“Gliseril trinitrat lazım prematüre doğmuş yeğenime. Bulamıyoruz hiçbir yerde” dedi kadın. “Eczacı hazırlayacakmış, cildine süreceklermiş”. “Etkin madde bulunamıyor piyasada” dedi eczacı arkadaşım. “İthal eden firma maliyetli ve riskli olduğu için ithal etmiyor artık”. Patlayıcı yapımında kullanılıyor gliseril trinitrat. “Nöbetçi eczanelere soralım, arayalım hepsini sıradan, bulamazsak Konya’dan getirtelim”.
1996 yılında bir serin Eylül akşamıydı. Liseden en yakın arkadaşımla Güvenpark’taki heykelin kaidesi üstünde oturuyorduk. Ben nihayet Ankara’ya gelmiş olmamın mutluluğunu yaşıyordum. Arkadaşım ODTÜ’de okumasına rağmen hayatından hiç memnun değildi. “Burası bizim özgürlüğümüzün başkenti, bak meydana deniz gibi” dediğimi hatırlıyorum. O zamanlar henüz polis noktası yoktu Güvenpark’ta. Gönlümüzce dolaşabiliyorduk her yanında. Güvercinler, hayli yüz göz olmuşlardı insanlarla, Ankara simidi yemekten kimyaları bozulmuştu. Eczacılık fakültesinin ilk sınıfında ilk öğretilen şeylerden biriydi: her etkin madde esasen zehirdir, önemli olan dozudur. Sonraları çok biber gazı solundu Güvenpark’ta, hayli yüksek dozda kapsaisinle muhatap olundu. Yeryüzü cenneti yaratan Gezi’nin yeryüzü sofrasının kurulduğu yere attılar bombalarını sonra. Üniversite kapısından girmek isteyen çocuklar yeni çıkmışlardı sınavdan. Sınav çıkışlarının kendine has bir kokusu vardır, yağmur sonrası toprak kokusu gibi. Güneş tepede ışıl ışıldı. Belki de aylardır inmedikleri Kızılay’da Melih’in kırıldı diye ağladığı fıskiyenin önünde buluşma haklarını kullandılar. YGS sorularının cevapları açıklanacaktı, oradan bir tahmin yapacaklardı hangi üniversitenin kapısından girebileceklerine dair. Patladı bomba. Faili meşhur. Bazı cevaplar sorularını bekliyordu da kimsenin sorduğu yoktu. “Sınavları çok iyi geçmişti abla, valla çok iyi geçmişti” dedi, elinde hala çekirdek külahı olan çocuk. Daha önce de şimdilerde kan davası güttükleri kitleyle kol kola girip söndürmüşlerdi bu yoksul halkın çocuklarının umutlarını. O okunmuş akide şekerini beraber çatlattılar. Sınav kapısında çekilen tespih taneleri yere dökülürken hepsi oradaydılar.
Ozancan, Odtülüydü, ailesine yük olmamak için “Odtülüden” verdiği bir özel dersin çıkışında yitti. Destina, o güzelim şarkıdaki gibi yaşamdan çok ölüme yakın olduğu için mi annesi-babası bu ismi vermişti ona? İsmiyle müsemma bir kız olacaktı yaşasaydı, yaşamın gizini verecekti belki de. MİT de belki de bir mittir, ismiyle müsemma. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sorusunun en çok sorulduğu mekanda teröristin kim olduğunu bilmiyor istihbarat. Bir şafak vakti yazdıkları yüzünden evlerinden alınanlarla uğraşmaktan bomba yüklü araçları takip etmeye vakit kalmıyor. Erkler arası savaş sonuçlanmadığından 5 aydır bir emniyet müdürü atanamıyor başkente. Toplum polisi, toplumsal eylemlere müdahale için eli tetikte bekliyor. Canlı bomba eylemi bireysel bir eylem olduğundan onun görev alanına girmiyor. Zaten eylem yapmadan da tutuklanamıyorlar. AKP’ye darbedir darbe, kedidir kedi.
Muhalif milletvekili olay yerine gidiyor ama “yayın yasağı yüzünden periscopedan yayın yapamıyorum” diye tweet atıyor. İktidarın dayattığı gündem ve yasakları takip etmeyi o kadar alışkanlık haline getirmişler ki, başka türlüsünü düşünemiyorlar. Muhalefet, periscope penceresinden görüyor dünyayı, o da iktidarın izin verdiği kadar.
“Birçok olayı engelledik” diyen Efkan’ı Âlâ yapan Sabahattin Âli’ye yapılanları unutmuş olmamız olmasın? Ne de olsa “Unutuşun kolay ülkesindeyiz”. Çocuklarımız sırayla taşıyorlar bir önce yiten arkadaşlarının fotoğrafını. İsterler ki her birimiz birer canlı bomba olalım, parçalayalım kendi bedenimizi, ama kimliğimiz yanımızda sapasağlam bulunsun. Bedenimiz paramparça, ama kimliğimiz sağlam. Kimliğe PVC kaplayan abiler bu işi biliyorlar. Mesela canlı bombanın kimliği azıcık ucundan yanmış olarak bulunuyor. Abiler bize ilan-ı aşk ediyor ucu yanmış kimlikle. Yine yakmış MİT kimliğin ucunu. Yakınlarımızın adını arayalım yaralı ve ölü listelerinde. Alo 184’ten yaralılarınız ve ölüleriniz hakkında bilgi alabilirsiniz. Tabii ki vücut bütünlükleri bozulmadıysa. Ama adamlar danışma hattı kurdular. Bak mesela Cehape zihniyeti olsa, ölülerimizi İslami usullere göre gömmezdi, maazallah.
Son Durak filminin setinde yaşıyoruz. Orada ölmediysek, bir sonrakinde mutlaka ölürüz. Seyir halindeki BMW marka araçla patlatılıyor özgürlüğümüzün kalbi. Seyir halindeki çakar lambalı BMW’lere alışıktır Ankara polisi. Mutlaka içinde mühim bir şahsiyet vardır. Bu filmin bu sahnesi için koskoca BMW’yi yakmışlar abicim. Demek ki film yüksek bütçeli, aksiyonu bol, masraftan kaçınmamışlar. Esas oğlanların performansı da cabası.
“Kabahatin çoğu sende canım kardeşim” diye ahkam kesiyorsun ya sosyal medyadan canım kardeşim, kabahatin çoğu sende esasen. Sen BMW’nden -ya da her ne markaysa araban-, evinden barkından, mevkiinden makamından, en küçük konforundan vazgeçmemek için hiçbir şeye sesini çıkarmıyorsun ya ondan patlıyor bu bombalar. Pavyon patronu kapitalizm, önce borçlandırıp sonra fahişeleştiriyor ruhunu. Sanıyorsun ki sana ve senin gibilere bir getto verecekler, orada gül gibi yaşayacaksınız. Belki yeterince uslu bir çocuk olursanız size Şirinler’i de gösterirler, hatta 60.000 TL maaşla başdanışman bile olabilirsiniz.
Aman ilacı yetiştirelim, ilaçsız kalmasın bebek. Prematüre bir bebektir hasta. Ciğerleri, kalbi, bağırsakları gelişmemiş. Kuvözde burnundan beslenir. Gliseril trinitrat dozunda kullanıldığında ilaçtır ona. Trinitrosundan ikisini atınca anjina pektoriste kullanılan bir dilaltı kalp ilacı olur nitrogliserin. Halkına sunacak bir tek kızıl elması kalbi olan şairlerin dillerinin altındaki bakla olur. Kalbimiz dinamit kuyusu. Kimliklerimiz itinayla PVC kaplı.