Bizim oralarda anlatılan bir hikâyedir. Yoksulluğun kol gezdiği memleketimde bir kadın, gezmeye gitmek için kocasından izin alamaz. İzinsiz gitmeyi düşünür, ancak kocasının dükkânının önünden geçmesi gerekmektedir. Üzerini değiştirip gitmek ister, ancak zaten tek kat elbisesi vardır. Bir komşusu ona şöyle bir çözüm üretir: Kız Hasibe, zıbınını (elbiseni) ters giy. Hasibe, zıbınını ters giyer, ancak kocasının dükkanının önünden geçerken ters giyilmiş zıbın adamın dikkatini çeker ve yakalanır. İçi dışı bir olmayan bir zıbın, kadını yarı yolda bırakır.
90’lı yıllarda üniversite sıralarında olanlar, başörtülü arkadaşlarının yaşadıklarına tanıktır. Her fırsatta sorulan o meşhur soru, 28 Şubat’ta nerede olduğumuzu sorgulamaktadır. Bir cinayetin failini arar gibi, sorgu sual devam etmektedir o kapanmak bilmeyen dosyada. O sırada ne yapıyordunuz, elinizi mi kaldırmıştınız, uyuyor muydunuz, belki de biber gazı soluyordunuz. O sırada başörtülü bacılarımızın dahil oldukları cemaatlerin bir kısmı sistemle uzlaşarak direnişlerine son verip, başlarını açıp derslere girmelerini isterken, bir kısmı da zinhar derslere girmemelerini salık veriyordu. Mağduriyet ne kadar büyük olursa, o kadar çok rant devşirilebilirdi. Örtünme biçimi, hangi tarikattan olduğunu belirlerdi kadının. Çenesi görünmesindi, hem de hiç açılmasın o çenesi. Hiçbir değeri korumayan muhafazakarlık, sadece başını örtmeyi emrediyordu kadına. Katil, olay yerine dönmüştü.
“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” yazıyordu Gezi Parkı’nda bir duvarda. Ağaçlara sahip çıkan çocuklar Kabataş’ta başörtülü bacılarına dokunmadılar. Ancak Devrimci Müslümanlardan başörtülü bacılarımızın üstüne devletin sulama aygıtı Tomalardan su sıkıldı, biber gazına boğuldular. Dincilik, mağduriyetinden oy devşiremediği başörtülü bacılarımızı yerlerde sürükledi. Başörtüsü tıpkı fular ve poşu gibi bir suç aleti haline geldi. Kat kat örtündü de faşizm, gizleyemedi cinayetlerini. Kadının, kadınlığından bir kez daha faydalandı devlet baba. Başörtüsü mağduriyeti için yapılan eylemlerde mağdur olan erkekler tuttular pankartı. 15 yıl boyunca aynı mağduriyet edebiyatı eserlerini vermeye devam etti. Kadının sosyalleşebilmesi için tek çıkar yol olarak her fırsatta önüne konulan başını kapatma zorunluluğu başörtülü bacılarımızı mağdur etti. Kamudaki başörtüsü yasağı 8 Ekim 2013’te kaldırıldı. Yani AKP’nin tek başına iktidarı döneminde tam 11 yıl boyunca mağdur edilmeye devam etti başörtülü bacılarım. AKP’nin erkek Sünnilerden oluşan kamusal alanında, başörtülü bacılarımı zıbınını ters giymek de kurtaramadı.
17 Ağustos depremi sonrasında bir Cuma namazı çıkışında toplanan başörtülü bacılarım “7.4 yetmedi mi?” diye sordular enkaz altındaki insanlarına. Bu memleketin en güzel evlatlarından birinin, Ali Tatar’ın onurlu duruşu, sarsmaya yetmedi o “özgür basın”ı. Devletin örtünme biçimi, ülkenin hangi sistemle yönetildiğini gösterirdi. Devleti çıplak gördüğünde, işte ancak o zaman “iyi ki örtünmek diye bir şey var” diye düşündü başörtülü bacım. Benim başörtülü bacılarımın mağduriyetinden oy devşirdiler.