Elin oğlunun Star Wars serisinin sonuncusunu çektiği Kapadokya’da bizim konaklı, kumalı “ağa” dizisi çekmiş olmamız ve bu dizinin yıllarca izleyiciyi ekran başına kilitlemiş olması tesadüf olamaz. Hâlâ bazı feodal alışkanlıklarımızdan kurtulamıyoruz. Fındık kadar iktidar alanını çitle çeviren dikiyor bayrağı, herkes başlı başına bir cumhuriyet oluveriyor kuruluşun partisinde. Başka iktidar alanı kalmayınca yeni ağalıklar haline geliyor belediyeler. Bu belediyelerin başkanlarının il ve ilçe kongrelerinde kendilerinin işaret buyurduğu adaya oy vermeyen çalışanlarını kovmakla tehdit ederek oluşturdukları iktidar alanları kurultayda da parti meclisi listelerinin belirlenmesinde ortaya çıkıyor.
-Ağam beni kovir misen?
-Kovmirem lo!
Artık kurultay belediye başkanı adayını değil, tek iktidar alanının sahipleri belediye başkanları kurultaydaki adayları belirliyor.
Dünyanın en küçük ülkesi olarak tanımlanırken İkinci Yeni’nin şairleri birer birer, aşk şiiri yazılamıyor kurtuluşun ve kuruluşun partisinin kurultay salonlarında. Aşk şiirden önce geldiğinden değil, otel lobilerinde sevdadan söz açacak vakit bulunamadığından. Partinin ekmeğini yiyenler ve partili olduğu için ekmeğinden olanların ayrımını yapamayanların değil, yapmayanların, mücadelenin yerlilerini öz yurdunda paryalaştıran, onların varlığında kendini bir türlü olumlayamadığı için iyi, güzel, doğru herkesi ve her şeyi değilleyerek, bu mezhebe, şu etnik kökene mensup değil, buralı değil diye diye değilleyerek yok etmeye çalışan delege ağalarının fötr şapkaları hayli yöresel. “Ağam bizlen eğlenir”. Blok listenin alternatifi, demokrasinin üzerinde hayli fakir duran “strech” çarşaf listelerin kenarları hayli lastikli, cuk diye oturuyor ağaların kafasındaki çerçeveye. Dunning-Kruger Sendromu, agorafobisi oluyor öz evlatların. Herkesin işleneceğini bildiği, ancak kimsenin engel olmak için bir şey yapmadığı bir cinayet işleniyor yine Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanındakine benzer şekilde. O kırmızı Pazar gününde yine öz evlatlara kan, ter ve gözyaşı, suya sabuna dokunmayan ağalara ve onların yardakçılarına makamlar, mevkiler ve kırmızı halılar vadediliyor. “Size yedirmezler ablacımlar/abicimler” çarpıyor incelttiğimiz ve medenileştirdiğimiz yanlarımıza. Hayli derin bir sığlıkta yüzme de bilmediğimizden boğuluyoruz.
Züğürt Ağa filminde güreş karşılaşmasının sonundaki ziyafete odaklanır çarıklı erkân-ı harp. Ağanın rakibine yenilmesi için baskı yapar, ama yine de hemen yenilmesindir ki rakip, ağa tiyatro yaptıklarını anlamasın. İşte o sahnede o rakip o ağaya yenilmeseydi, belki de o züğürt ağa da kendine gelebilirdi. Olay o çarıklı erkân-ı harpte ve o köylünün ziyafete konması için yenilen rakipte bitti. Almanlar yenilince değil, o abimiz yenilince yenilmiş sayıldık biz.
Demem o ki, çocuğunuzu ileride delege ağası olmaya meyletmeyeceği şekilde yetiştirin. Sonra kapıya bir “satılık köy” tabelası koyup da kaçmasın. İçinde neyi var ki? Ha güreş sahnesine takıldınız siz, yenilen pehlivan güreşe doymaz imiş.