“Aydın” kavramı çok tartışılmıştır. Bu kavrama genellikle olumlu nitelikler yüklenir. O yüzden de toplumu “aydınlatma” yükümünden kaçınan “mürekkep yalamışlar”ı aydın saymama eğilimi yaygındır. İngiltere’den yazan okurumuz Genç Köylü de böyle düşünüyor. Mektubunu kısaltarak aktarıyorum:
“Sayın Attila Aşut,
Size ‘aydın’ sözcüğünün anlamını ve aydın nitelemesi ile kim(ler)i göstermek istediğinizi sormak istiyorum. Soruyu biraz daha anlaşılır kılmak için bir açıklama yapmam gerekiyor.
Bundan sekiz on yıl önce Ataol Behramoğlu’nun Cumhuriyet’teki bir köşeyazısında, ülkemizin ‘aydınların ihanetine’ uğradığı gibi bir ifadesine rastlayınca gözlerime inanamamıştım. Oturup, aklım erdiğince kime aydın denilebileceğini, aydın denilenin ise kendi ülkesine, hatta tüm yaşama ihanet edemeyeceğini, ihanet ettiği görülürse o kişiden ‘aydın’ diye bahsedilemeyeceğini yazdım. Gönderdiğim e-posta, alıcının kutusu dolu olduğundan teslim edilemedi. Başka bir adres de bulamadığım için bu konudaki görüşümü Sayın Behramoğlu’na iletemedim. Bu konu o gün bugündür kafamı meşgul ediyor: Aydın kimdir, aydınlar ihanet eder mi? Geçenlerde sizin de bir yazınızda benzer bir ifadeye rastlayınca bir kez daha şansımı denemeye karar verdim.
Benim çocukluğumda (50’li yıllarda) ve yeniyetmeliğimde kullanılan sözcük ‘münevver’ idi. İzmir’e yakın bir kazada büyüdüğüm yıllarda, sokaklarımızda ‘münevver’ olarak kaymakamı, hâkimleri, öğretmenleri ve diğer bazı memurları görürdük. Münevverin anlamını biraz daha anlamaya başladığımız lise yıllarında sözcüğün kapsamı değişti; yazarları, bazı ileri gelen siyasetçileri, Atatürk’ün devrimci arkadaşlarını düşünmeye başladık. Ancak ‘münevver’ diye söz edilen hiç kimseden aynı zamanda ‘hain’ olarak bahsedildiğini hatırlamıyorum. ‘Mürekkep yalamışlık’ deyiminin de bu sıralarda kulağıma çalınmış olduğunu sanıyorum. Bazı münevverlerin aslında sadece mürekkep yalamış olduğunu, yani uzun öğrenim hayatlarına karşın kimseyi tenvir edemeyeceklerini anlamaya başlamıştık.
‘Münevver’ ve bugün kullanılan karşılığıyla ‘aydın’, olumlu anlamlar taşıyan sözcüklerdir. Aydınlatılmış (öğrenmiş, bilgilenmiş, anlamış) ve sadece bu kadarla kalmamış, kazanmış olduğu ışığı doğru yöne yansıtarak başkalarının da aynı aydınlıktan yararlanmasını görev sayan kişidir aydın. ‘İhanet’ ise kazanılmış bir güveni boşa çıkarmaktır. Sahip olduğu bilgi, aydınlık ona bir yönü gösterirken, hangi nedenle olursa olsun ona güvenenlere ters yönü işaret etmek, doğru yönü ışıtmaktan kaçınmak, ışığını karartmak, aydın olmakla bağdaşmaz.
Özetle, ben aydınların ihanet ettiğini düşünmüyorum: tersine, ihanet edenlerin aydın olmadığını söylüyorum. O yüzden, ‘aydın ihaneti’ tanımlamasını uygun bulmuyorum. Saygılarımla.”
* * *
Okurumuz, “aydın” kavramına mutlak bir olumluluk yüklediği için “aydın ihaneti” nitelemesine karşı çıkıyor. Gerçekten de “aydın” kimliği kazanmış kişilerin her durumda ve koşulda toplumu aydınlatmak, insanlara doğru yolu göstermek gibi bir özgörevleri olduğunu düşünenler az değildir. Ama gerek ülkemizde gerek dünyada “aydın ihaneti”nin varlığı da bir gerçektir. Bunun örneklerini günümüzde de görüyoruz. Ataol Behramoğlu, “Ne Çok Hain” şiirini boş yere yazmamıştır. “Omurgasız aydınlar” sözü de bu tip insanlar için söylenir…
“Döneklik” de “aydın ihaneti”nin bir türüdür. Okurumuz, ülkemizdeki “Yetmez ama evet”çilerin “aydın” olmadıklarını mı düşünüyor? Sözlükler “kültürlü, bilgili, okumuş, görgülü kişiler” diyor onlar için. CV‘lerine bakarsanız, her birinin hangi eğitim kademelerinden geçtiğini görürsünüz. Çoğu yabancı dil bilen, Marksist klasikleri aslından okumuş insanlardır! İçlerinde sol hareketin eski “kanaat önderleri” bile vardır. Şimdi bu kişileri “aydın” tanımının dışında tutabilir miyiz?
Dilimizde “İnsanoğlu çiğ süt emmiştir” ya da “İnsan bu, şaşar” gibi sözler vardır. Aydınlar yanılmaz, görüş değiştirmez, hatta ihanet etmez diye bir kural yoktur. Görüş değiştirdiklerinde “aydın” kimlikleri buharlaşmaz; yalnızca “saf değiştirmiş” olurlar. Bizim “aydın ihaneti” dediğimiz de budur işte…