https://futuresofwork.co.uk/2020/02/03/covid-19-and-the-past-present-and-future-of-work
Tony DOBBINS
Futures of work, Sayı 13,
5 Mayıs 2020
Çev: Ali TARTANOĞLU
COVID-19, 1918 İspanyol gribi salgını gibi hem bir kamu sağlığı sorunu hem de toplumsal ve ekonomik bir sorun. Bu nedenle, 1929 İktisadi Buhranı veya 2008 küresel finans krizi gibi tamamen ekonomik boyutlu krizlerden farklı… Bu nedenledir ki şu anda çalışmanın, çalışma hayatının genişletilmesi değil daraltılması gerek… Evden çalışma şansına sahip olanlar, toplumsal işlevi devam eden ve insan hayatını destekleyen “gerçek kilit çalışanlar” gibi toplumsal olarak en hayati noktada bulunanlar dikkate değer bir istisna… Aniden zorunlu önem kazanan bazı işler, daha önce İngiltere ve benzeri bazı hükümetlerce haksız olarak düşük nitelikli, vasıfsız olarak nitelenmişti. Pek çok kilit işçi düşük ücret alıyor; bazıları çalıştığı halde yoksulluk yaşıyor, hatta gıda yardım merkezlerine muhtaç oluyordu.
Toplumsal olarak hayati olanla kahrolası çalışma zorunluluğu karşı karşıya
COVID-19 salgını sona erdiğinde, toplumsal olarak hayati önemdeki işlerin saçma, boş işlerle mukayese edildiğinde nasıl değerlendirdiği ve ödüllendirildiğinin, ödüllendirileceğinin yeniden değerlendirilmesi gerek. İngiltere iş piyasasında vasıfsız/düşük ücretli işlerle vasıflı/yüksek ücretli işler arasındaki kutuplaşma sistemiktir, yapının içine gömülüdür, siyasidir; sınıf, cinsiyet ve ırk ayrımıyla pekiştirilmiştir. Yani bazıları diğerlerinden daha eşittir!!!
İngiliz kapitalizmi, kar maksimizasyonu ve en çok para kazananlar uğruna tanrılaştırılmışsa da, reel finans kapitalizmi, özellikle bir hastalık salgınında çok küçük hatta sıfır toplumsal değer sunar. “İngiliz Şirket Refahı Devleti”, karşılığında toplumsal sorumluluktan ve vergiden kaçan, kaçınan büyük sermayenin, onlara devlet kaynaklarını büyük miktarda aktaran bir ortağıdır aslında.
COVID-19, bundan sonraki emek politikasının yeniden değerlendirilmesi gereğine kuvvetli bir ışık tutan COVID-19’un geleceği dikkat çekmesi önemli… Ama ülkelerin, emeğin bugününü ve geleceğini şekillendiren kurumsal yol haritaları farklı olduğu için değil…
İngiltere’de emek piyasalarını kuralsızlaştıran 40 yıllık neo-liberalizm, COVID-19 karşısında kırılgan iş ve meslekleri de büyük ölçüde artırdı. İngiltere’nin kolektivist toplumsal kurumları ciddi biçimde geriledi. Kamu hizmetleri ve refah devleti, birbirini izleyen Muhafazakâr hükümetler tarafından 2010-19 arasındaki 10 yılda uygulanan kemer sıkma politikaları yüzünden aşınırken sendikalar zayıfladı.
Polanyi’yi hatırlamak
Karl Polanyi’nin eşsiz kitabı The Great Transformation (Büyük Dönüşüm-1944), on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda toplumdan kopmuş, kendi kendini düzenleyen piyasaların yıkıcı etkisini eleştiriyordu. Piyasa tutuculuğunun, saplantısının yıkıcılığı bugün refah devletinin altını oyan muhteris bir neoliberalizm olarak geri döndü.
Piyasa rekabeti yoluyla toplumun yamyamlaştırılmasını önlemek için neoliberalizmin de buldozerle dümdüz edilmesi gerek (to be buldozed). Financial Times bile(!) toplumsal sözleşmenin entipüftenliğini, son kırk yıldır hüküm süren ve siyasetin yönünü değiştiren radikal değişimlerin zavallılığını açıkça adeta resmetmek zorunluluğunu duydu.
Daha bireyci ve serbest piyasadan yana olan İngiltere (ve ABD) gibi ülkeler, şu anda hem çalışanları hem de işsizleri koruma açısından, sosyal kurumları ve refah devletini korumuş kolektivist kuzey Avrupa ülkelerinden çok daha az donanımlı. İngiltere gibi liberal piyasa ekonomilerinde şu anda en çok, sınırlı istihdam korumasına sahip güvencesiz düşük ücretliler konuşuluyor.
İngiltere’de korumalar, güvenceler yeterli mi?
COVID-19 krizi, İngiltere’nin muhafazakâr hükümetini gecikerek de olsa, istihdamı korumak için normalde muhafazakarların yanaşmayacağı, kolektif müdahaleye mecbur etti. 20 Mart’ta Adalet Bakanı Rishi Sunak “görülmemiş” bir istihdam koruma programı açıkladı: Devlet, firmalar işçileri işten çıkarmazsa, ayda azami 2.500 paundu geçmemek üzere işçi ücretlerinin % 80 kadarını işverenlere karşılıksız ödeyecek. Bunu, kaçınılmaz olarak kendi adına çalışanlar için gelir koruması takip etti. Bu ise, hükümet ve işverenlerle müzakerelerde İngiltere Sendikalar Birliği (Konfederasyonu) tarafından savunulan Avrupa tarzı ücret sübvansiyonu ile birlikte sendikaların hala ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Adalet Bakanı, herkese açık krediye yılda 1000 pound zam yaptı ve kanuni sağlık ödemeleri kapsamına kendi hesabına çalışanları da aldı. Ancak, refah devletine yönelik Muhafazakâr saldırılar, işsizlik yardımlarını öteki Batı Avrupa ülkelerindekinin çok altında kalmasına yol açtı. Yaşam masraflarının artan maliyeti ortadayken, bu yardımlar geçim sağlamaya yetmiyor.
İşçi Partisi, Sendikalar ve benzeri kuruluşlar, borç ödemelerinin kolaylaştırılması, kiraların ve faturaların ödenmesine yardımcı olunması için hükümete ücret sübvansiyonları, kanuni sağlık sigortasının ve sosyal güvenlik yardımlarının artırılması dahil cesur politikalar uygulaması, cesur yasalar çıkarması için baskı yaptı. İşçi Partisi’nin, doğrudan işçilere ödenmesi kaydıyla ücretlerin yüzde 90’ının devlet tarafından, kalanının işverenlerce karşılanması, kanuni sağlık sigortasının gerçek yaşama ücreti seviyesine çıkarılması önerileri de dikkate değerdi.
Hükümetin istihdam ve gelir koruma programında çeşitli boşluklar, özellikle de genel sigorta konusunda sorunlar ortaya çıkmıştı. En istikrarsız, güvenilmez “atipik” veya acente sözleşmeleri bunun dışında tutulabilir. Ama İngiltere’nin programı, kısa süreli çalışma önlemini Almanya ve benzeri ülkelerin tersine önlüyor.
Bu tür boşluklar, kriz devam ettiği sürece herkesi kapsayacak, bütün yetişkinlere eşit, şartsız miktarda bir ödeme, bir asgari ücret garantisi olarak ortaya atılan önerileri desteklemenin bir gerekçesi. Bu tezin savunucuları bunu, salgın boyunca evde kalması gereken insanların sıkıntısını gidermek ve düşük ücretli insanlara işsiz kalmama güvencesi vermenin yaşamsal bir yöntemi olarak görüyor. İspanyol hükümetinin herkese yaygın bir temel ücret önerme planlıyor olması bu nedenle önemli…
Daha genel olarak, zeminde İngiliz işverenlerinin COVID-19’a karşı önlemlerinde büyük farklar var. Özellikle işçilerin de görüşlerine başvuran, sorumluluk sahibi, merhametli işverenler ile sağlık ve güvenliği ihlal eden, işçilerin sorunlarına sessiz kalan işverenler arasında geniş bir çeşitlilik var. Charlotte Villiers, böyle işverenlerin bir kısmına dikkat çekiyor.
Avrupa tarzı toplu sözleşme
Kapitalizm dünya çapında bir ekonomik sistem… Ancak farklı ülkeler ve onların kurumları arasında var olan pek çok farklılık değişmeden devam ediyor. Görece en çok birleşmiş, en kolektivist, en gelişmiş refah devleti durumundaki Avrupa ülkeleri, işçilere en büyük korumayı sunuyor. (Bu tespit, kuşku yok, son derece görece, mukayeseli bir tespit… En başta, yazar İngiliz… Bizim bildiğimizin tersine Kıta Avrupası ülkeleri İngiltere’yi bizim sandığımız kadar Avrupalı saymadığı gibi, İngiltere’de kendisini Avrupa ülkesi saymaz. Yazar bu bakış açısıyla İngiltere’yi Kıta Avrupası ile karşılaştırıyor. Ama daha önemlisi, bu tamamen bizim kanaatimiz, bu mukayese İngiltere’yi sosyalist bir ülke ile, veya sosyalist ülkelerle yapılmış bir mukayese kesinlikle olamaz. Yoksa, Kıta Avrupası ülkeleri de, İngiltere’den hallice olsalar da yine kesinlikle sosyalist değil!!!… Çünkü “en büyük koruma” ifadesi fazla iddialı. Oysa yazının genel kalitesinden de anlaşılacağı üzere yazar Kıta Avrupası ülkelerini “sosyalist” addediyor olamaz.”İngiltere’ye göre…” demek istemiş olmalı. Ama yine de “en büyük” tanımlaması abartılı. -çevirenin notu.)
Bu ülkeler bunu kısmen, işçi sendikaları ve işveren dernekleriyle üçlü müzakereler yoluyla sağlıyor. İngiltere adalet bakanının COVID-19 konusunda sendikalar ve işveren gruplarıyla yaptığı, yeni işçi koruma önlemleriyle sonuçlanan müzakereler de dikkate değerdir; bunu başka görüşmeler de takip etmiştir. Bu üçlü “sosyal ortaklık”ın uzun vadede bir çekim gücü kazanıp kazanmayacağı ise belli değil… Öteki Avrupa ülkeleri, COVID-19’la mücadelede devam eden bir yaklaşım olarak on yıllardır bu üçlü müzakereyi zaten yapıyorlardı.
Danimarka’da, hükümet ve sosyal ortaklar kısa dönem çalışma önlemleri konusunda anlaştı. İşveren işçiyi işten çıkarmazsa devlet üç ay boyunca ücretlerin % 75’ini ödeyecek, İşverenler ücretin % 25’ini karşılayacak, işçilerse 5 gün hastalık izni ile yüzde 5’ini karşılayacak.
İsveç’te işten çıkarılan işçilere ücretlerinin % 95’i garanti edildi. Yarısı hükümet yarısı işveren tarafından ödenmek üzere…
Norveç’te işçilere 20 gün için tam ücret garanti edildi; yine yarısı hükümet, yarısı işveren tarafından ödenecek şekilde. 18 günlük ücret hükümetçe, iki günlük ücretse ise işverence ödendi. Yüzde sekseni ise ileride ödenecek. Ayrıca kendi hesabına çalışanlar da korunacak. Almanya, ünlü kısa dönem çalışma programına (Kurzarbeit) erişme imkanını genişletti, hükümet net ücretinin % 60’ını veya çalışan anne-babaların ücretlerinin % 67’sini karşılayacak Öteki Avrupa ülkeleri de toplu sözleşme yoluyla benzer korumalar sağlıyor.
Ne yapmak gerek?
Salgının, gerek İngiltere’de gerekse dünyada emek piyasası üzerinde yıkıcı etkileri zaten var. Siyaset planlamacılarının, anlaşılabilir şekilde yoğun olarak bugünün COVID-19 sorunuyla meşgul oldukları doğru; ama dikkatlerini emek dünyası politikasının geleceğine çevirmeleri de zorunlu.
Sorun, ütopyacı bir “emek sonrası (post-work)” toplumdan ziyade, çalışanların büyük çoğunluğunun, emek dünyasında ayakta kalabilmek için ücret ağırlıklı müzakere dışında bir alternatife sahip olmamasıdır. Sosyolog Michael Brawoy’un da işaret ettiği üzere insanlar, piyasa fanatizmi şartlarında hakikaten sömürüyle rekabet etmeye zorlandıklarını hissediyor. Ancak bu, emek için daha özgür gelecekler ve mücadeleci kamu sosyolojisi takip edemeyeceğimiz anlamına gelmez.
Neo liberalizmden keskin bir u-dönüşü çok önemli. Ancak bunu yapmak için, dizginsiz piyasa metalaştırmasına karşı, hesap vermeye ve bedel ödemeye hazır kolektif mücadele ve muhalif hareketler yoluyla baskı uygulanması gerekir.
Devlet, ekonomide çok daha ilerici ve yeniden paylaştırıcı bir rol oynamalıdır. Kriz sonrası emek dünyasının radikal bir şekilde reforme edilmesi için, bırakın muhafazakarları, sosyalistler tarafından bile tabu kabul edilen politikaların bugün mutlaka gündemde olması gerekir.
Avrupa Birliği, ırkçı popülist milliyetçilik tehdidini savuşturmak için istihdam ve sosyal haklar politikasını güçlendirmelidir.
İngiltere özelinde, salgın durulduktan sonra refah devletini (ve yeni bir toplumsal sözleşmeyi) yeniden inşa etmenin, bütün işçiler için istihdam haklarını geliştirmenin hiçbir siyasi mazereti yoktur, olamaz. Mesai saatlerinin yeniden dağıtımı, daha kısa bir çalışma haftası, eksik istihdamın azaltılması ise salgın olmasaydı da dikkate alınmalıydı.
Ayrıca iş kalitesi merkez alanını değiştiren, toplumsal olarak zarar görmüş toplulukların zararını telafi eden yeni görevler-işler stratejisine acilen ihtiyaç vardır. Temel ekonomideki kilit işçilerin önemini COVID-19 gösteriyor. Gerek ulusal gerek yerel düzeyde devletin iş stratejisi, “temel ekonomi”de daha iyi işleri garanti etmek için yoksul bölgelerde yerel topluluk ihtiyaçlarına göre yoğunlaşmalıdır. Sağlık sigortası ve sosyal sigorta, konut, ulaşım, gıda üretimi ve dağıtımı, yeşil alan gibi… Yeşil alanlar, bir Yeşil Yeni Düzen için önerilerle ilgilidir.
Temel ekonomi üzerinde, ideal açıdan bir “iş garantisi” şeması ile birlikte yoğunlaşılmalıdır. “İş garantisi” başlangıç olarak en dezavantajlı yerleri hedeflemeli ve pilot uygulama buralarda başlamalıdır. Devlet, kar ve hissedar maksimizasyonunun ve emek sömürüsünün aşırılıklarını durdurmak için insan merkezli yeni bir toplumsal sözleşmeyi böylece hızlandırabilir. Yerel topluluklarla ticaret yapan, sorumluluk duygusuna sahip işverenler, gerçek yaşama standardına uygun ücreti garanti eden nitelikli ve güvenlikli iş, yaşam saatleri, iyi eğitim ve nihayet ideal olarak işçilerin toplu müzakere gücünü artıracak sendikalaşma hakkı gibi, toplumsal sorumluluğa içkin tedarik kurallarına uyacaktır
Atlantik’in her iki yakasında da bir nokta çok açık:
Sosyalistler, demokratlar ve öteki ilerici müttefikler, güç kaybetmekte olan hasımlarına yönelik bir karşı-hareket oluşturmak için “temel ekonomi” ve bir “iş garantisi” gibi büyük pratik fikirler geliştirmek zorunda.
Ürkeklik, mahcubiyet, çekingenlik bir neoliberalizm, Trump, Brexit, şirket egemenliği, finanslaşma, acımasızlık, yoksulluk ve şimdi COVID-19 döneminde hiç işe yaramaz.