Devlet başkanı Evren’in gazetecilerle muhabbeti bir süre daha devam etti, sıra birlikte yemek faslına gelmişti.
Bu kez protokolde yerlerimizi almıştık.
Trabzon gece yemeğindeki hata (biraz da aşağılama niyeti) telafi edilmiş gibi görünüyordu.
Erzurum yemeğinde, sanatçıların da geceye renk katmalarından sonra, ertesi gün Antalya’ya uçtuk…
Tabii, yine askeri nakliye uçağı ile…
Antalya karşılaması muhteşemdi…
İyi hazırlanıldığı belliydi… Coşku fazlaydı bu karşılamada…
Sayın Evren yine konuşmasını yaptı.
Bizler haberlerimizi ve izlenimlerimizi gazetelerimize ve ajanslarımıza geçtik.
Henüz bir “vukuat” yoktu…
Gece, Lara’daki askeri tesislerde akşam yemeği yenilecekti…
O saate kadar ben ve birlikteki arkadaşlarımla Antalya’nın Lara’daki en lüks otellerinden birinin balkonundayız, ellerimizde bira kadehleri denizi seyrediyoruz.
Gezi hem yorucu, hem keyifliydi.
Mitinglerde her şey yolunda gidiyordu…
Zaten askeri yönetimdeyiz. Askeri Anayasamız da onaylanacak ve nasılsa yürürlüğe girecek.
Halkın coşkusu, askeri yönetimi büyük çoğunlukla destekler mahiyette…
Aksini beklemek de mümkün değil…
Demokrasiye bir an önce geçilmesini isteyen bizler ise görevlerimizi ve riskleri göze alarak da olsa yapmak zorundayız.
Hürriyet Gazetesi, askeri yönetim sırasında diğer gazeteler gibi sık sık ve ülke genelinde yayınlarından dolayı ne kapatılmış, ne de gazetemiz toplatılmış değil.
Bir gözaltı vardı. “İlaca zam” haberi yüzünden… Üst yönetimden bir iki arkadaşımız ve haberi yazan muhabirimiz gözaltında tutulmuştu.
Bir de, Gölcük’teki bir askeri yolsuzluk haber üzerine Marmara Bölgesinde gazetemizin dağıtımı ve satışı yasaklanmıştı…
Hepsi bu.
Devlet bankalarınca verilen ucuz kredilerle el değiştiren bugünkü Hürriyet Gazetesi gibi, son 24 yıldır ne sayın Erdoğan’a, ne AKP’ye ve ne de Saray yönetimine borcumuz, diyetimiz gibi bir meselemiz yoktu…
1982 Anayasasını tanıtma gezisinin üçüncü ayağında nelerin bizi beklediğini bilmiyorduk.
Akşam, otelimizden ayrılıp devlete muhtaç olmadan, kendi olanaklarımızla Lara tesislerine ulaştık…
Çok güzel, muhteşem tesis olduğunu, 42 yıl sonra hâlâ canlı şekilde hatırlıyorum…
Göz kamaştırıcı yer…
Yine önce kokteyl…
Sonra yemeğe geçiş…
Trabzon’daki hatalı davranış burada da aynen tekrarlanmasın mı?
Bizlere yani “gazeteci takımı”na, yine astsubay lokantasında yer ayrılmış…
Bu kez uygulanış biçimi değişik…
Bize, daha önce Devlet Başkanı Evren ve komutanların oturdukları geniş bir salona, “giriniz” işaretiyle yol gösterdiler…
Salon dikdörtgen biçiminde planlanmış ve bütün masaların üzerinde kimlerin oturacağına dair daha önceden isimlerimizin yazıldığı hatırlatılmıştı…
Hepimiz sıraya girdik ve yerlerimizi (isimlerimizi) aramaya başladık.
Sonunda başladığımız noktaya döndük.
Yani hiç birimizin adı masalarda yoktu ve çok şaşkındık.
Bu kez Orduevi görevlisi olacak bir rütbeli subay bize yol göstererek, “Beni takip etmemizi rica ediyorum? diyerek önümüze düşmez mi?
Aynen “Trabzon tiyatrosu” uygulamada.
Tabii ki, yine Cüneyt Arcayürek’in uyarısı ve işareti ile aynı takım yemeği terk ettik.
Rahmetli Cüneyt ağabey, kaldığımız otelin denize bakan bölümündeki restoranında buluşmayı teklif etti.
Kabullendik…
Otelin restoranı harikaydı…
Balık-deniz mahsulleri ve yine rakılar…
Ve yine Evren’in emir subayı ve basın danışmanı Ali Baransel yarım saat sonra karşımızdalar…
Bu kez hata “vali beye” aitmiş…
Daha önce uyarılması ve emir verilmesine rağmen bu hatanın yapılması affedilir gibi değilmiş…
Rica-minnet para etmedi tabii ki…
Sayın Evren’den çok, bu yaşanan tabloya bizler daha çok üzülüyorduk…
Gazetecilerin –üç dört gazete hariç- bu duruma düşürülmesi büyük haksızlık, saygısızlıktı.
İyi ki buna tepki verecek gazetelerimiz vardı.
İyi ki arkamızda “kapı gibi” destek veren patronlarımız vardı.
Kılımızı kıpırdatmadık ve yemeğimize devam ettik…
İyi ki ettik…
Mesleğin onuru, yaptığımız görevin önemi, gazeteciliğin etik değerleri vazgeçilmezlerimizdi…
Bunlardan asla taviz verilmeyeceğini birilerinin göstermesi gerekiyordu.
Arkamızda bizlere sahip çıkacak patronlarımız olduktan sonra, gerisi laf-ı güzaftı…
Vız gelir tırıs giderdi…
Askeri yönetim dahi olsa “tarafsız”lığımızı korurken, “ikinci sınıf vatandaş” muamelesini hiç hak etmiyorduk.
(Devamı var)