Geçen haftaki yazımızda, kadınlara yönelik taciz ve saldırı haberlerinde zaman zaman “istismar” sözcüğünün kullanıldığını belirtmiş ve bunun uygun bir adlandırma olmadığını söylemiştik. Vurgulamak istediğimiz şey, saldırı niteliği taşıyan haberlerde tanımlamaların yumuşatılmamasıydı.
Gazetemiz muhabirlerinden Sarya Toprak’tan itiraz geldi. Gönderdiği ayrıntılı mektupta, itiraz noktalarını şöyle açıklamış:
“1) Bizim tecavüz kelimesi yerine istismar kelimesini tercih ettiğimizi söylemişsiniz. Biz çocuklara yönelik suçlarda istismar kelimesini tercih ediyoruz. Bunun sebebi ise çok açık: Çocuğun cinsel istismarı suçu, Türk Ceza Kanunu madde 103’te ‘Çocukların Cinsel İstismarı’ başlığı ile düzenleme bulmuştur. Böylece, yasa koyucu tarafından çocukların cinsel istismarı suçu, cinsel saldırı suçundan bağımsız bir suç tipi olarak öngörülmüş, cinsel saldırı suçunun ağırlaştırıcı nedeni olarak düzenlenmemiştir. Çocuğun cinsel istismarında yer alan düzenleme ile ceza oranı, cinsel saldırı suçundaki düzenlemeye göre daha fazladır. Nitekim bunun nedenini, çocuğun savunmasız, korunmaya muhtaç oluşundan dolayı onu daha etkin şekilde koruma olarak ifade edebiliriz. Bununla birlikte, cinsel istismar suçunda cinsel saldırı suçundan farklı olarak ‘cinsel davranış’ eyleminden bahsedilmektedir. Suçun salt saldırı değil de her türlü cinsel davranışı kapsamasının nedeni ise çocukların, kendilerine yönelik cinsel davranışlara gösterecekleri rızanın geçerli olmayacağını vurgulama ihtiyacıdır. Bu sebeple de sizin tabirinizle ‘tecavüz’ eylemi gerçekleşmese dahi herhangi bir fiziksel taciz durumu ‘istismar’dır.
2) Cinsel saldırı kelimesini de benzer bir sebepten kullanıyoruz. Tecavüz eylemi olmasa dahi fiziksel bir davranışta bulunmak cinsel saldırıdır. Sizin beyanınızın aksine biz suçu hafifletmiyoruz. Aksine tecavüz eylemi olmasa dahi kadınların veya çocukların maruz bırakıldıkları cinsel saldırının veya istismarın adını koyuyoruz.
3) Neden saldırıya uğramak değil ‘maruz bırakılmak’ diyoruz? Çünkü uğramak demek mağduru etken gibi gösteriyor. Oysaki suçlu fail ve karşı taraf. Burada faili edilgen hale getirmeyi yanlış buluyoruz.”
* * *
Biz “istismar” sözcüğünün yalın anlamının “taciz ve saldırı” kavramlarından hafif olduğunu söylemiştik. Ancak “cinsel istismar” elbette bu tanımın dışındadır ve Türk Ceza Yasası’na göre suç kapsamındadır.
Köşemiz dille ilgili olduğu için ele aldığımız konulara Türkçe açısından bakıyoruz. Hukuk alanında karşımıza çıkan kimi kavramlara da kolay alışamıyoruz. Örneğin “ayıplı” sözcüğü Türkçe Sözlük’e 1980’den sonra girmiştir. Daha önceleri bu kavramı “kusurlu” sözcüğüyle karşılıyorduk. “Ayıplı mal”, hukuk diline girince sözlüklerde de yer almaya başladı. Buna neden gereksinim duyulduğunu hâlâ sorgularım. “Saldırıya maruz bırakılan” ifadesi yerine “saldırıya uğrayan” denmesi konusunda ise ısrarcıyım. Biz dilimizi özleştirmeye çalışırken eskimiş Arapça sözcükleri yaygınlaştırmanın anlamı yok. Kaldı ki bu “maruz” sözcüğü çoğu zaman “mazur” ile karıştırılarak gülünç durumlara yol açıyor. Derdimizi eğer öz dilimizle doğru ve güzel anlatma olanağımız varsa neden yabancı sözcüklere yönelmek durumunda kalalım ki? “Görmek” eyleminin Türkçede onlarca kullanım biçimi var. Bunlardan biri de “bir işleme uğramak”tır. Sözgelimi işkence gören biri için dolaylı tümce kurarak “işkenceye maruz bırakıldı” demeyiz, “işkenceye uğradı” deriz.
Şu da bir gerçek ki ülkemizdeki en tutucu dil, hukuk dilidir. Yasaların dilinin de Türkçeleştirilmeye, sadeleştirilmeye gereksinimi vardır. Sözgelimi noterde imzaladığımız vekâletnamedeki Arapça ifadeleri doğru dürüst anlayabiliyor muyuz?
Selçuk Candansayar’ın “Mücadele Önce Dilde Kazanılır” başlıklı yazısının son tümcesi şöyleydi:
“Devrimi önce kendi dilimizde yapmalıyız ki zihinlerimiz de devrimci bir zihne dönüşebilsin.”
Altına ben de imza atıyorum…
* * *
HAFTANIN NOTU
TARİH, DERS ALMAK İÇİNDİR!
Gazeteciler hakkında sudan nedenlerle soruşturma açmak artık sıradanlaştı! İktidara yönelik en küçük eleştiride polisler kapınıza dayanıyor! Geçen hafta üç arkadaşımız (Berkant Gültekin, Uğur Koç, Yaşar Gökdemir) da gece yarısı evlerinden gözaltına alındılar ve geceyi nezarette geçirdiler! Neden? Gündüzler çuvala mı girdi? Belli ki birilerinin şova gereksinimi var. Yandaş medyaya malzeme gerekiyor. “Yakalanarak gözaltına alındılar” diyebilme zevkinden yoksun bırakılmamalılar!
Ev basarak gazetecileri, aydınları gözaltına alma uygulaması “FETÖ” yöntemidir. Topluma gözdağı vermek isteyenlerin bu tür işgüzarlıkları da –BirGün olayında görüldüğü gibi- artık geri tepiyor. Operasyonun ardından meslek kuruluşları, siyasal partiler ve okurlar güçlü bir dayanışma ağı oluşturarak gazetemize sahip çıktılar.
Arkadaşlarımız savcılıkta sorgulanırken Çağlayan Adliyesi önünde gözaltıları kınayan gazetemizin Yayın Koordinatörü Yaşar Aydın şöyle diyordu:
“Bu topraklar çok padişah, kral, savcı, hâkim gördü. Şu anda hiçbirinin ismi hatırlanmıyor. Ama bu şahlara, krallara, yargıçlara direnenlerin ismi tek tek hafızalarımızda. Bundan sonra da böyle olmaya devam edecek. Eşitlik için mücadele edenlerin sesi kısılamayacak.”
İnanmayan tosunlar, biraz tarih okusunlar!