“Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar
Havva anan dünkü çocuk sayılır.
Anadolu’yum ben
Tanıyor musun?”
Ülkemin her köşe bucağından ormanların, suların, tarım ve yaşam alanlarının talan edildiğine dair sesler yükseliyor.
Bir avuç insan bağırdıkça ülke sağırlaşıyor.
Son veriler; artık Karadeniz’de üstünde birden fazla HES olmayan dere kalmadığını, yaylaların betonlara gömüldüğünü, çay ve fındık bahçelerinin her gün daha da çok yok edilip inşaata açıldığını, ormanların hemen hepsinde ağaç kesimlerinin yapılıp, maden ve taş ocaklarının açıldığını gösteriyor.
Bir düşman akıl tüm bölgeyi yok etmeye yemin etmiş gibi.
Aynı durum Marmara ve Ege’de, Akdeniz ve Doğu’da yaşanıyor.
Bilim insanlığına, çevre ve doğa savaşçılarına, halkın büyükçe çoğunluğuna inat yapılan ve yapılacağı söylenen rant kapısı projelerin hepsi, doğa talanı üstüne kurulu.
Yitik cennet olan her doğa parçasında iş makinaları homurduyor.
Doğa ve yaşam alanları için direnen insanlığa yapılan saldırılar, gözaltılar can yakarken alınan mahkeme kararları hiçe sayılıyor.
Ülkemin tamamında içilebilir su kaynakları, her yıl değil her gün bir önceki günden daha çok köreltiliyor.
Doğal yaşamın sığınağı halindeki dağların en saklı köşelerinde bile yaban hayatlar ‘avcılık’ adlı düşmanlıkla bitiriliyor.
Hayvan katletmeyi bile paraya havale eden bir canavarlıkla birlikte yaşıyoruz.
Dağlarımız ve ormanlarımız geyikler, yaban keçileri, vaşaklar, kurtlar, tilkiler, ayılar, tavşanlar, sincaplar ve bin bir güzellikteki kuşlar için ölüm kapanı.
Ovalar susuz, tarım alanları susuz, barajlar dolmuyor, ırmaklar, dereler, göletler, pınarlar, çeşmeler kuruyor.
İç Anadolu’da göller haritalardan siliniyor.
Akdeniz’de narenciye bahçeleri, pamuk tarlaları, kültürel miras durumundaki kalıtlar betona esir.
Konya ovasında buğday tarlaları işlenemiyor.
Ülkemin bin yıldır nefes aldığı Kızılırmak deltası ve Dicle vadisi ruhlarını yitiriyor.
Çevresel kirlilik, bile isteye yapılan talan projeleri milyonlarca yıldır yaşayan o büyük kutsal dengeyi yok ediyor.
Artık tüm Anadolu’da genetiği ile oynanmamış meyve ya da sebze bulmak olanaksızlaşıyor.
Topraklarımız tarım ilacı adlı zehir ve gübrelerle kavruluyor.
Üç tarafı deniz olan ülkenin, doldurulup inşaatlara açılmayan sahil kentleri, ilçeleri kalmadı.
Betona tapıyorlar.
“Kuraklık kırmızı alarm verdikçe, büyüyen yoksullukla birlikte açlık kapıda” diye bağıranları da dinleyen yok.
Ülkenin siyasi gündemi ise ne bu talan, ne kapıdaki açlık, ne yoksulluk, ne işsizlik, ne adaletsizlik, ne yalan, ne pandemi.
Uzaya gidiliyor, terör üstünden kan, kin nefret kusuluyor, yeni anayasa yapılıyor!
Yetmiyor.
İşçi, emekçi, esnaf, sanatçı hakları için her gün yeni masallar anlatılıyor.
Yetmiyor.
Küfrün, hakaretin, düşmanlaştırmanın, sanata-bilime-laikliğe saldırının, din simsarlığının bini bir para.
Yetmiyor.
Teslim alınamayan, boyun eğmeyen her yurttaş, ‘açım, işsizim, çaresizim’ diyenler, ‘adalet istiyorum’ ‘bu topraklar, ağaçlar, sular bizim’ diye bağrışanlar, bilimsel akademik hayatı savunan üniversiteli gençlik ve akademisyenler ‘vatan haini, terörist’ ilan ediliyor.
Burada eşitlik, özgürlük, barış, kardeşlik, mutluluk, sanat, bilim yani insanca yaşam filan yok.
Kin var, kan var, nefret var, düşmanlık var.
Güzelim coğrafyamız gözlerimizin önünde, acılar içinde can çekerek kıvranıyor.
Bunu seyretmeye vicdanları el vermeyenlerin safları çoğalmadıkça yaşamak tadını, rengini, ruhunu, sevincini yitiriyor.
Umudum, Anadolu’nun dağlarının yamaçlarında, ovalarının kıyılarında inadına açmakta olan bahar çiçekleri ve onları yaşatmak için direnen bir avuç erdemli insanda.
“Gör nasıl yeniden yaratılırım
Namuslu genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte.
Her biri vazgeçilmez cihan parçası,
Kaç bin yıllık hasretimin koncası.
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim.
Bir umudum sende.
Anlıyor musun?”