Seçimden sonra yapılanları IMF reçetesine benzetenlerin sayısı oldukça arttı. IMF böyle reçete vermez, acı çektiren tarafı vardır ama kesin netice almaya yöneliktir. Sayın Şimşek’ten; “hedefimiz orta vadede tek haneli enflasyondur” sözünü duyunca kendisine karşı beslediğim umutlar uçup gitti. Zira hedefi söylüyor ama bunu sağlayacak tedavi yöntemini açıklamıyor. Mecburen gördüğümüzle yetineceğiz. Şimdilik aşağıda sayacağım yapılan ve yapılamayan icraatlarla; değil orta vadede, uzun vadede de tek haneli enflasyon hayaldir. İki haneli olanı korunabilirse ne mutlu bize!
Bir IMF reçetesinde “enflasyonu düşürmek” öncelikli hedeftir ama bu formülle değil. Çünkü;
• Dolaylı vergide artış zam demektir. Sadece akaryakıta bir gecede yapılan tarihin en büyük zammı (ÖTV kaynaklı), iğneden ipliğe her şeyin fiyatını artırır.
• Para basmak TL’nin değerini düşürür, yükselen kur enflasyonu tırmandırır.
• Devletin sürekli borçlanması ve borç yükünün artması aynı sonucu doğurur.
• Sıkı para politikası uygulandığı söyleniyorsa; kamuda yapılan israfın engellenmesi ve Merkez Bankası’nın piyasadaki para arzını kısmaya yönelik adımlar atması beklenir.
• Asgari ücretli ve emeklinin cebinden çıkan para yaşadığı enflasyona göre, cebine giren para ise resmî enflasyona göre olunca aradaki fark yoksullaşmanın en önemli nedeni olur. Geçen haftaki yazımda görülebilir.
• Sadece seçim vaadi olarak, en düşük memur maaşının 22 bin TL açıklanması ile EYT’den emekli olanlara ödenecek maaş ödemelerinin bütçeye getirdiği ek yük 700 milyar TL’dir. (Kaynak: Nedim Türkmen)
Oysa IMF buna da asla izin vermezdi…
İşte bütün bunlar için piyasadaki inanışın tersine bu yapılanlar bir IMF reçetesine dayandırılamaz. Zira yapılanlar gaz ve fren pedallarına aynı anda basmak gibidir. Buradan tedaviye dönük bir sonuç çıkmaz. Benim tespitim; Sayın Şimşek’in hükümete yaptırabildikleri ile yaptıramadıklarının aynı havuz içinde toplanmış olmasıdır.
Örneğin,
• Reçetenin ilk satırlarında devalüasyon olmalıydı, bu yapılmıştır. İki hafta önce aynı başlık altında detaylı olarak açıklamıştım.
• Bütçe açığının kapatılması için yeni vergiler konmalı ve mevcut vergilerin oranları artırılmalıydı. Bu da yapıldı ama verginin en adaletsiz olanı, yani bütün gelir grupları tarafından eşit olarak ödenen dolaylı vergiler tercih edildi.
Peki yapılamayanları da sayalım mı?
• Para arzı sınırlandırılmalıydı, bu yapılamadı.
• Kamu harcamaları azaltılmalıydı, bu da yapılamadı.
• Kur Korumalı Mevduat sahiplerine yapılan ödemeler ve zarar yazan kredilerin hepsi reçeteye en aykırı politikalardı zaten…
• Reçeteye göre; büyüme, işsizliği azaltma, altyapı yatırımları rafa kalkmalıydı, bunun yerine önceliği borç ödemesi almalıydı. Gündeme bile gelmedi.
• Yapısal reformların sözde kalması ve bir türlü hayata geçirilememesi de eksik kalan hususlardandı.
Dolayısıyla bu kadar eksiği olan bir IMF reçetesi (veya benzeri) hedefe ulaştıramaz, çekilen sıkıntıları da boşa çıkarır.
İşin merkezine dolaylı vergilerdeki artışın konması, bütün yükü tüketicinin omuzlarına bırakır ki; hiçbir tedavi amaçlı reçetede kamu tasarrufunu ve zenginin imkanını dışarda tutarak, sıkıştırılmış bir formül netice vermez…
Biraz açayım. Yüzde 8 olarak uygulanmakta olan KDV oranı yüzde 10’a, yüzde 18 olan KDV oranı yüzde 20’ye yükseltildi. İlk bakışta 2 puan önemsenmeyebilir. Ancak kur artışından kaynaklı maliyet enflasyonu ile son gelir artışından kaynaklı talep enflasyonu ve vergi artışı aynı anda devreye girince, ne kadarının vergiden yansıdığını kimse kolay kolay anlayamaz.
Bitmedi, “Kurt puslu havayı sever” söylemi çerçevesinde bu kadar çorba olmuş karışım içinde fırsatçı da payını arar. Fiyat denetimi yapanlar da işin içinden çıkamazlar. Zira sapla samanı birbirinden ayırmaları kolay olmaz.
İlk örnekte; 15 gün önce fiyatı 32,50 TL olan bir sıvı sabunun (750 ml) yeni etiket fiyatı 62,50 TL’dir. Hem de binlerce şubesi olan bir zincirde. Yüzde 92’lik fiyat artışının ne kadarının vergiden, ne kadarının kur artışından ve ne kadarının da diğer sebeplerden kaynaklandığını çözebilecek bir merci varsa kutlamak isterim. İkinci örnek; market raflarında, kilosu ortalama 60-70 TL olan seyirlik kirazın (100 lira ve daha üstü de var), üretici tarafından para etmediği için karayoluna dökülmesi ve trafiğin 6 saat engellenmesi ile ilgilidir. Adeta kara mizah gibi; üretici satamıyor, tüketici de alamıyor!
Geliyoruz şimdi uygulamanın en haksız bölümüne. KDV oranı yüzde 8 olarak uygulanırken, yüzde 20’ye çıkarılan sabun, şampuan, deterjan, dezenfektan, ıslak mendil, tuvalet kâğıdı, kâğıt havlu gibi temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat artışları, tüketimi azaltacağından hijyen problemi yaratır.
Ayrıca KDV’si yüzde 20 olan sabun, deterjan ve tuvalet kâğıdının, KDV’si yüzde 1 olan pirinç, makarna, süt, şeker gibi gıda kategorilerinden daha önemsiz olduğu söylenemez. Hepsi tüketicinin aynı derecede önceliğe sahip temel ihtiyaç maddeleridir.
Üstelik bu dolaylı vergiler vatandaşın cebinden çıkarken, tamamı da devletin kasasına girmiyor, bir yerlerde takılıyor. Bu da ayrı bir yazının konusudur.
Vergi zamlarının kolay uygulanmasında ve emeklinin yaşadığı enflasyona göre reel gelir kaybına uğramasında, kendi iç sorunlarına öncelik veren ana muhalefet partisinin de katkısı inkâr edilemez!
Sonuç olarak; IMF’ye gitmek ve onun getireceği istikrar programını uygulamaktan başka çare gözükmüyor. Ama onun önünde de “seçim ekonomisi” engel olarak duruyor. Tünelin sonunda ışık görünse, her türlü sıkıntı çekilebilir.
Peki ya görünmüyorsa…