2009-07-18
Saim TOKAÇOĞLU
Güler Zere’nin adını birçoğunuz hiç duymadınız, birçoğunuz da “Güler Zere’ye özgürlük” kampanyasıyla duydunuz belki. Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından “terör örgütü propagandası yapmak, örgüt üyesi olmak” suçundan 1995 yılında 34 yıla mahkûm edildi ve 23 yaşında cezaevine girdi. Güler bugün 37 yaşında. O, 14 yıldır içerde, yakınları da cezaevi kapısında ömür tüketiyor. Güler’in aldığı ceza bununla kalmadı, cezaevinin sağlıksız koşulları, 34 yılın üzerine bir de kanseri ekledi. Bir diş eti şikâyetiyle Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’ne sevk edilen Güler, hiçbir tahlil yapılmadan cezaevine geri gönderildi. Diş etinin büyümesi ve ağrılara neden olması üzerine tekrar hastaneye sevk edildi ama bu kez de “hastanede yer yok” denilerek cezaevine geri gönderildi. Kim bilir kaç kez “Erken teşhis hayat kurtarır” yazılı afişlerin asılı olduğu hastane koridorlarından geçti sedye üzerinde. Bir hastaneye, bir cezaevine, bir o tarafa, bir bu tarafa… “Erken teşhis hayat kurtarır” diyen doktorlardan hiçbirini görmeden, kanser olduğunu bilmeden. Bir yıl sonra, ağzının içinde büyüyen kitle dayanılmaz olunca, cezaevinden tekrar Balcalı Hastanesi’ne sevk edildi. Nihayet, şikâyetleri başladıktan bir yıl sonra, doktor yüzü görebilmişti Güler. Muayene ve tetkikler sonunda, “kansersin” dediler ama erken teşhis edilememişti. Yapılan operasyonla damağının yarısını kulağına kadar aldılar. Artık hiçbir şey yiyemediği gibi, konuşamıyordu da. Yalnızca sıvı gıdayla beslenebilecekti. Cezaevi koşullarında tedavisi, bakımı, daha doğrusu hayatta kalabilmesi olanaksızdı. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nın raporu da bu doğrultudaydı.
Güler Zere dosyası Adli Tıp Kurumu’na Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nın 22 Haziran 2009 tarihli 1195 sayılı raporuyla gönderilmişti. Raporda, “yoğun ve ağır bir tedavi gerekebileceğinden, bu koşulların sağlanabileceği bir sağlık kuruluşunda tedavi ihtiyacı olduğu, cezaevi koşullarında bu bakım ve tedavinin sağlıklı olarak yerine getirilmesinin mümkün olmayacağı, iyileşinceye kadar hapis cezasının ertelenmesinin uygun olacağı” belirtiliyordu. Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu ise “hastane şartlarında yatırılarak infazına devam edilmesinin uygun olduğu” görüşünde.
“Güler Zere’ye özgürlük” kampanyaları başlatıldı, imzalar toplandı, çalınmadık kapı kalmadı. Sivil toplum örgütleri, vicdan sahibi herkes “Güler Zere’ye özgürlük” diyor ama kimsenin kulak astığı yok! Yetkililer sağır, yetkililer kör, Adalet Bakanı put olmuş sanki, duymuyor, görmüyor, umursamıyor. Ucunda para oldu mu gece yarısı pijamalarla evinde Arap işadamlarını ağırlayıp, “Türkiye’yi pazarlıyoruz” diyerek yaptıklarıyla övünen bakanlardan, yetkililerinden tık yok!
Önemsiz (!) bir ayrıntı
Bu raporu vererek Güler Zere’yi cezaevinde ölüme mahkûm eden 3. İhtisas Kurulu’nun raporunun altında altı imza var, o imzaların altında da Adli Tıp Kurumu Başkanının onayı. Kurul başkanı ise bildik bir isim, “işkenceyi gizlemek amacıyla gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” suçu sabit görülerek, Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu tarafından “oy birliği ile” meslekten men cezasıyla cezalandırılması uygun görülen Dr. Nur Birgen. Hiçbir soru işaretine meydan vermemek için, hikâyeyi İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Osman Öztürk’ün “Meslek örgütleri sus pus mu?” başlıklı yazısından (Radikal2, 16.11.2003) aktaralım.
“13 Temmuz 1995 günü Cem Boyner’in lideri olduğu Yeni Demokrasi Hareketi’nin İstanbul İl Binası işgal edilir. İşgal polis baskınıyla sonlandırılır ve sanıklar gözaltına alınır. 18 Temmuz 1995 günü de mahkemeye sevk edilirler.
Mahkemeye çıkmadan önce adli raporlarının alınması gerekmektedir. Muayene edilmeleri için Beyoğlu Adli Tıp Şube Müdürlüğü’ne getirilirler. Görevi bağımsız ve tarafsız bilirkişilik yapmak olan Adli Tıp Uzmanı Nur Birgen yedi sanık hakkında düzenlediği kati raporda “vücutlarında halen darp cebir izi bulunmadığını” bildirir. İlginç olan her bir sanıkla ilgili ayrı rapor düzenlenmesi gerekirken hepsi için ortak bir rapor yazılmıştır. Oysa, sanıklar, gözaltına alındıkları 13 Temmuz günü Taksim Devlet Hastanesi’nde genel cerrahi, ortopedi, beyin cerrahi, KBB ve üroloji uzmanlarınca muayene edilmişlerdir. Her biri hakkında ayrı ayrı düzenlenmiş adli raporlarda vücutlarında “ödem”, “erozyon”, “eritem”, “ekimoz”, “laserasyon” gibi yaygın “darp cebir izleri” tespit edilmiştir.
İlk muayenede tespit edilen bulguların beş gün içinde tamamen iyileşmesi mümkün olmadığına göre raporlar arasında garip bir çelişki vardır.
Üstelik gariplik bu kadarla da bitmez. 18 Temmuz günü sanıkların kati raporu alınıp DGM’ye götürüldüklerinde saat 17.30 olmuştur. DGM Hakimliği o saatten sonra gerekli inceleme ve araştırmanın sıhhatli şekilde yapılamayacağını gerekçe göstererek sanıkları geri gönderir. 19 Temmuz 1995 günü tekrar DGM’ye getirilen sanıklar, bu kez de İstanbul DGM Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nde görevli olan başka bir Adli Tıp uzmanı tarafından muayene edilirler. Hazırlanan rapordaki bulgular Taksim Devlet Hastanesi’nde düzenlenen rapordakilerle aynı yöndedir. Sanıkların vücutlarında yaygın “darp cebir izleri” tespit edilmiştir, gene.
Şimdi ortada üç tane adli rapor vardır. Birinci ve üçüncü raporlara göre yedi sanığın vücudunda ağır travma izleri mevcuttur. Dr. Nur Birgen’in düzenlediği ikinci rapora göreyse yedi sanık da sapasağlamdır. 13 ve 19 Temmuz günlerinde sanıklarda var olan “ödem”, “erozyon”, “eritem”, “ekimoz” ve “laserasyon”lar, 18 Temmuz günü, her nasıl olduysa, bir günlüğüne yok olmuş ve sonra tekrar ortaya çıkmışlardır. İşin içine “iyi saatte olsunlar” karışmış gibi gözüküyor.
Meslekten men yerine terfi
Sanıkların avukatı Beyoğlu Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nde görevli Adli Tıp uzmanı Nur Birgen’i İstanbul Tabip Odası’na şikâyet eder. İddia “işkenceyi gizlemek amacıyla gerçeğe aykırı rapor düzenlemek”tir. İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu konuyla ilgili belgeleri toplar ve soruşturma açar. Tabip Odası’nın Onur Kurulu soruşturmayı 11 Şubat 1998 tarihinde bitirir ve Dr. Nur Birgen’in \”şahısların muayenesi ve rapor yazımında kusurlu olduğu ve travmatik lezyonlara sebebiyet verenleri koruduğu\” kanaatine varır. Verebileceği en ağır ceza olan altı ay meslekten men cezası ile cezalandırılmasına oybirliğiyle karar verir.
Dr. Nur Birgen bu karara karşı önce Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu, daha sonra İstanbul 1. İdare Mahkemesi, son olarak da İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne itirazda bulunur. Yaptığı itirazların hepsi reddedilir. Böylece İstanbul Tabip Odası Onur Kurulu’nun kararı kesinleşmiş olur. Sıra Adalet Bakanlığı’nın altı ay meslekten men cezasını uygulamasına gelir. Üstelik suçluluğu kanıtlanmış olan kendi memuru hakkında ayrıca idari soruşturma yapması beklenmektedir. Bu hikâyenin de burada bitmesi gerekir. Oysa, hiç de böyle olmaz. Adalet Bakanlığı meslekten men cezalarının devlet memurları için uygulanamayacağını ileri sürerek Dr. Nur Birgen’in cezasını uygulamaya bir türlü yanaşmaz. TTB’nin kararın uygulanması yönündeki bütün isteklerini geri çevirir. Bakanlığa göre, adli muayene ve rapor yazımında kusurlu davranmak ve travmatik lezyonlara sebebiyet verenleri korumak suç değildir, anlaşılan. TTB’nin, altı ay meslekten men cezasını uygulamayan Adalet Bakanlığı hakkında açtığı dava ise beş yıldır bir türlü bitmez. Dahası da var. “Gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” iddiası kanıtlanmış olan Dr. Nur Birgen, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu Başkanlığı’na terfi ettirilerek ödüllendirilir ve nereden geldiği belli olmayan bir güçle hükümetler değişse de bu görevine hâlâ devam eder.
“Gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” iddiası kanıtlanmış olan Dr. Nur Birgen, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu Başkanlığı’na terfi ettirilerek.”
Kanser ve kangren
Güler Zere kanser, ne yazık ki erken teşhis edilemedi, tedavisi de Adli Tıp Kurumu yüzünden engelleniyor. Onun tedavisine engel olan Adli Tıp Kurumu da kangren! Münevver Karabulut dosyası sayesinde ortaya çıkan skandallar zinciri de bunu gösteriyor.
İşkencenin yasak olduğu Türkiye’de, yalnızca Güler Zere’ye değil, yakınlarına da işkence yapılıyor. Her şeye karşın, infazının devamına karar verenler, bir an olsun Güler’in kendi kızları olduğunu düşünebilseler, o raporun altına imza atabilirler miydi? Hiç sanmıyorum.