyleri ne olursa olsun, “genç” kabul edilen insanların, yaşamı sürdürmek için yeterli birikim ve deneyime sahip olmadıkları yolundaki safsata!
Büyüklerin hüsnü kuruntusu yani!
Gerçekte ise yaşam içindeki işlevlerinin, haksız yere ulaşılmış güçlerinin ellerinden kayıp gittiğini, artık gençlerin eline geçtiğini tükenmekte olan enerjileriyle birlikte hisseden kimi “yetişkinlerin” yaşam üzerindeki egemenliklerini koruma çabaları bu tepki ve öfkelerinin nedeni.
Z kuşağı denilen yaş aralıklarındaki gençler, hiç beklenmedik anda yaşamımıza demokratikleşme yolunda öyle bir ağırlık koydu ki, şaştık kaldık!
Tıpkı, 60 yıla yakın bir zaman önce 68 kuşağı diye adlandırılan büyük babalarının, büyük annelerinin yaptığı gibi.
Enerjileriyle, dinamizmleriyle, göz yaşartıcı gaz- cop- tazyikli su üçgenine karşı espriler üreten, gülen, alay eden, gerektiğinde saldıranlara karşı dostça yaklaşabilen cesaretleriyle herkesi şaşırttılar.
Z kuşağı sorumsuz, ülke sorunlarına ilgisiz, sosyal medya bağımlısı, yanında adam ölse telefonundan başını kaldırmayan ilgisiz tipler olarak tanıtılıyordu.
Öyle olmadığını kanıtladılar.
Üniversitelerin ne olursa olsun toplumsal yaşama öncülük etmekteki öneminin yok edilemeyeceğini gösterdiler.
* * *
Bu arada gençlerden “korkmayı” adet edinenler için bir “iyi”, bir de “kötü” haberim var.
İyi haber, batılı sosyologlarca verilen adıyla Z kuşağı olarak anılanların dünyaya gelme süreci 2010 yılında sona erdi!
En “küçükleri” 15 yaşında, 1990’ların ikinci yarısında doğmaya başlayan en “büyükleri” ise 30’a merdiven dayamış durumda.
Büyüyor, olgunlaşıyor, “yetişkinleşiyorlar”!
Onlar herhalde kendilerinden sonraki kuşaklara aynı “şiddet ve celalle” yaklaşmayacaklardır.
“Kötü haber” ise yepyeni bir kuşak çoktan dünyaya gelmeye başladı, büyüyorlar.
Hem de teknolojik gelişmeleri daha çok hayatın içine alarak, yapay zekadan, iletişim mucizelerinden yararlanarak.
Z kuşağından “daha da orantısız” zekalarını kullanmaya alışarak hayatımızın tam ortasında yer alma hazırlığındalar.
Büyümekte olan bu gençlere, alfabe sıralamasında “sil baştan” der gibi, “Alfa kuşağı” deniyor.
Zaman su gibi akıyor, durdurmak mümkün değil.